ABD’nin Küresel Liderlik Rolü ve Yeni Dünya Düzeni Tartışmaları

ABD’nin Küresel Liderlik Rolü ve Yeni Dünya Düzeni Tartışmaları
Yazı boyutunu buradan ayarlayabilirsiniz

The Wall Street Journal’da “The Coronavirus Pandemic Will Forever Alter the World Order” başlıklı makalesinde ABD eski Dışişleri Bakanı Henry Kissinger “Gerçek şu ki dünya koronavirüs küresel salgınından sonra artık eskisi gibi olmayacak.” diyerek aslında pek çok uzmanın benzer görüşünü teyit etmiş oldu. Ancak kıdemli diplomat bir adım daha öteye giderek ABD’ye yeni dünya düzenine liderlik etmesi için bir yol haritası da sundu. Kissinger, bu kriz döneminde ABD’nin bulaşıcı hastalıklara karşı küresel direncin desteklenmesinde, küresel ekonominin içinde bulunduğu koşulların iyileştirilmesinde ve liberal dünya düzeninin ilkelerinin korunmasında çaba sarf etmesi ve tüm dünyaya öncü olması gerektiğinin altını çizdi.

Elbette bu kriz dönemini ABD’nin küresel liderlik rolü için bir fırsat olarak gören sadece Kissinger değil. Karen Donfried ve Wolfgang Ischinger de Foreign Affairs’te yayımladıkları makalelerinde “Şimdi Amerika Birleşik Devletleri'nin muazzam küresel liderlik potansiyelinden yararlanma zamanı.” diyerek Kissinger’ın çağrısına katıldı. Benzer şekilde Michael Green, Evan S. Medeiros, Kurt M. Campbell ve Rush Doshi gibi önemli isimler de “Amerikan liderliğinin devam eden bir krizi var. Amerika Birleşik Devletleri'nin her düzeyde yetkin liderliğini yeniden kurması çok önemlidir." sözleriyle ABD’nin küresel liderlik potansiyelini teyit etti.

1950’lerden bugüne devam eden pek çok iş birliği ve kurumsal gelişim modelinin büyük kriz/yıkım anlarında doğduğu bilinmektedir. Green ve Medeiros’un da vurguladığı gibi ABD'nin Avustralya, Japonya ve diğer ülkelerle güvenlik anlaşmaları Kore Savaşı'nın zirvesinde imzalanmıştı. Avustralya, Hindistan ve Japonya ile yapılan Dörtlü Güvenlik Diyaloğu (Quadrilateral Security Dialogue) 2004 yılında yaşan tsunami felaketine çözüm üretmek için çok kısa sürede organize edilebilmişti. Benzer şekilde G-20 liderleri ilk kez 2008 mali krizinin ortasında Kasım 2008'de toplanmıştı. Bu açıdan bakıldığında mevcut kriz de küresel iş birliği ve ABD’nin küresel liderliği için bir fırsat olarak görülebilir. Ancak tam da bu noktada aşağıdaki soruyu sormak gerekiyor.

ABD’nin Küresel Liderlik Rolü Oynaması Mümkün mü?

Kitlesel işsizlik ve hızla daralan bir ekonomi karşısında ABD Başkanı Donald Trump, küresel salgını sona erdirme ve ülkeyi aşamalı olarak tekrar normal yaşama döndürme mücadelesi verirken ve ABD bu kadar kendi gündemine odaklanmışken ABD’nin mevcut küresel sorunla mücadelede öncülük etmesi düşüncesi pek de gerçekçi görünmüyor. Ayrıca “America First” mottosu ile hareket eden Trump’ın hiçbir zaman böyle bir vizyonunun olmadığını da belirtmek gerekir.

Kuşkusuz Trump da önceki ABD başkanları gibi seçimlerde kaderinin ekonominin durumuna göre şekilleneceğini iyi biliyor. Ayrıca Trump’ın küresel salgın ile mücadelede başarısız olduğu ve gerekli tedbirleri zamanında almadığı yönündeki kanı da giderek artıyor. ABD'de koronavirüs krizinde en güvenilir kişi olarak görülen Alerji ve Enfeksiyon Hastalıkları Ulusal Enstitüsü (the National Institute of Allergy and Infectious Diseases) Direktörü Dr. Anthony Fauci, Trump ile yaptığı bazı görüşmelerin detaylarını paylaşarak Trump’ın “neredeyse her zaman” kendisinin önerdiği düzenlemeleri görmezden geldiğini söyledi. Ayrıca geçen hafta katıldığı bir programda Fauci, “İşe dönüşle birlikte insanlar tekrar hareket etmeye başlayacak, bu ikinci bir koronavirüs dalgasına neden olabilir.” uyarısında bulunarak Trump’ın bu konuda acele ettiğini, halkın sağlığını ekonomik kaygılarla riske attığını ima etti.

Donald Trump’a ABD’nin uluslararası pozisyonunu koruyamadığı yönünde eleştiriler de mevcut. Koronavirüs krizinin Amerikan yaşamına ve ekonomisine büyük zarar verdiği gibi ABD'nin dünyadaki liderliğinde bir düşüşe de işaret ettiğini düşünen pek çok yazar Trump’ı ABD başkanlarının geçtiğimiz yüzyılda yaşanan küresel krizlerde çare sunmak, diğer ülkeleri desteklemek ve tarafları koordine etmek gibi oynadığı öncü rolü ortadan kaldırmakla suçluyor. The Washington Post “Amerika Birleşik Devletleri şu anda G-7’nin dönem liderliğini elinde tutuyor ancak Trump’ın birkaç başarısız telefon görüşmesinden sonra Fransız Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron salgınla mücadeleyi konuşmak için bir G-7 video konferansı zirvesi düzenlenmesi için inisiyatif aldı. G-20 Sanal Zirvesi Suudi Arabistan tarafından düzenlendi; Muhammed bin Selman'ın parya rejimi, Trump'ın yarattığı liderlik boşluğundan yararlanıyor.” diyerek Trump yönetimini pasif davranmakla eleştirdi.

Trump Dönemi'nde daha önce benzeri görülmemiş ABD geri çekilmesinin en büyük kazananın ise Çin olduğunu söyleyen muhalif gazeteler Xi Jinping yönetiminin, kendi ülkesindeki durumu kontrol altına aldıktan sonra dünyanın pek çok ülkesine olduğu gibi AB'ye de yardım ettiğini, Çin'in en büyük şirketlerinden biri olan Jack Ma’nın, Afrika'daki 54 ülke de dâhil olmak üzere ABD'ye test kiti ve maske temin ettiğini yazdı.

Görünen o ki yapılan küresel liderlik çağrıları Trump yönetiminde karşılık bulmuyor. Kasım 2020 ABD Başkanlık Seçimlerini Demokrat aday Joe Biden’in kazanması durumunda yeni ABD yönetiminin bahsedilen küresel liderlik rolünü üstlenmesi beklenebilir. Bu ise ayrı bir tartışma konusu. Ayrıca belirtmek gerekir ki herkes küresel salgın sonrası dünyada pek çok şeyin değişeceğini düşünse de bunun hangi yönde olacağına dair farklı fikirler mevcut. Bazıları salgının Çin liderliğinde yeni bir dünya düzeni getireceğini düşünürken bazıları ise Çin'in yükselişini durduracağına inanıyor. Kimileri bunun küreselleşmeyi sona erdireceğini söylerken kimileri de küresel iş birliğinin yeni çağını başlatacağını umuyor. Tam da bu noktada aşağıdaki soruyu sormak da gerekiyor.

Küresel Salgın Sonrası Yeni Bir Dünya Düzeni mi?

Koronavirüs sonrası dünyaya dair tartışmaların ivme kazandığı bugünlerde Foreign Policy’nin Stephen Walt, G. John Ikenberry, Joseph S. Nye gibi alanında tanınmış 12 isme sorarak hazırladığı “How the World Will Look After the Coronavirus Pandemic” başlıklı rapor bu anlamda önemli. Yazarların ortak vurguları ise şöyle sıralanabilir:

  • Salgının yarattığı kriz devleti güçlendirecek ve milliyetçiliği arttıracak.
     
  • Önceki salgınlar büyük güç rekabetine son vermediği ve yeni bir küresel iş birliği çağı başlatmadığı gibi mevcut koronavirüs krizi de böyle bir sonuç yaratmayacak.
     
  • Yaşadığımız salgın daha az açık, daha az refah içinde ve daha az özgür bir dünya yaratacak.
     
  • Koronavirüs salgını ve iklim değişikliği gibi ulus-aşan tehditlerle ortak mücadele edilmesi gerekmektedir.

Koronavirüs krizinin uluslararası siyasetin temelde gizli doğasını değiştirmeyeceğini düşünen realist ekolün ABD’deki önemli ismi Walt’a göre her tür hükûmet, krizi yönetmek için acil durum önlemleri alacak ve birçoğu kriz bittiğinde sahip olduğu bu yeni güçlerden vazgeçmeye razı olmayacak. Liberal teorinin önemli isimi Ikenberry’e göre ise zarar gören ekonomiler ve yaşanan toplumsal çöküşler göz önüne alındığında yakın gelecekte dünyada milliyetçi hareketlerin güçlenmesi, büyük güç rekabeti ve stratejik ayrışmanın dışında bir şey görmek mümkün olmayacak. Neoliberalizm kuramının kurucularından Nye’a göre koronavirüs salgını, Trump’ın 2017'de büyük güç rekabetine odaklanan yeni ulusal güvenlik stratejisinin yetersizliğini gösterdi. Ulusal güvenlik üzerine bir kez daha düşünmek gerekiyor.

Kuşkusuz koronavirüs krizi ülke ekonomilerinde, devlet yönetimlerinde ve toplumsal yapılarda yıkıcı bir etki yapıyor. Bu etkilerin boyutlarını hesaplamak için ise krizin bitmesini beklemek gerekecek. Ancak bu kriz, tüm küreselleşme söylemlerine rağmen temel siyasi ve ekonomik birimlerin hâlâ ulus devlet olduğunu net bir şekilde gösterdi. Buna bağlı olarak yakın gelecekte milliyetçi hareketlerin güç kazanacağını ön görmek zor değil. Ayrıca bu dönemde küreselleşmenin faydalarının ve maliyetlerinin yeniden değerlendirilmesi hızlanacak. Elbette sınırların daha fazla önem kazandığı bugünlerde bu durum küreselleşmenin sonunu ilan etmek demek değil. Ekonomik küreselleşmenin bazı yönleri kısıtlanacak olsa da pek çok alan hız kesmeden devam edecek.

Sonuç olarak 1989’da Berlin Duvarı'nın ve 2001’de İkiz Kulelerin yıkılması gibi koronavirüs krizinin de küresel çaptaki çok geniş sonuçları ilerleyen zamanlarda anlaşılacak. Ancak şurası kesin ki binlerce insanın hayatına mal olan bu salgın ülkelerin siyasi yapılarında ve ekonomik güçlerinde kalıcı değişimlere yol açacak.