2004 ve 2020 Meclis Seçimlerinin Ortak Noktası: Radikallerin Dönüşü

2004 ve 2020 Meclis Seçimlerinin Ortak Noktası: Radikallerin Dönüşü
Yazı boyutunu buradan ayarlayabilirsiniz

Devrim’den bu yana en düşük katılım oranına sahip olan 11. Dönem Meclis Seçimleri 21 Şubat 2020 tarihinde yapıldı. Katılım oranının %42,5’te kalması, sistemin meşruiyetinin sorgulanmasına yol açarken halkın neden oy verme davranışını terk etme eğiliminde olduğu sorusunu da gündeme getirdi.

Grafik 1: 1980-2020 Meclis Seçimlerine Katılım Oranı

Kaynak: Iran Data Portal verileri referans alınarak hazırlanmıştır.
 

Yukarıda verilen katılım oranlarına bakıldığında, en düşük seçmen katılımının 2004 ve 2020 yıllarında olduğu görülmektedir. Ayrıca her iki seçim öncesinde de iktidarda reformcu ve ılımlı hükûmetler bulunmuştur. Seçmen katılımının düşük kalması; reformcu-ılımlı hükûmetlere duyulan politik güvenin azalması ve siyasal sistemde değişim aracının Meclis olmayacağına yönelik halkta oluşan kanı ile açıklanabilir. Nitekim her iki dönemde de yasama ve yürütme reformcu-ılımlı grupların hâkimiyetinde olsa da hükûmetler ve devlet başkanları politika yapım sürecinde sistemin engellerine takılarak beklenilen politik programlarını gerçekleştir(e)memiştir. 2004 (7. Dönem) ve 2020 (11. Dönem) seçimlerinden sonra düşük katılımla muhafazakârların iktidara gelmesi reform hareketinin neden başarıya ulaşamadığı sorusunu beraberinde getirmektedir. Bu seçimlerin ortak noktası olan radikallerin dönüşünün sebebini ise reformcuların başarısız politikalarında aramak mümkündür.

Reformcuların Başarısızlığından Radikallerin Dönüşüne

2004 Meclis Seçimlerine katılım oranı görüldüğü üzere %51’le o döneme kadar olan en düşük katılımı ifade etmektedir. Başkentte ise katılım oranı %30 civarında kalmıştır. Seçimlerden önce 80 milletvekili dâhil yaklaşık 2.700 kişinin adaylığının “Velayet-i Fakih makamına ve İslami değerlere bağlılıklarında kusur bulunması” nedeniyle reddedilmesi (Hatemi’nin kardeşi Muhammed Rıza da dâhil) reformcu milletvekillerinin tepkisine neden olmuştur. Reformcu Milletvekili Muhsin Mirdamadi’ye göre Anayasayı Koruyucular Konseyinin (AKK) vetoları, hükûmet değişimine ve reformcuların tasfiyesine yönelik sivil parlamento darbesi anlamına gelmektedir. Adaylarının veto edilmesi, reformcu cephenin bir kısmının seçimlerin özgür ortamda yapılmayacağı ve rekabet içermeyeceği nedeniyle boykot çağrısında bulunmasına neden olmuştur. 125 milletvekili ve üst düzey bürokrat bu süreçte istifa etmiştir. Boykot çağrılarının aksine Hatemi’nin sunulan istifaları reddedip seçimlere katılım çağrısında bulunması, reformcuların diğer kısmının ise seçimlere katılımı teşvik etmesi; reformcular cephesinin seçim öncesi kendi içerisinde bölündüğünü ortaya koymuştur.

2020 Meclis Seçimlerine bakıldığında ise adaylık başvurusu yapan 16.033 kişiden yalnızca 7.148 kişinin adaylığı AKK tarafından uygun bulunurken 10. Dönem Meclisi milletvekillerinden 80 kişinin de dâhil olduğu ve çoğunluğunu ılımlı-reformcu kanadın oluşturduğu adaylar reddedilmiştir. Seçimlere katılım oranı 2004 Meclis Seçimleri dâhil %42,5’le Devrim’den bu yana en düşük katılımı oluştururken başkentte ise bu oran %26’da kalmıştır. Öte yandan boykot tartışmaları 2020 Meclis Seçimlerinde de gündeme gelerek gençler ve aktivistler tarafından boykot çağrısı yapılmış bu duruma karşın Ruhani, halkı pasif kalmaması konusunda uyarmıştır. Cumhurbaşkanı Ruhani’nin bu dönem, Hatemi’nin ise 2004 yılındaki boykotu önleme girişimleri, sistemin meşruiyetini gözetmeleri ve yürütmenin başında bulunmalarıyla açıklanmaktadır. Sonuç itibarıyla her iki Meclis dönemi de İslam Cumhuriyeti’ndeki en düşük katılım oranına sahip ve meşruiyet noksanlığı ile karşı karşıya kalan bir yasama dönemine işaret etmektedir.

2004 Meclis Seçimlerinden önce Meclisin görünümü (6. Dönem Meclisi), reformcu kanadı oluşturan İslami Katılım Cephesi ve Kalkınma Partisinin temsilcilerinin çoğunluğu sağladığı bir yasama dönemini karşımıza çıkarmıştı. Bu dönemde hem Meclisin hem de Cumhurbaşkanı Hatemi’nin (1997-2005) reformcu olması, Devrim’den sonra ilk defa bu cepheyi siyasette güçlü kılarak dönüşümün yolunu açmıştır. Nitekim Cumhurbaşkanı Hatemi ve Meclis, muhafazakâr siyasetin aksine hukukun üstünlüğü ve sivil toplum esasında, devlette yapısal dönüşümü hedefleyen reform programlarıyla seçilmiş ve orta sınıfın desteğini almıştır. Fakat ne Meclis ne de hükûmet orta ve üst sınıfların siyasal alanda taleplerini karşılayamamış, Hatemi hükûmeti protestolarla karşılaşmıştır. 1999 ve 2003 yılında meydana gelen öğrenci hareketleri, İran’ın Devrim’den sonra yüzleştiği şiddetli kitlesel protestolar olmakla birlikte sistemin kurucu unsurlarına yönelen söylemler içermesi bakımından muhafazakâr yönetici elitleri tedirgin etmiştir.

Hatemi’nin dış politikası devletler arası uzlaşı zemininde şekillenmiştir. 1997’de Körfez ve Arap ülkeleriyle 1998’de ise ABD ile ilişkilerin normalleşmesine yönelik temaslarda bulunmuştur. Aynı yıl İngiltere ile diplomatik ilişkilerin büyükelçilik seviyesinde yürütme kararının alınması ve son olarak Batı ile bir dizi resmî ziyaretin önünün açılması, İran’a uygulanan baskıyı azaltan süreçleri ifade etmektedir. Öte yandan bu olumlu gelişmelerin seyrini, 11 Eylül Saldırısı’ndan sonra George W. Bush’un 2002 yılında İran, Irak ve Kuzey Kore’yi “şer ekseni”ne dâhil etmesi ve 2003 yılında Irak’ı işgal etmesi, muhafazakârların siyasete dönüşünün zeminini hazırlamıştır. Nitekim Hatemi Dönemi’nde meydana gelen toplumsal hareketler ve Devrim ideolojisine ters düşen Batı ve ABD ile ilişkilerin seyri, muhafazakâr siyasetçileri tedirgin ederken siyasete dönüşlerini de kolaylaştırmıştır.

2020 Meclis Seçimlerinden önce Meclis (10. Dönem Meclisi), reformcu-ılımlı kanadı oluşturan Ümit Fraksiyonunun temsilcilerinin çoğunluğu sağladığı bir dönem olmuştur. Bu dönemde ılımlı Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani’nin görevde bulunması (2013-2021) reformcu-ılımlı kanadın gücü tekrar ele geçirdiğini göstermiştir. Ruhani’nin seçilmesinde bir önceki Cumhurbaşkanı Ahmedinejad’ın “direniş” ve “saldırgan” dış politikasının iç politikaya yansıması etkili olmuştur. Seçim kampanyasında “umut hükûmeti kurmak, kadın haklarında ilerleme kaydetmek, siyasi tutukluların serbest bırakılmasına yönelik çalışmalar yapmak ve İran’a uygulanan ambargoları azaltmak” söylemleri etkili olmuştur. Ruhani, yapıcı dış politikayla ekonomide küresel baskıyı hafifleterek iç politikada reformların önünü açmayı hedeflemiştir. Bu hususta özellikle nükleer müzakerelere dönük çalışmalar yürütmüştür. Nitekim ilk tur müzakereler 26-27 Eylül 2013 yılında Cenevre’de yapılmış, 14 Temmuz 2015’te ise P5+1 ülkeleri ile Kapsamlı Ortak Eylem Planı (KOEP) imzalanmıştır. Ruhani bu Anlaşma’yla İran’ın ulusal çıkarlarını gözeterek İran’a uygulanan yaptırımların kaldırılmasını amaçlamıştır. Enflasyon rakamlarında kısmi iyileşme kaydedilirken 2018'de Trump yönetiminin KOEP'ten çekilmesi ve beraberinde gelen “maksimum baskı” politikası; İran’da petrol ihracatının azalmasına, para biriminin değer kaybetmesine ve enflasyonun yükselmesine neden olmuştur. Bu sonuçlar halkın alım gücünü zayıflamasına neden olarak protesto gösterilerine zemin hazırlamıştır. Nitekim Aralık 2017’de ve Kasım 2019’da hükûmete karşı başlamış olan protestolar hızla sistem karşıtı kitle eylemlerine dönüşmüştür. 2019'da meydana gelen protestoların yanı sıra 8 Ocak 2020'de Ukrayna yolcu uçağının düşürülmesi ve uçağın İran tarafından yanlışlıkla düşürüldüğüne dair gelen itiraf, halkın hükûmete ve sisteme öfkelenmesine neden olmuştur.

2004 Meclis Seçimleri ve 2020 Meclis Seçimlerinde halkın hükûmete ve siyasal mekanizmalara duyduğu politik güvensizliğin seçimlere yansıması, bir önceki dönem örnekleri ekseninde grafik yardımıyla daha net ortaya çıkacaktır.

Grafik 2: 6 ve 7. Dönem Meclisi Siyasal Grupların Dağılımı

6. Dönem Meclisinde 222 koltuğa sahip reformcular, 7. Dönem Meclisinde 47 koltuğu koruyabilmiş, muhafazakârlar ise 196 koltuk ile çoğunluğu sağlamıştır. Görünüşe göre reformcuların boykot çağrısı kendilerini yenilgiye uğratmış ve bu boykot çağrısı muhafazakârların lehine fakat sistemin meşruiyeti aleyhine bir sonuç doğurmuştur.

Grafik 3: 10 ve 11. Dönem Meclisi Siyasal Grupların Dağılımı

10. Dönem Meclisinde 120 koltuğa sahip olan reformcu-ılımlı grup, 11. Dönem Meclis Seçimlerinde ilk turda 17 koltuk kazanmıştır. Öte yandan 83 koltuğa sahip muhafazakârlar ise 219 koltuk kazanarak çoğunluğu sağlamıştır. 11. Dönem Meclis Seçimlerinde boykot çağrılarının 7. Dönem Meclisine kıyasla etkili olmamasına rağmen reformcuların temsil oranının düşük kalmasının nedenleri reformcu siyasetçilerin halka umut vaat etmemesi ve 2017 ve 2019 yılında meydana gelen protestolarda halkın hükûmetten destek bulamaması olarak açıklanabilir.

Sonuç

Reformcu-ılımlı cephe, sistemin temel unsurlarına karşın halk desteğiyle yasama ve yürütme erkinde gücü kazanmasına karşın halkla bağ kuramayarak bu fırsatı değerlendirememiştir. Liderlere ve politik çizgilere yönelik halkın umutlarının zayıflaması, siyasi kayıtsızlığa neden olarak seçimlerde radikallerin dönüşüne ortam hazırlamıştır. Öte yandan muhafazakârların reformcu-ılımlı hükûmetlerin halkı İslam’a yabancılaştırdığına yönelik seçim kampanyaları kendi seçmenini konsolide etmiş, seçmen katılımı düşük oranda olsa da radikalleri iktidara taşımıştır. Diğer taraftan ABD’nin maksimum baskı politikası karşısında ekonomik olarak ezilen halk ulusal gururunu ön planda tutarak radikallere yönelmiştir. Vali Nasr, reformcuların 2004’le beraber Meclis ve cumhurbaşkanlığından tasfiye edilmelerinin, muhafazakârlar arasındaki bölünmeleri görünür kılmak ve derinleştirmek gibi paradoksal bir etki yarattığını belirtmiştir. Nitekim muhafazakâr gruplar arasındaki bölünme 2020 Meclis Seçimlerinden sonra meclis başkanlığı yarışında da devam etmektedir.

2003 Yerel Seçimleri ile 2004 Meclis Seçimlerinde çoğunluğu sağlayan muhafazakârlar, 2005 Cumhurbaşkanlığı Seçimlerinde Ahmedinejad’ı seçtirebilecek gücü elde ederek siyasette radikallerin dönüşüne yol açmıştır. 2020 Meclis Seçimlerinde gerçekleşen benzer süreç; 2021 yılındaki cumhurbaşkanlığı seçimlerinde ve yerel seçimlerde de muhafazakârların başarı ihtimalini güçlendirmektedir. Fakat Ray Takey’in belirttiği gibi reformcuların devletten ayrılması, teokratik rejimin cumhuriyetçi direğini iptal ederek sistemin meşruiyetini buharlaştıracaktır.