Geçmişten Günümüze İngiltere-İran İlişkileri

Geçmişten Günümüze İngiltere-İran İlişkileri
Yazı boyutunu buradan ayarlayabilirsiniz

İngiltere, 5 Eylül’de (2016) beş yıl aradan sonra Tahran’a Büyükelçi atadı.[1] Haberi önemli kılan ise iki ülke (İngiltere-İran) arasında yaşanan bu normalleşme adımının İran’ın küresel ilişkilerini doğrudan etkileyecek bir parametre olmasıdır. Zira İngiltere’nin Brexit[2] sonrası küresel sistemde ABD ile birlikte daha etkin rol oynaması muhtemeldir. Çünkü Brexit İngiltere’nin Amerika Birleşik Devletleri (ABD) ile Avrupa Birliği (AB) arasında “köprü” olma vasfını sonlandırıp, Transatlantik Anglosakson Eksenini güçlendirecektir. Daha açık bir ifadeyle İkinci Dünya Savaşı sonrası İngiliz dış politikasının temel parametrelerini belirleyen Winston Churchill,  İngiltere’nin “Üç Daire” prensibi üzerine kurulu çok boyutlu bir diplomatik rol oynaması gerektiğini savunmuştur. Churchill’in kurguladığı dış politikada bu daireler (üç daire) imparatorluk bakiyesi milletleri bir çatı altında toplayan İngiliz Milletler Topluluğu (British Commenwealth), ABD ile stratejik ortaklık seviyesinde sürdürülmesi gereken Transatlantik Anglosakson Ekseni ve İngiltere’nin belirleyici bir rol oynamak istediği Avrupa’daki ilişkileri kapsamaktadır.[3]

Churchill’in “Üç Daire” yaklaşımının İngiliz Milletler Topluluğu’nu temsil eden kısmı -dekolonizasyon sürecinde ciddi bir problem alanı haline gelip özellikle Afrika ülkelerinin sömürge geçmişinden kaynaklanan ekonomik sıkıntıları İngiltere açısından taşınması zor bir yük haline gelince- İngiliz dış politik çerçevesinden 1970’li yılların başlarında sessizce dışlanmıştır. Geriye İkinci Dünya Savaşı sonrasında “küresel hegemon” rolünü İngiltere’den devralan ABD ile bölgesel bir güç olarak öne çıkan Batı Avrupa arasında stratejik bir zıplama taşı ya da siyasi-diplomatik çevrelerde tercih edilen ifadeyle “köprü” olmak kalmıştır.[4]  Ancak, İngiltere’nin ABD ile AB arasındaki “köprüleme” siyasetinin en bariz görüldüğü problem alanı Ortadoğu olmuştur. İngiltere bir taraftan ABD’nin bu bölgedeki liderliğini desteklemekte, bir taraftan da Fransa ve Almanya’nın AB merkezli “hegemonik dengeleme” pozisyonuna kaymadan ABD-AB arasında bir köprü oluşturmaya çalışmıştır.[5]

AB’nin en önemli üç ülkesinden biri olan İngiltere, geleceğini AB veya Kıta Avrupası ile değil, daha çok ABD ile dayanışmakta görmektedir. Bunun en iyi örneği 2003’te ABD’nin Irak işgali sırasındaki İngiltere’nin tutumudur. Zira İngiltere, Almanya ve Fransa ile uzlaşarak “Avrupa Güvenlik ve Dış Politika” kimliği çerçevesinde Irak sorununda ortak bir siyaset belirlemek yerine, ABD’nin yanında hemen aktif rol almış ve Bush Hükümetinin Irak’a müdahale kararına tam destek vermiştir.[6] 31 Ocak 2003 günü Avrupa’nın çeşitli gazetelerinde ilan şeklinde yayınlanan ve “Sekizler Mektubu” diye bilinen bildiride, sekiz Avrupa devleti ABD ile dayanışma içinde olduklarını deklare etmişlerdir.[7] Bugün de İngiltere başta olmak üzere AB üyesi bu sekiz devlet ulusal çıkarlarını ABD ile birlikte hareket etmekte görmektedirler. Bu açıdan, İngiltere-İran ilişkileri, ABD-İran ilişkilerine doğrudan bağlıdır.

Musaddık’ın Gölgesinde İngiltere-İran İlişkileri

İngiltere-İran ilişkilerinde süreklilik arz eden iniş-çıkışlar büyük oranda iki ülke arasındaki tarihi hafızanın izlerini taşımaktadır. Nasıreddin Şah’ın 1872’de İngiltere asıllı sermayedar Julius Reuter’e verdiği tütün, yeraltı kaynakları ve diğer millî kaynaklarla ilgili imtiyazlar İran’ın iktisadî ve siyasî bağımsızlığını tehlikeye atmış ve İngiltere’ye karşı olumsuz yaklaşımın başlangıcında etkili olmuştur. Bu imtiyaz, İran sanayisinin ithal edilen mallar karşısında rekabet edecek güçte olmadığı için üretimin durmasına ve işsizliğin çoğalmasına neden olmuştur. Reuter imtiyazının sıkıntısı devam ederken 1890’da tekrar tütün satış imtiyazı elli yıllığına Gerald Talbot’a verilmiş ve bu durum tütün ile uğraşan halkın sıkıntıya girmesine sebep olmuştur. Halk imtiyaza karşı çıkarak imtiyazın kaldırılması yolunda 1891’de Tebriz’de tepkilerini ortaya koymuştur. Bu tepkiye Tebriz uleması da katılınca devlet gelirlerinin Avrupalılara peşkeş çekildiği halka anlatılıp, imtiyaz kaldırılmadığı sürece devlete karşı cihat ilan edileceği bildirilmiştir.[8]

Rusya’nın desteklediği imtiyaz karşıtı hareket, Cemaleddin Afgânî’nin fikirleriyle iyice sertleşmiştir. İsfahan ve Meşhed gibi şehirlerdeki ulema halkı bilinçlendirmeye çalışarak tütün ile ilgili uygulamaya karşı fetva[9] vermişlerdir. Muhalefetin büyümesi üzerine tütün ve madenlerle ilgili Talbot’a verilen imtiyazlar 1892’de kaldırılmıştır. Reji Vak’ası veya Tenbakû İsyanı (Tütün Yasağı Kıyamı)[10]  denilen halk hareketinin hazırlık safhasında Şeyh Fazlullah Nûrî, Mirza Şirazî, Muhammed Rıza Tabatabaî ve Mirza Hasan Aştiyanî gibi din âlimleri, halkın İngiliz sömürüsüne karşı olan eğilimini, zamanla hükümetin adaletsiz idaresine son verilmesine kanalize etmişlerdir. Ancak, İngiltere bu eğilimin meşrutiyete dönüşmesini sağlamıştır.[11] Süreçle birlikte mollalar İran’ın siyasi yapısında giderek daha fazla söz hakkına sahip olurken; devletin askeri ve bürokratik etkinliğinin olmayışı İran’da İngiltere ve Rusya etkinliğini arttırmıştır.[12] 18. yüzyıldan itibaren Rusya’ya karşı verdiği mücadeleyi kaybeden İran, İngiltere’yi Rusya’ya karşı dengeleyici olarak kullanmaya çalışsa da 1907’de iki ülke tarafından etki alanlarına ayrılmıştır. Kuzey İran Rusya’nın Güney İran ise İngiltere’nin nüfuz bölgesi olurken orta kesim tampon olarak belirlenmiştir.[13]

Söz konusu bu dönem İran açısından hanedanlık içi çatışmaları, siyasi otoritedeki boşluğu, dinî kurumlar ile monarşi arasında meydana gelen uçurumu ve İngiltere, Rusya gibi ülkelerin uzun vadeli planlarını temsil ederken; Şiî ulema sınıfı açısından idari ve hukuki sorumluluğun üstlenilmesi anlamına gelmiştir. Ülke içerisinde monarşi-ulema çekişmesi, ülke dışında ise İran’a yönelik İngiltere ve Rusya’nın şekillendirici müdahaleleri ile Kaçar Hanedanlığı dönemi sona ererken, Pehlevi Hanedanlığı ile birlikte İran’da yeni bir dönem (1925-1979) başlamıştır. Birinci Dünya Savaşı sonrası oluşan ortamda İngiltere otoriter Şah rejimini desteklemiştir.

İkinci Dünya Savaşı sırasında İran'ı işgal eden Britanya ve Sovyetler Birliği'nin baskısıyla tahttan çekilen Rıza Şah'ın yerine oğlu iktidara gelmiştir. Muhammed Rıza Şah da babası gibi önce İngiltere’nin desteğini kazanma arayışında olmuştur. Ancak, Soğuk Savaş döneminde mevcut uluslararası konjonktür ve Sovyet tehdidi İngilizleri daha önce Birinci ve İkinci Dünya Savaşlarında Almanlara karşı koruduğu sömürge hatlarını kendi iradesiyle ABD’ye terk etme zorunluluğu ile karşı karşıya bırakmıştır. ABD ise Alman tehdidi karşısında yardımlarına koştuğu İngiltere ve Fransa’nın sömürge imparatorluklarını dağıtan bir süreci başlatmakla paradigma-içi liderliği almıştır.[14]

İngiltere İran’da 1953 CIA destekli Mussadık Darbesi sonrası yerini ABD’ye bırakmıştır. Ancak, bu darbe o günden bu yana hem İngiltere-İran ilişkilerinde hem de ABD-İran ilişkilerinde İran tarafı için travmatik bir unsur olarak kalmıştır. Aslında, petrolün millileştirilmesi[15] İran tarihinin dönüm noktalarından biridir. Mayıs 1951’de Musaddık’ın Başbakan olmasının ardından İran Millî Petrol Şirketi kurularak ülkedeki bütün petrol endüstrisi bu şirketin kontrolüne verilmiştir.[16]  Fakat Musaddık hükümeti İngiltere, ABD ve Şah’ın işbirliğiyle General Fazlullah Zahid’in önderliğini yaptığı darbe ile 19 Ağustos 1953’te devrilmiştir.[17] Musaddık’ın devrilmesi sonrasında ABD’nin tam desteğini arkasına alan Muhammed Rıza Şah kişisel yönetimini mutlaklaştırma yönünde adımlar atmaya başlamıştır.

1953 yılında halkın sevgisini ve desteğini kazanan Başbakan Musaddık’ın devrilmesi sonrası Muhammed Rıza Şah tarafından “Beyaz Devrim”[18] adı altında refahın yeniden yapılanması ve dağıtılması amacını taşıyan bir modernizasyon programı uygulanmaya başlanmıştır. Ancak,  toplumsal yeniden yapılanmanın hedeflendiği programın yanı sıra katı ve baskıcı usullerle topluma dayatılan modernizasyon ve iktidarda kalabilmek için sayısız cinayet, işkence, sürgün, basın yoluyla aşağılama, komplo ve SAVAK operasyonları Pehlevî Hanedanı’nın zoraki iktidarının fazla uzun sürmeyeceğini göstermiştir.[19]Aslında,  İngiltere ve ABD’nin işbirliğinde gerçekleşen darbe Şah’ın görece iktidarını sağlamlaştırırken İran’da 1979 Devrimi’nin de bir açıdan yolunu açmıştır.

1979 Devrimi Sonrası İngiltere-İran İlişkileri

19.yüzyılda İran üç önemli toplumsal-politik hareketle hatırlanmıştır: i) 1906-1911 Anayasa Hareketi, ii) 1950’lerde Ulusalcı Hareket ve iii) 1979 İslâm Devrimi. Hepsinin amacı da Batı sömürgeciliği ve iç despotizm karşısında İran’ın kendi kaderini belirleme hakkına sahip politik bir sistem kurmaktı.[20] Bu anlamda 1979 İran İslâm Devrimi de pek çok devrim gibi sadece tek bir nedeni olmayan, birçok sorunun birikmesiyle geniş bir rejim karşıtı durumun oluştuğu bir süreç sonunda gerçekleşen siyasal, toplumsal ve ekonomik bir olaydı. Pehlevî Hanedanlığının 54 yıllık (1925-1979) iktidar dönemi rejime sadık dostlar yetiştirdiği kadar karşıtlarını da doğurmuştu.

İran Devrimi; siyasî bakımdan dışlanmışların, dinsel açıdan Pehlevî hanedanı uygulamalarından rahatsız olanların, eşitsiz gelir dağılımından yeterince pay alamayanların ve giderek yoksullaşanların, rejimin yabancılarla bağlantısına özellikle de Amerika bağlantısına tepki duyanların, toplumsal ve kültürel alanda giderek artan yozlaşmadan rahatsız olanların ortak bir payda da buluşmaları ve bunu iyi bir organizasyon içinde yönetmelerinin sonucuydu. Dolayısıyla İran devrimi, çarşı esnafı ile köylüyü, üniversite öğrencisiyle radikal Şiî grupları aynı platformda buluşturan bir süreçti.[21] İran Devrimi sürecinde halkı harekete geçiren tek başına ne ideoloji ne de ekonomi ve siyaset olmuştur. Skocpol’a göre bütün bunları bir potada eriten modernleşme süreci ve bu sürece karşı gösterilen tepkidir. Bu süreci başlatan Şah’ın kendisi iken bitiren Âyetullâh Humeynî olmuştur.[22]

Musaddık’ın İngiltere'nin İran'daki nüfuzuna son vererek ülke bağımsızlığını pekiştirmeye çalıştığı gibi Devrim sonrası geçici hükümetin ilk Başbakanı Mehdi Bazergan da bu dönemde ABD nüfuzuna karşı çıkarak iki blok arasında negatif denge sağlamaya çalışmıştır. Bazergan, iktisadi ve siyasî açıdan tam bağımsızlığı savunan Musaddık'ın “negatif denge” (muvazene-yi menfi) olarak tanımlanan ve mutlak bir tarafsızlığı savunan dış politikasından esinlenerek, tam bağımsızlığın gerçekleştirilmesini İran dış politikasının temel yaklaşımı olarak kabul etmiştir.

İran’ın Devrim sonrası yeni dış politika yaklaşımı çerçevesinde İngiltere-İran ilişkilerine bakıldığında iki ülke ilişkilerinin olumsuz seyrettiği görülmektedir. Bunda İran’ın yeni dış politik yaklaşımıyla beraber İran-Irak Savaşı’nda (1980-89) İngiltere’nin ABD politikalarıyla uyumlu takip ettiği siyaset de belirleyicidir. Ayrıca, İngiltere’nin bu dönemde “Şeytan Ayetleri” kitabının yazarı Salman Rüşdi'ye verdiği destek de bir ölçüde etkilidir. 1989'da yayınlanan Şeytan Ayetleri romanı, Hz. Muhammed'e olumsuz ithamlarda bulunduğu gerekçesiyle İslam dünyasından büyük tepkiler almış ve pek çok Müslüman ülkede kitabın yayınlanması yasaklanmıştır. 14 Şubat 1989'da Ayetullah Humeyni tarafından verilen ölüm fetvası ile Rüşdi'nin başına üç milyon Amerikan doları ödül konmuştur. Hatemi Dönemi’nde 1998'de İran, İngiltere ile ilişkilerini düzeltmeye yönelik bir adım olarak Salman Rüşdi hakkında aldığı ölüm cezası kararından vazgeçmiştir. Ancak, düzelme seyrine giren süreç İran’da 2009 Cumhurbaşkanlığı seçimleri ardından yaşanan protesto olaylarında İngiltere'nin rolünün de olduğu iddiaları ile iki ülke ilişkilerinin kesilmesiyle sonuçlanmıştır.

2011’de İngiltere’nin İran’a yönelik yaptırımları arttırmasının ardından Tahran’daki İngiltere Büyükelçiliği bir grup öğrenci tarafından basılmış ve altı elçilik görevlisi rehin alınmıştır. Bu olaydan sonra İngiltere Büyükelçiliğini kapattığını açıklamış ve İran’ın Londra Büyükelçiliği de kapatılarak, İranlı diplomatlar ülkede istenmeyen kişi ilan edilmiştir. Yaşanan olumsuzlukların akabinde 14 Temmuz 2015’te P5+1 ülkelerinin İran ile Nükleer Anlaşmaya varması sonrası 23 Ağustos 2015’te İngiltere ile İran karşılıklı olarak Büyükelçiliklerini açmışlardır.[23] Ancak, yapılan anlaşmaya rağmen o günden bu yana iki ülke arasındaki diplomatik ilişkiler maslahatgüzar seviyesinde yürütülmüştür.

İngiltere ile İran arasındaki ilişkilerin normalleşmeye başlamasıyla oluşan yeni ortamda iki ülke Büyükelçilerini tekrar ülkelerin başkentlerine gönderme kararı almıştır. İran’ın yeni Londra Büyükelçisi Hamit Baidinejad ve İngiltere’nin yeni Tahran Büyükelçisi Nikolas Hapton güven mektuplarını 5 Eylül’de (2016) Büyükelçi olarak görev yapacakları ülkelerin Dışişleri Bakanlarına sunmuşlardır.  İngiltere Dışişleri Bakanı Boris Johnson konuyla ilgili yaptığı açıklamada, söz konusu atamayı, İngiltere ve İran arasındaki ilişkide "önemli bir an"[24] olarak nitelendirmiştir. Ayrıca, bu gelişmelerle bir nevi eş zamanlı olarak İngiliz Havayolları British Airways, dört yıl aradan sonra İran'a uçuşlarına 1 Eylül’de (2016) tekrar başlamıştır.[25]

Sonuç olarak, ikili ilişkilerde çalkantılı süreçler yaşanmış olmasına rağmen, İngiltere ve İran’ın diplomatik ilişki seviyesini yeniden Büyükelçilik düzeyine yükseltmesi önemlidir. Tarihsel olarak çok sayıda olumsuz olaydan sonra günümüzde iki ülke ilişkilerinin tam anlamıyla normalleşmesi daha uzun bir zaman gerektirmektedir. Ancak, bir kez daha vurgulamak gerekir ki İngiltere-İran ilişkilerinin seyri ABD-İran ilişkilerinin seyriyle Brexit sonrası daha fazla paralellik arz edecektir. Bu bağlamda İngiltere ile İran arasındaki her olumlu adım, ABD’nin atacağı olumlu adımların da habercisi gibidir.


NOTLAR

[1] http://www.tehrantimes.com/news/406176/London-hails-new-opening-with-Tehran (10.09.2016).

[2] Britanya'nın (Birleşik Krallık) ilk iki harfi (Br) ile exit (çıkış) kelimesinin birleşmesinden oluşan Brexit, İngiltere'nin Avrupa Birliği'nden çıkması anlamına gelmektedir.

[3] Sadık Ünay, “Transatlantik Ortaklık ve Avrupa Arasında İngiltere’nin Ortadoğu Politikası”, Ortadoğu Yıllığı 2006, ed. Kemal İnat-Muhittin Ataman, Ankara, 2008, s.431.

[4] Ibid.

[5] Ibid.

[6] Hakkı Büyükbaş, “İkinci Irak Savaşı ve NATO’da Kriz”, Ortadoğu Yıllığı 2007, İstanbul, 2009, s.461-63.

[7] http://www.nato.int/docu/review/2003/issue2/turkish/analysis.html  (30.09.2016).

[8] Yılmaz Karadeniz, “II. Meşrutiyetin Ön Denemesi: İran Meşrutiyet Hareketi ve Sebepleri”, Bilig, Sayı 47, (Güz 2008), s.201.

[9] Âyetullâh Şirazî’nin 1890-1892 yılları arasında yaşanan süreçte Tütün Yasağı hakkında verdiği fetva İran siyasi tarihindeki ilk ve en önemli olaylardan birisi olmuştur. Bu fetva, İran’da meşrutiyet hareketlerini ateşleyen başlıca kıvılcımdır. Âyetullâh Şirazî’nin bu fetvayı yayınlamasındaki en büyük etkenin Seyyid Cemaleddin Afganî –Esedabadî-’nin olduğu artık bilinmektedir. Zira Afganî’nin fikirlerine yakın olan Seyyid Ali Ekber (Âyetullâh Şirazî’nin damadı) Şam’a sürgün olarak gelmiştir. Afganî’nin onun aracılığıyla Âyetullâh Şirazî’yle yazışmaları Tütün Yasağı fetvasının yayınlanmasına neden olmuştur. Tütün Yasağı fetvası ve bu çerçevede gelişen olaylar İran siyasi tarihinde öyle geniş bir etki yapmıştır ki daha sonraki birçok olayın izahı için hep bu vakıaya başvurulmuştur. Bkz. Kaan Dilek, “İran’da Meşrutiyet Hareketi ve Dönemin Siyasi Gelişmeleri”, Akademik Ortadoğu, Cilt 2, Sayı 1, 2007, s.51-54.

[10] Katuzyan, Tütün Yasağı kıyamını meşrutiyet devrimi için başarılı bir alıştırma olarak değerlendirmekte ve İran tarihindeki ilk siyasi kalkışma olarak görmektedir. Muhammed Ali Humayun Katuzyan, Devlet ve Camia Der İran-İnkıraz-ı Kaçar ve İstikrar-ı Pehlevî, Tahran, Neşr-i Merkez, 1379, s.53.

[11] Dilek, op.cit., s.54.

[12] Didem Deniz-Nasır Niray, “İran İslam Cumhuriyeti: Tarihi Siyaseti ve Demokrasisi”, Fırat Üniversitesi Ortadoğu Araştırmaları Dergisi,  Cilt 6. Sayı 2, s.11.

[13] Ayrıntılı bilgi için bkz. Muriel Atkin, Russia and Iran, 1780-1828, Minnesote, The University of Minnesota Press, 1980.

[14] Ahmet Davutoğlu, Stratejik Derinlik, İstanbul, Küre Yayınları, 2001, s.349.

[15] İran Petrol Sanayii’ni millileştirme yasası yılın son günü olan 29 İsfend 1329’da (20 Mart 1951) Meclis’ten geçerek, İran petrolleri ulusallaştırılmıştır. Günümüz İran’ında ise bu olay her yıl kutlanmakta ve bu tarih İran takvimine göre resmi tatil kabul edilmektedir.

[16] Bayram Sinkaya, “İran İslâm Cumhuriyeti’nde Siyasal Yapı ve Yönetim”, Ortadoğu Siyasetinde İran, (ed.) Türel Yılmaz-Mehmet Şahin, Ankara, Barış Kitap, 2011, s.12-13.   

[17] Ayrıntılı bilgi için bkz. Stephen Kinzer, Şah’ın Bütün Adamları, (çev. Selim Önal), İstanbul, İletişim Yayınları, 2004. 

[18] “Beyaz Devrim" adıyla bilinen modernizasyon uygulamaları toprak dağıtımının yanı sıra, kadınlara oy hakkı, cehaletle mücadele, ormanların millîleştirilmesi, işçilerin şirket gelirlerine ortak edilmesi, devlet fabrikalarının Tarım Reformu'nun finanse edilmesi için satılması vb. pek çok değişimi hedeflemektedir. Ayrıntılı bilgi için bkz. Şahruh Ahavi,  İran’da Din ve Siyaset, (çev. Selahattin Ayaz), İstanbul, Yöneliş Yayınları, 1990 s.123-124.

[19]Ünal Gündoğan, İran ve Ortadoğu, Ankara, Adres Yayınları, 2010, s.166. 

[20] Mohsen M. Milani, “Political Participation in Revolutionary Iran”, Political Islam, der. John L. Esposito, USA, Lynne Rienner Publishers, 1997, s. 77.  

[21] Tayyar Arı, Geçmişten Günümüze Ortadoğu, Bursa, MKM Yayıncılık, 2008, s.524

[22] Gündoğan, op.cit., s.127.

[23] http://www.bbc.com/news/uk-37278262 (10.09.2016).

[24] http://www.bbc.com/news/uk-37278262 (10.09.2016).

[25] http://www.farsnews.com/newstext.php?nn=13950611000055  (10.09.2016).