Nükleer Anlaşma Sonrası ABD'nin İran Politikası

Nükleer Anlaşma Sonrası ABD'nin İran Politikası
Yazı boyutunu buradan ayarlayabilirsiniz

1979 Devrimi sonrası İran’ın Geçici Devrim Yönetiminin dış politika önceliği, ABD ile kurulan stratejik ittifaka son vermek ve ikili ilişkileri eşitlik ilkesi çerçevesinde yeniden tanımlamak olmuştur. Devrimin ilk Başbakanı Mehdi Bazergan, iktisadî ve siyasî açıdan tam bağımsızlığı savunan Musaddık'ın “negatif denge”[1] (muvazene-yi menfi) olarak tanımlanan ve mutlak bir tarafsızlığı savunan dış politikasından esinlenerek, tam bağımsızlığın gerçekleştirilmesini İran dış politikasının temel yaklaşımı olarak kabul etmiştir. Bu dönemde devrim kadrolarının dış politikaya yönelik tutarsız açıklamalarına ve aralarındaki görüş farklılıklarına rağmen, başta devrim lideri Âyetullâh Humeynî olmak üzere tüm tarafların ortak ve tutarlı bir şekilde savundukları şey, ülkenin bağımsız bir dış politika izlemesi gerektiği olmuştur.

İran Devrimi’nde olduğu gibi, Ortadoğu’da İslam’ın siyasallaşarak mevcut rejimlere ve sistemik güçlere meydan okumasının temelinde, yakın tarihte Batılı güçlerin bölgeye yönelik yoğun müdahalesi ve sömürgecilik hareketi vardır. Dolayısıyla anti-emperyalist ve anti-Batıcı söylem (İslam-eksenli ya da milliyetçilik-eksenli) Ortadoğu toplumlarında oldukça yaygın bir yaklaşımı ifade etmektedir. Tepkisel olarak, Batı’dan “bağımsız dış politika” anlayışı Sünni ve Şiî İslamcı siyasal hareketlerin ortak paydasıdır.[2] Ancak, belirtmek gerekir ki ideolojiler iktidara taşındıklarında devletler için araçsallaştırılır ve ideolojik amaçlar devlet çıkarına hizmet ettikçe işlerlik kazanır.[3] İran’daki İslamcı ideolojinin iktidar tecrübesi de böyle olmuştur.

İran politik elitleri tüm İslâmi söylemlerine rağmen, laik bir devlet gibi hareket edebilecek zihinsel araçlara, reel dış politika davranışlarını meşrulaştırıcı argümanlara sahiptir.[4] Zira bunu sağlayan, kökleri XIX. yüzyıla kadar götürülebilecek Şiî sekülerleşme süreci olmuştur. Bu açıdan, İran gibi teokratik olduğu iddia edilen bir devlet söz konusu olduğunda arkasındaki seküleri tespit önemlidir. İran dış politikası, ideoloji hesaplarının mantığına mahkûm olmuş, irrasyonel bir politika değildir. İdeolojik söylemlerin arkasındaki İran’ın ulusal çıkarlarına yönelik pragmatist hedefleri/amaçları görmek gerekir. İran için “ulusal çıkar” tanımının doğru yapılıp yapılmadığı ya da uygulanan politikaların başarılı olup olmadığı ise ayrı bir tartışma konusudur.

1979 İran Devrimi’nin anti-Amerikan özelliği İslâmcı temellere dayanmasından çok ABD’nin İran’a karşı izlediği politikaların bir sonucudur. ABD ise Devrim’den sonra İran’a yönelik politikalarını “düşman İran paradigması” üzerine kurgulamıştır. Böylece İran’ı büyük bir tehlike olarak gösterme çabaları dış politikadaki stratejilerini meşrulaştırmaya yaramıştır. Düşman İran söylemi ABD’nin İran’ı izole etme, çevreleme ve hatta bölgeye yerleşme politikalarına uygun bir zemin yaratmıştır.[5]

Obama yönetimi İran konusunda,  Bush politikalarının aksine, diyalog ve diplomasi temelli politikalar benimseyeceğini pek çok kez belirtmiştir. Bush yönetiminin Tahran yönetimini muhatap almamasının yanlış olduğunu düşünen Obama, sorunun masa başında çözülebileceği inancında olduğunu göstermiştir. Böylece 24 Kasım 2013 tarihinde, Cenevre’de İran ile BM Güvenlik Konseyi’nin beş daimi üyesi ve Almanya’dan oluşan P5+1 arasında altı ay içinde uygulamaya konulmasına karar verilen Ortak Eylem Planı’nı içeren, bir anlaşma imzalanmasının ardından 26 Mart-2 Nisan 2015 tarihleri arasında İran ile P5+1 arasında Lozan’da gerçekleştirilen müzakerelerde İran’ın nükleer dosyasına ilişkin tarihi nitelikte bir siyasî uzlaşma sağlanmıştır. 2 Nisan’da üzerinde siyasî uzlaşma sağlanan çerçeve anlaşma[6] 14 Temmuz’da nihai anlaşmayla sonuçlanmıştır.[7] Bu açıdan, muhtemeldir ki ABD yönetiminin yeni Ortadoğu siyasetinde İran giderek daha görünür olmaya başlayan bir aktör olacaktır

ABD-İran ilişkileri uzun zamandır nükleer müzakerelerin ve nihayetinde varılan anlaşmanın çerçevesinde değerlendirilmektedir. Oysaki bu ilişki varılan anlaşmanın ölçeğini aşan bir anlama sahiptir. Dolayısıyla, anlaşmanın ifade edilen şekliyle ‘tarihi’ niteliği yalnızca nükleer silahsızlanma yolunda atılan önemli bir adım olması değildir. ABD yönetimi bu anlaşmayla, aslında Ortadoğu politikasında bir dönemi kapatma ve yeni bir dönem açma niyetinde olduğunu göstermiştir. Bu bağlamda, ABD yönetimi İran ile ortak çıkarlar çerçevesinde sınırlı işbirliği yolunu aralamıştır.[8] Obama sonrası seçilecek yeni başkanın bu kapıyı kapatabileceğini düşünmek için erkendir. Zira ABD-İran arasındaki bu uzlaşıyı genel olarak bir barış anlaşması olmaktan ziyade bir ateşkes anlaşması olarak tanımlamak mümkündür.[9] Bu açıdan, ABD-İran ilişkilerinin gelecek seyrini bölgede bir ABD-İran denklemi olarak değerlendirmek çok abartılı olacaktır.

ABD ile İran arasındaki yakınlaşma konusunda her iki ülkenin iç endişeleri dışında bir engel görünmemektedir.  Zira anlaşma ile birlikte ABD, İran’a yönelik hem sopa hem de havuç kullanma imkânını elde etmiştir. Bu bağlamda ABD İran’ın kendi politikalarını destekleyen ve iş birliğini kabul eden bir tutum geliştirmesi karşısında İran’ı ödüllendirecek ve ya aksi bir politika izlemesi durumunda da bölgede İran’ı sıkıştırma konusunda koalisyon oluşturmakta zorlanmayacaktır. Ayrıca, Obama’dan sonra gelecek başkanın daha şahin bir yaklaşım sergilemesi İran’ın iş birliğine yönelmesi konusunda daha güçlü bir gerekçe oluşturmaktadır. Donald Trump’ın bilinen söylemleri[10] bir yana, Hillary Clinton[11] bile Obama’nın aksine Ortadoğu’da sert bir dış politika izleyeceğinin sinyallerini vermektedir.[12] İran yönetiminin ise pragmatik yakınlaşma talebine karşılık dönüşüm konusunda endişelere sahip olduğu görülmektedir. Normalleşmenin ve ikili ilişkilerin gelişmesinin ülkeyi değiştireceği endişesi, yönetimde bu konuda frene basma eğilimini beraberinde getirmektedir. İran açısından, 1979 Devrimi’nden günümüze devam eden ‘düşman Amerika ’[13] algısının birdenbire terk edilmesini beklemek de çok gerçekçi değildir.[14]

Sonuç olarak, Obama sonrası seçilecek başkan kim olursa olsun yeni ABD yönetiminin Nükleer Anlaşmayı iptal etmesi olası görülmemektedir. Çünkü anlaşmanın uygulanması ile ABD, İran’ın nükleer programını hem bölgesel bir sorun hâline getirmiş olacak hem de İran’ın ABD politikalarına uygun hareket etmesi noktasında daha güçlü araçlara sahip olacaktır. Bu bağlamda, İran’ın ABD ile uyumlu politikalar takip etmesi, tarafların zımni olarak kabul ettiği işbirliğinin ve iki ülke arasındaki yakınlaşmanın devam etmesi daha muhtemeldir.


Notlar:

[1] Negatif Denge Politikası, Mirza Taki Han tarafından temelleri atılan ve rakip güçlere eşit imtiyaz tanıma esasına dayalı “Pozitif Denge” stratejisinin aksine hiçbir tarafa imtiyaz tanımamayı esas alan ve dış güçlerin dengelenmesi amacını güden bir dış politika stratejisidir. R.K. Ramazani, Iran’s Foreign Policy, 1941-1973: A Study of Foreign Policy in Modernizing Nations, USA, University Press of Virginia, 1975, ss.181-250.

[2] İhsan Dağı, Ortadoğu’da İslam ve Siyaset, İstanbul, Boyut Kitapları, 2002, s.100.

[3] Bazı Ortadoğu ülkelerinde rejim çıkarı ile devlet çıkarının farklılaşması söz konusu olabilir. Çalışmanın kapsamı itibariyle bu durumlar gözardı edilmektedir.

[4] İsmail Sarı, “1979 Devrimi Sonrası İran’ın Rejim Paradigması ve Dış Politika Yönelimleri", Türkiye Ortadoğu Araştırmaları/Turkish Journal of Middle Eastern Studies, Vol.2, No. 1 (2015), ss.95-135; “Uluslararası Politikada Sivil Dinin Etkisi: İran Örneği”, Barış ve Güvenliğin Yeniden İnşası Konferans Tam Metin Kitabı, Bursa: Uludağ Üniversitesi Yayınları 2013, ss.137-149.

[5] Arzu Celalifer Ekinci, İran Nükleer Krizi, Ankara, USAK Yayınları, 2009, s. 277.

[6] Parameters for a Joint Comprehensive Plan of Action Regarding the Islamic Republic of Iran’s Nuclear Program- JCPOA, Anlaşmanın tam metni için bkz. http://www.state.gov/r/pa/prs/ps/2015/04/240170.htm (06.03.2016).

[7] Yeliz Şahin, “İran’ın Nükleer Dosyasında Tarihi Uzlaşı”, İKV Değerlendirme Notu, Nisan 2015, ss.1-3. http://www.ikv.org.tr/images/files/ikv_degerlendirme126(1).pdf (03.06.2016).

[8] Arzu Yılmaz, “ABD-İran İşbirliği ve Kürdistan Siyaseti”,  Birikim Haftalık Yazılar. http://www.birikimdergisi.com/haftalik/1431/abd-iran-isbirligi-ve-kurdistan-siyaseti#.V1FkbfmLS00 (01.06.2016)

[9] Hasan Basri Yalçın, “İran Nükleer Müzakereleri”, SETAV Analiz, Sayı 130, (Haziran 2015), s.8. http://file.setav.org/Files/Pdf/20150630141034_iran-nukleer-muzakereleri-pdf.pdf (30.05.2016).

[10] http://www.nationalreview.com/article/434691/donald-trump-iran-nuclear-deal-position-confused (03.06.2016).

[11] http://www.theatlantic.com/international/archive/2015/04/where-does-hillary-clinton-stand-on-china-and-russia/390471/  (03.06.2016).

[12] Mehmet Yeğin, “Nükleer Anlaşma Sonrası ABD-İran İlişkileri”, Analist Dergisi, Sayı. 2015/10.

[13] http://farsi.khamenei.ir/speech-content?id=33259 (04.06.2016).

[14] Yeğin, op.cit.