ABD-Hizbullah Gerilimi ve Mevcut Kriz Sarmalı

ABD-Hizbullah Gerilimi ve Mevcut Kriz Sarmalı
Yazı boyutunu buradan ayarlayabilirsiniz

Hizbullah’ın Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) karşısında Suriye’de verdiği askerî kayıplar Lübnan’da çok konuşulmuştu. Öyle ki muhalifler, ulusötesi çıkarlarını daha fazla önemsediği gerekçesiyle Hizbullah’ı eleştirmişti. Bununla birlikte Hizbullah, yaklaşık olarak son bir aydır siyasi olarak başka büyük krizler ile de karşı karşıya geldi. ABD’nin maksimum baskı stratejisi, koronavirüs salgını, rehine tartışmaları ve ekonomik buhran gibi yeni krizler; Hizbullah’ı siyaseten zorlayan diğer gelişmeler olarak kayda geçti.

ABD-Hizbullah Gerilimi

ABD’nin Mayıs 2018’de Nükleer Anlaşma’dan çekilmesinden sonra İran’ı ve bölgede Tahran’dan destek alan siyasi, askerî oluşumları maksimum baskı stratejisi içine dâhil ettiği biliniyor. Bu bakımdan İran destekli devlet-dışı aktör olarak Hizbullah’ın faaliyetleri de ABD’nin yeni dönem yaptırımları içine dâhil edildi. Hizbullah’a karşı şiddetlenen yaptırımlar dizisinin son halkası ise şubat sonunda geldi. Bu yeni kararda Hizbullah ile birlikte çalıştığı iddia edilen Atlas Holding ve Holdingin üç yöneticisi yaptırım kapsamına alındı. ABD’liler, bahsi geçen şirketlerin ve yöneticilerinin Hizbullah’ın Şehitler Vakfı adlı kurumu tarafından doğrudan kontrol edildiğini iddia ediyor. Ayrıca bu şirketin İran menşeli medikal malzemelerin satışını da üstlendiği iddialar arasında. Bu iddialardan hareketle ABD’nin İran’a karşı uyguladığı maksimum baskı stratejisinde yalnız İran’ın değil müttefiklerinin de ekonomik kaynaklarını baskılamaya devam edeceği açıkça gözüküyor.

ABD-Hizbullah gerilimi bu ayın başında biraz daha yükseldi. ABD Ordusu için Irak’ta çalışan Mariam Taha Thompson adlı ABD uyruklu sözleşmeli personel, “son derece gizli” olarak kodlanmış onlarca dosyayı sızdırdığı iddiasıyla tutuklandı. Casuslukla suçlanan Thompson’ın, dosyaları Hizbullah ile bağı olduğu söylenen Lübnanlı bir şahsa ulaştırdığı iddia edildi. Ayrıca iddia edilen casusluk faaliyetlerinin ise 3 Ocak 2020’deki Süleymani suikastından kısa bir süre önce ortaya çıkarıldığı bildirildi. Hatırlanırsa Süleymani saldırısı sonrasında İran, operasyon sürecinde ABD için casusluk yapan Iraklıların olduğunu iddia etmişti. Bu bakımdan ABD-İran gerilimi yükseldikçe enformasyon açığı ile ilgili suçlama ve tutuklamaların da artmış olduğu görüldü.

Koronavirüs Salgını ve Tutuklu Krizi

Lübnan, İran’dan gelen bir yolcunun testinin pozitif çıkmasıyla ilk koronavirüs vakasını bildirmişti. Şu an için ülkede 333 kişinin bu hastalığa yakalandığı ve altı kişinin de hayatını kaybettiği biliniyor. Bununla birlikte Lübnan’da koronavirüs krizinin siyasi boyutu da gündemde oldukça yer ediyor. Bu noktada Hizbullah’a ülke içerisindeki muhaliflerinden gelen eleştiriler kritik. Hizbullah öncelikle İran’dan gelen yolcu uçaklarının Beyrut’a inmesine illegal olarak izin verdiği iddiaları ile karşı karşıya kaldı. İkinci iddia da kapalı olan Suriye sınırından koronavirüs taşıyan milislerin geçiş yaptığı ve bunun Sağlık Bakanlığına bildirilmemesidir. Oldukça ciddi olan bu eleştirilerin doğruluk payı ise henüz bilinmiyor. Ancak Hizbullah’ın ulusötesi bağlarını ve hedeflerini ulusal çıkarlara rağmen önceleyebildiğini hesaba katarsak iddiaların Lübnan toplumu tarafından oldukça ciddiye alındığı görebiliyor.

Geçen hafta Hizbullah ile alakalı kamuyonu meşgul eden diğer bir gelişme de Lübnan’da tutuklu bulunan ABD uyruklu bir şahsın salıverilmesi oldu. Lübnan asıllı olan Amir Fakhouri adlı kişi geçen yıl Lübnan’a yaptığı ziyaret sırasında tutuklanmıştı. Fakhouri’nin serbest bırakılmasının gündemde yer tutmasının temel nedeni 1980 ve 1990’lı yıllarda Güney Lübnan’daki İsrail işgal güçleri için çalıştığı iddiasıyla tutuklanmasıydı. Bu noktada Hizbullah’ın Fakhouri’nin salıverilmesine nasıl onay verebildiği üzerine Lübnan kamuoyunda çokça eleştiriler geldi. Öyle ki Hasan Nasrallah bu olaya müdahil olmadıklarını açıklamak zorunda kaldı. Ancak İran, bu salıverilme işlemi ile çok yakın zamanda Fransa ile tutuklu değişimi anlaşması yaptı. Buna ek olarak İran ve Suriye’de ABD uyruklu iki tutuklu serbest bırakıldı. Dolayısıyla bütün bu gelişmeler, Hizbullah’ın İran ve ABD arasında bir esir anlaşmasına müdahil olabileceği düşüncelerini akıllara getirmiş oldu.

Mali Kriz ve Hizbullah’ın Tutumu

Hizbullah mali olarak ABD yaptırımları karşısında zor durumdayken Lübnan’ın ülke olarak deneyimlediği ekonomik kriz de şiddetini artırarak sürüyor. Bilindiği üzere Lübnan yakın zamanda ülkenin uzun vadeli yabancı borçları olarak geçen “Eurobond”ları ödemeyeceğini açıklamıştı. Bu kriz de Lübnan’da siyasi bir boyut almış ve ülke siyasetçileri bir IMF paketi ile bu krizi aşmayı gündeme getirmişti. Hizbullah ise bu öneriye Genel Sekreter Yardımcısı Naim Kasım’ın sözleriyle IMF’nin ABD uzantısı olduğu ve bu çözümü kabul etmeyecekleri yönünde yanıt vermişti. Ancak çok zaman geçmeden Hizbullah milletvekili Hassan Fadlallah ve sonrasında lider Hasan Nasrallah açıklamalarıyla kurum olarak IMF’ye değil öne sürülen şartlara karşı çıkıldığını vurguladı. Hatta Nasrallah makul şartlarla dış yardımı kabul ettiklerinin altını çizdi. Dolayısıyla bu farklı açıklamalar Hizbullah içerisindeki eş güdümsüzlüğü ortaya çıkarmış oldu. Ayrıca bu durum, yaklaşık 28 yıldır politik arenada bulunan bu hareketin siyasi kolunun ekonomik çözüm ve alternatifler üretmek için tecrübe kazanamadığını gösterdi. Nitekim bu gerçek, Hizbullah müttefiki siyasi şahsiyetler ve medya organları tarafından dahi eleştirildi. Sonuç olarak Hizbullah, son yıllar içinde art arda gelen en büyük askerî, ekonomik ve siyasi krizler ile yüzleşmek zorunda kaldı. TSK'nın yaptığı operasyonda verdiği kayıplar, ABD yaptırımları, koronavirüs krizinde iddia edilen rolü ve finansal krize karşı alternatif üretememesi; Hizbullah’ın ulusötesi kaygılarının Lübnan toplumu tarafından daha da fazla sorgulanmasına yol açtı. Kısacası tüm bu olaylar, halk gösterilerine karşı olumsuz tepki göstererek prestij kaybeden Hizbullah’ın içinde bulunduğu krizi daha da derinleştirdi.