Beyrut Patlaması ve Sonuçları

Beyrut Patlaması ve Sonuçları
Yazı boyutunu buradan ayarlayabilirsiniz

4 Ağustos Salı günü, Beyrut Limanında depolanan ve 2.750 ton ağırlığında olduğu belirtilen amonyum nitratın patlaması, Lübnan’ın başkentini savaş alanına çevirdi. 220’den fazla kişinin ölümüne ve yedi bin kişiden fazlasının yaralanmasına yol açan olayın bir saldırı sonucu mu yoksa kaza sonucu mu meydana geldiği henüz net olarak bilinmese de ülkenin içinde bulunduğu hassas durum endişelere yol açıyor.

Tarihî olarak “Bilad’uş Şam” olarak bilinen, büyük Suriye’nin bir parçası olan ve 4 asrı aşan bir süre Osmanlı İmparatorluğu hâkimiyeti altında kaldıktan sonra Modern Dönem’de Fransız sömürgeciliğinin de etkisiyle bağımsız bir ülkeye dönüşen Lübnan’ın kaderi, etrafındaki gelişmelerden yakından etkilendi. Özellikle İsrail-Arap savaşlarının sonucunda 1982 yılında İsrail’in Lübnan’ı işgal etmesi, İsrail gözetiminde ve korumasında Filistinli sivillere yönelik olarak gerçekleştirilen Sabra-Şatilla Katliamı, ülkedeki ABD ve Fransız askerî güçlerine yönelik olarak 79 İslam Devrimi’nden etkilenen Hizbullah’ın 1983 yılında düzenlediği saldırının ardından bu güçlerin Lübnan’dan çekilmesi 80’li yılların en önemli gelişmeleriydi. 1992 yılında İsrail, Hizbullah lideri Abbas Musevi’yi bir helikopter saldırısı ile öldürse de bu durum Hizbullah’ın gelişim sürecini durduramamış aksine 2000 yılına gelindiğinde Hizbullah düzenlediği yıpratma eylemleriyle İsrail’in Güney Lübnan işgalini sona erdirecek bir askerî güce kavuştuğu gibi siyasi olarak da ülkenin en büyük partilerinden birine dönüşmüştü. Şüphesiz bu durumda İran ve Suriye arasında sağlanan anlaşmanın ve Hizbullah’a verdikleri önemli mali, askerî ve lojistik desteğin büyük payı vardı. 2004 yılında gerçekleşen ve faili hâlâ belli olmayan Refik Hariri cinayeti Suriye’nin Lübnan’dan çıkmasına yol açsa da saldırının faili olduğu ileri sürülen Hizbullah’ın silahsızlandırılmasını öngören 1559 sayılı BM Güvenlik Konseyi kararının uygulanması mümkün olmadı. 2006 yılında İsrail ile Hizbullah arasında gerçekleşen 33 günlük yoğun çatışmalar da Hizbullah’ın askerî olarak etkisiz hâle getirilmesinin ne kadar zor olduğunu bir kez daha göstermiş oldu.

2011 yılında Hizbullah’ın Suriye İç Savaşı’na Baas rejimi lehine müdahil olmasıyla birlikte Lübnan bu durumdan olumsuz etkilendi. Sınır bölgesindeki çatışmalar Hizbullah lehine sonuçlansa da askerî başarının örneği politik ve ekonomik yönetim konusunda gösterilemedi ve Hizbullah, Lübnan’ın içinde bulunduğu yönetim krizinin temel aktörlerinden birisi olarak görüldü. Trump’ın işbaşına gelmesiyle birlikte Hizbullah’ın en önemli destekçileri olan Suriye ve İran’a yönelik uygulamaya koyduğu yaptırımların iki ülke ekonomisini felç etmeye başlaması Hizbullah’ı da etkiledi. Benzer şekilde Hizbullah’ın gün geçtikçe artan nüfuzundan rahatsız olan Suudi Arabistan ve Fransa gibi ülkelerin dış yardımları azaltmaları, Lübnan halkını iyice zor duruma soktu. Son olarak Lübnan’ı da hedef alan Sezar Yaptırımları ile iyice ağırlaşan yaşam şartlarına tepki olarak ülkede çok sayıda gösteri, kabine değişikliği, toplumsal kampanya görülse de ekonomik koşullarda somut bir değişiklik olmadı.

4 Ağustos’ta yaşanan patlamanın, ülkenin son 20 yıldır tartışmasız baskın gücü olan Hizbullah’a yönelik tepkileri artıracağı kesindir. Her ne kadar örgüt lideri Hasan Nasrallah patlamadan sonra yaptığı konuşmada kendilerinin Beyrut Limanından çok Hayfa Limanı ile ilgilendiklerini söylediyse de Lübnan’ın tüm stratejik tesisleri gibi ülke ticaretinin %70’nin gerçekleştiği Limanın da Hizbullah’ın kontrolü altında olduğu biliniyor. Liman yetkililerinin altı yıldır yaptıkları hukuki başvurulara rağmen patlayıcı maddenin Limandan çıkarılmasının engellendiğini açıklamaları, güçlü çevrelerin hem askerî hem de sivil kullanıma sahip maddelerin Limanda kalmasını istediğini gösteriyor. Amonyum nitratın füze yakıtı üretiminde de kullanıldığının belirtilmesi yine depodaki miktarın altı yıl içinde tedrici olarak azalmış olduğuna dair ifade edilen uzman görüşleri meselenin karmaşıklığını ortaya koyuyor.

Son olarak olayın hemen ardından Fransa Cumhurbaşkanı Macron’un Beyrut’a giderek gövde gösterisinde bulunması, Hizbullah karşıtlıkları ile bilenen bazı grupların devlet kurumlarını işgal etme girişimleri ya da bazı bakan ve yetkililerin ülkenin içinde bulunduğu duruma tepki göstermek amacıyla istifa etmeleri ülkedeki gerilimin ve belirsizliğin artacağının işaretleri olarak değerlendirilebilir. Başbakan Hasan Diyab’ın erken seçim çağrısını da bu yönde değerlendirmek mümkündür. Ancak söz konusu gelişmeler ne kadar artarsa artsın ülkede yapısal bir değişiklik beklenmemelidir. Zira Lübnan krizi uzunca bir süredir temelde Suriye ve İran’ı da içine alan daha büyük bir krizin parçası hâline gelmiş durumda ve iki ülkedeki ekonomik şartların da gösterdiği gibi sosyoekonomik baskılar bu eksendeki yönetici grupların taviz ve uzlaşmaya yönelmesine yetmiyor. Dolayısıyla önümüzdeki dönemde Lübnan halkı nezdindeki meşruiyetine önem veren Hizbullah’ın toplumsal tepkileri yatıştırmak amacıyla birtakım politik jestlerine şahit olsak bile ya da erken seçim durumunda Meclisteki temsilci sayısında azalma meydana gelse bile örgütün silahsızlanma ya da Suriye İç Savaşı’na müdahil olma gibi asli meselelerde geri adım atması beklenmemelidir. Bu durum Lübnan krizinin neden daha uzunca bir süre devam edeceği sorusunun en başat cevabıdır.


Bu makale ilk olarak 12.8.2020 tarihinde TRT Farsça'da yayımlanmıştır.

https://www.trt.net.tr/persian/brnmh-h/2020/08/12/nfjr-byrwt-w-pymdhy-an-1471801