Zor Zamanda Siyaset Yapmak

Zor Zamanda Siyaset Yapmak
Yazı boyutunu buradan ayarlayabilirsiniz

2013 yılında ilk defa cumhurbaşkanı seçildiğinde Hasan Ruhani’nin uluslararası konjonktüre güvenmek ve seçmene dış politika açılımı vaat etmek için birçok nedeni vardı. Dönemin ABD başkanı Obama’nın İran’ı çevrelemek yerine uluslararası camiaya angaje etmeyi öncelemesi bu nedenlerden en önemlisiydi. Diğer yandan, Orta Doğu’da 2014-2016 yılları arasında DEAŞ terörünün başat kriz olarak kalması bölgedeki müdahalelerini bu terör örgütüyle mücadele üzerinden meşrulaştıran İran’ın elini güçlendirmekteydi. Bunlara ABD’nin Suudi Arabistan ile arasına mesafe koymasına ve Yemen’deki iç savaşa bağlı olarak körfezdeki Arap ülkelerinin sıkıntılı bir dönem geçirmesini de eklemek gerekir. Söz konusu koşullar İran’a bölgedeki maksimalist politikalarını bir süre daha sürdürme imkânı tanıdığı gibi İran Cumhurbaşkanının elini de güçlendirmekteydi. Zira İran bir yandan Batı ile olan ilişkilerini geliştirirken diğer yandan da pek az bir itirazla Orta Doğu’daki müdahalelerini gerçekleştirebilmekteydi. Kendisini ABD tehdidi altında hissetmeden Suriye ve Irak’taki çatışma sahalarında yer alan Devrim Muhafızları Ordusu (DMO) Ruhani’yi ülke içinde sıkıştırmak için pek az vakit bulabilmekteydi. Ne var ki artık bu konjonktürün değiştiği görülmektedir. ABD Başkanı Trump’ın selefinin aksine İran’ı uluslararası sistemin parçası haline getirmeye dönük bir politikası olmadığı gibi Orta Doğu çok krizli bir görüntüye bürünmüş bulunmaktadır. Geçtiğimiz hafta patlak veren Katar krizi ve körfezdeki gerginlik bölgenin bugünden yarına durulmayacağını ve gelişmelerin İran’ı da etkileyeceğini göstermektedir.

Dünyadaki ve bölgedeki yeni durum 19 Mayıs günü İranlı seçmenden ikinci dönem vizesi alan Ruhani için özellikle iki açıdan önemlidir. İlk olarak, ülkesi üzerindeki ABD baskısının nükleer meseleyle kısıtlı olmadığı ve insan hakları ve balistik füze konuları gibi alanları da kapsadığı bir dönemde, Ruhani Batı ile ilişkileri geliştirmeye çalışırken daha fazla zorlanacaktır. Diğer yandan, İran’da muhafazakâr siyasetin odağı olan ve ABD’nin markaja aldığı ve fiilen kara listeye dahil ettiği DMO’ya Ruhani’nin içeriden yüklenme imkânı artık çok daha azdır. Bölgede kriz ve uluslararası camiada İran üzerinde baskı sürdükçe oyunun kuralları Ruhani’ye değil, Devrim Rehberi’nin de desteğine sahip olan DMO’ya göre belirlenecektir. Hâlbuki DMO’nun sahip olduğu ve anayasal sınırlarını aşan siyasi ve ekonomik güç konusundan sarfınazar etmenin Ruhani açısından siyasi bedeli ağır olacaktır. Zira DMO’nun bu alanlardaki etkinliğinin olduğu gibi devam etmesi durumunda Ruhani’nin her kritik adımı bu yapı tarafından sorgulanacak ve engellenecektir.

Bölgede böylesi önemli gelişmeler yaşanırken ve 7 Haziran terör olaylarının hemen ardından 11 Haziran Salı günü Tahran’da önemli bir toplantı gerçekleştirildi. Cumhurbaşkanından Meclis Başkanına, Yargı Erki başkanından kuvvet komutanlarına kadar bütün üst düzey yetkililerin yer aldığı iftar programında Devrim Rehberi Ali Hamenei önemli açıklamalarda bulundu. Büyük oranda Ruhani’yi hedef alan bu açıklamalara geçmeden önce Ruhani’nin seçimlerin ardından basın mensuplarıyla gerçekleştirdiği toplantıda yaptığı bazı değerlendirmeleri hatırlamak yerinde olacaktır. Sandığa giden seçmenin ülkedeki hiçbir fikir, hizip ya da cenahın ortadan kaldırılamayacağı ve herkesin ülkenin kalkınması için canhıraş şekilde çalışması gerektiği mesajı verdiğini vurgulayan cumhurbaşkanı şu ifadeleri kullanmıştır: “Halkın ekonomik sorunları vardır. Halk köylerde türlü sıkıntılarla yaşamaktadır ama paraya [kampanyalar esnasında rakiplerinin vaat ettiği yüksek sübvansiyonları kastediyor] ‘hayır’ demiştir. Halk net şekilde ‘tuzlu suyun susuzluğa derman olmayacağının farkındayız’ demiştir. Millet ekonomi derdindedir ancak hayali vaatlere hayır demiştir. Halkın hilekarlara verdiği ‘hayır’ yanıtı bu seçimlerin en güzel tarafıdır.” Ruhani konuşmasında DMO’yu da şu ifadelerde hedef almıştır: “Halk silahlı kuvvetlere karşı derin muhabbet beslemektedir […] ama ulus ötesi bir anlamı olan böyle milli bir kurumumuzun milliliğin altına düşerek taraf haline gelmesini kabul etmemektedir.” Ruhani takip eden cümlede benzer bir değerlendirmeyi Velayet-i Fakih kurumu için de yapmıştır: “Velayet-i Fakih ve Rehberlik müessesesi tüm İran milletiyle ilgilidir ve belirli bir güruh ya da cenahın değildir. Halk rehberlik makamının, DMO’nun, Besic’in ve silahlı kuvvetlerin kadrinin düşürülmesine hayır demiştir. Zira bunlar bütün İranlılarındır.” Ruhani konuşmasının devamında bir tür “kalkınma dairesi” çizerek şu noktaları da vurgulamıştır: “Halk, ekonomimizin rekabet olmadan gelişmeyeceğini bilmektedir ve bu rekabet, gücünü siyaset ve emniyetten değil ürün kalitesinden almalıdır. Halkımız bir programa oy vermiştir ve yatırım olmadan ekonominin ve istihdamın gelişmeyeceğini yatırımın da özgürlük ve dünya ile etkileşim olmaksızın gerçekleşmeyeceğini bilmektedir. Halk dinine, kültürüne ve devrimine uygun hareket etmek istemektedir. […] Bütün halkımız devrimcidir ve kimsenin devrimi kendi malıymış gibi göstermeye hakkı yoktur. Din ve inanç semavi konulardır ve herkesin başının üstünde yeri vardır.”

Ruhani’nin basın mensupları ile gerçekleştirdiği toplantıda dile getirdiği bu eleştiri ve değerlendirmelere cevap gecikmemiştir. 11 Haziran günü yaptığı konuşmada 19 Mayıs seçimlerinde görülen yüksek katılımın halkın İslam rejimine duyduğu güveni yansıttığını ve yapılan şeyin şahısları belirlemekten ibaret olduğunu belirten Hamenei “ileri geri konuşmak ve milleti bölmek suretiyle halkın seçimlerde yaptığı büyük işi harap ve zayi etmemek” gerektiğini vurgulamış ve “halk şuna evet demiştir, buna hayır demiştir” tarzı ifadelerin yanlış olduğunu söylemiştir. DMO konusunda ise Hamenei şu ifadeleri kullanmıştır: “İran’ı zayıflatmak isteyen Amerikalılar DMO’dan ve Kudüs Ordusundan hoşlanmamaktadır ve DMO olmasın, Besic müdahil olmasın, bölgesel konularda şöyle davranın gibi laflarla şart üstüne şart koşmaktadırlar. Ancak bütün yetkililer düşmanın aksine İran’ı güçlü kılan unsurları yani silahlı kuvvetleri, DMO’yu, Besic’i ve bütün inançlı ve devrimci unsurları güçlendirmelidir”. Ruhani’nin dünya ile etkileşim mesajı hakkında ve Nükleer Anlaşmayı bir dış politika zaferi olarak görme konusunda Devrim Rehberi’nin kanaati nettir: “Bu meseleyi takip eden yetkililere güvendik ve hala da güveniyoruz zira onları hasbi ve mümin kişiler olarak biliyoruz. Ne var ki bu süreçte karşı tarafın sözüne itimat ederek bazı konuları gözden kaçırdığımız ve gereken özeni göstermediğimiz için geride boşluklar kaldı. Düşman şimdi bu boşlukları kullanmaktadır.” Ekonomik sorunların çözümü için uluslararası sermayeyi adres gösteren Ruhani’den farklı olarak Hamenei bu bağlamda da dikkat çekici noktalara işaret etmiştir. ‘Köy sanayisini’ geliştirmenin önemine değinen Devrim Rehberi bu sayede varoşlaşma ve bununla bağlantılı sorunların çözülebileceğini savunmuştur. İthal ikameci politikaların ve kaçakçılıkla mücadelenin önemine değinen Hamenei’nin “yatırım güvenliğine” vurgu yapması kuşkusuz ekonomiye güvenlik odaklı yaklaşılmamalı diyen Ruhani’ye cevap niteliğindedir.

Ülkenin en üst düzey iki anayasal otoritesinin “centilmen” bir tonda yaptıkları konuşmaların satır aralarındaki gerginlik yoruma ihtiyaç duymayacak kadar açıktır. Bu gerginliğin Hasan Ruhani için ifade ettiği anlam da bir o kadar açıktır. İran Cumhurbaşkanının yakın zamanda kuracağı on ikinci hükümet için belirlediği ve dış politika açılımı, DMO’yu kışlaya çekme ve ülkeye yabancı sermaye akışı sağlama ekseninde formüle edebileceğimiz programını uygulama şansı hayli azdır. İran Cumhurbaşkanının ev hapsindeki reformist liderler konusunda kararlı bir adım atmak ya da özgürlüklerin alanını genişletmek gibi bir reform ajandası takip etme şansı ise bundan da azdır. Muhafazakâr gruplara göre küresel ve bölgesel bir türbülansa girilen bu dönemde Ruhani’nin programı ve söylemi mevcut koşullarla uyuşmamaktadır. Ruhani ise ülkesi üzerindeki baskıyı azaltacak farklı arayışlara girmeyi planlamaktadır. İran’ın üyeliği konusunda Şangay İşbirliği Örgütünden son günlerde gelen olumlu mesajları ve Cevad Zarif’in Ankara dâhil çeşitli başkentlere yaptığı ziyaretleri bu bağlamda değerlendirmek mümkündür. Her halükârda Hasan Ruhani’yi çetin bir dönem beklemektedir. Ruhani 2013 Cumhurbaşkanlığı seçimlerine adaylığını açıklamadan kısa bir süre önce verdiği bir röportajda ülkesinin ekonomik ve uluslararası açıdan içinde bulunduğu özel duruma dikkat çekerek seçilecek kişinin “kriz yöneticisi” olması gerektiğini savunmuştu. İran Cumhurbaşkanının bu özelliğe her zamankinden daha fazla ihtiyaç duyduğu ortadadır. Diğer yandan, geride kalan dört yıl boyunca dengeleri gözetmek adına reform politikasından taviz vermekle eleştirilen Ruhani’yi daha zor bir ikinci dönemin beklediği de açıktır.