Celal Âl-i Ahmed ve Modernite Karşısında Yerlilik Düşüncesi

Celal Âl-i Ahmed ve Modernite Karşısında Yerlilik Düşüncesi
Yazı boyutunu buradan ayarlayabilirsiniz

Celal Âl-i Ahmed, 2 Aralık 1923 tarihinde geleneksel bir ulema ailesinin ferdi olarak Tahran’da dünyaya geldi. Tahsil hayatına dinî eğitim alarak başlayan Âl-i Ahmed daha sonra modern eğitim veren okullara girdi. Lise eğitimini Darülfünunda gece derslerine devam ederek tamamladı. Babasının isteğiyle dinî eğitimini tamamlamak üzere Necef’e gitti. Birkaç ay geçmeden Tahran’a dönerek eğitimini Danişsera-yı Âli’nin edebiyat şubesinde tamamladı. Celal Âl-i Ahmed, o yıllarda yaptığı öğretmenlik mesleğinin yanı sıra Tahran Üniversitesi Edebiyat Fakültesine bağlı olan Müessese-i Tahkikat-ı İçtimai (Toplumsal Araştırmalar Enstitüsü) kurumu ile çalışmaya başladı. Âl-i Ahmed aynı zamanda Danişsera-yı Âli, Danişsera Mamazan Şubesi, Danişkede-i Ulum-ı Terbiyeti ve Hünersera-yı Âli Narmek Şubesi gibi okullarda bir süre öğretmenlik yaptı. Gençlik yıllarında Ahmed Kesrevi’nin eserlerini okuyup 1940’ların özgür siyasi ortamında dinden koparak Tudeh Partisinin saflarına katıldı. Âl-i Ahmed daha sonra Eprim İshak ve Halil Meliki ile birlikte Tudeh Partisinden ilk ayrılanlardan oldu. Siyasi faaliyetlerine Meliki’nin yanında Partinin yayın organında yazar olarak devam etti. Âl-i Ahmed’in yazılarında ele aldığı konular arasında toplumsal ayrımcılıkların ortadan kaldırılması ve dış güçlerin müdahaleleriyle mücadele başı çekiyordu. Muzaffer Bekayi’nin liderliğindeki Hizb-i Zahmetkeşan-ı Merdom-ı İran (İran Halkı Emekçiler Partisi) isimli partide çalışıp Muhammed Musaddık’ın başbakanlığı döneminde İran petrolünün millîleştirilmesi olaylarına katıldıktan sonra aktif siyasetten çekilerek telif ve tercüme eserler kaleme almaya başladı. Âl-i Ahmed, o yıllarda İranlı kadın öykücülerden Simin Danişver ile evlendi. Daha sonra Ahmed Ferdid’in çevresine dâhil olarak Ferdid’in “garbzedelik”, “yerlilik”, “millî gelenekçilik” gibi düşüncelerinin takipçisi oldu. Âl-i Ahmed ayrıca Batı ülkelerine ve İsrail, Sovyet Rusya gibi ülkelere seyahatler gerçekleştirerek izlenimlerini Azrail’in Vilayetine Yolculuk, Sefer-i Rus gibi eserlerinde kaleme aldı. Bu seyahatler, Âl-i Ahmed’in düşüncesinde önemli izler bıraktı. Âl-i Ahmed “İran Yazarlar Birliği”nin (Kanun-i Nevisendegan-i İran) de kurucularından biridir. Araştırma ve yazıyla geçen bir ömrün ardından 9 Eylül 1969’da İran’ın kuzeyindeki Gilan ilinin Esalem kasabasında vefat etti.

Âl-i Ahmed, düşünsel ve siyasal faaliyetlerini Doğu-Batı ayrımına dayandırarak emperyalist ve yağmacı Batı’ya karşı yerliliği; İran kültürü, coğrafyası ve edebiyatını savunur. O, bu uğurda Batı emperyalizmine bağımlı olmakla itham ettiği Pehlevi rejimine muhalefet etmiştir. Ahmed Ferdid’in garbzedelik düşüncesini de aynı amaçla benimseyip siyasi bir itiraz programına dönüştürmüştür. Âl-i Ahmed’in garbzedelik düşüncesinde bir yandan Lenin’in fikirlerinin öte yandan da Şiiliğin modernite karşıtı duruşunun etkisi göze çarpar. Âl-i Ahmed’in dinî ve siyasi (Tudeh Partisi, Hizb-i Zahmetkeşân-ı Millet-i İran) çevrelerdeki tecrübeleri; onu, Şiiliğin siyasal yorumunu ideolojik bir araç olarak kullanmaya yöneltmiştir. Âl-i Ahmed’e göre Meşrutiyet Hareketi, Batı emperyalizminin İran’ı istilasının bir nişanesi olup İran’ın geleneksel Doğulu-Müslüman kimliğini ortadan kaldırmayı amaçlamıştır. Buna bağlı olarak Âl-i Ahmed, Batıcılık ve Batı teknolojisine karşı geleneğin modern biçimlerle yeniden inşasını savunur. Âl-i Ahmed, Batı teknolojisinin çevreye ve halkın yaşamına verdiği zarara dikkat çeker. Ayrıca ona göre Batı teknolojisi; İranlıların düşünce, sanat, edebiyat ve kültürünü ortadan kaldıracaktır.

Âl-i Ahmed’e göre İranlılar “öteki yabancı” Batılılar ile “İran’ın hakiki Doğululuğu” düşünceleri arasında sıkışmıştır. Âl-i Ahmed, Doğu-Batı ötekileştirmesi ile yabancı Batı-hakiki Doğu arasındaki zıtlığı, İran’ın kadim tarihine kadar götürür. Sonuç olarak Âl-i Ahmed’e göre İranlıların bu sıkışmışlıktan kurtulmaları ve kimlik meselelerinin çözümü için garbzedeliğe karşı koymaları gerekir. Âl-i Ahmed, benimsediği siyasi ve entelektüel tutuma bağlı olarak İranlı aydınları, Batı’nın istilasının ürünü ve Doğu asaletinin düşmanı olarak görür.

Âl-i Ahmed kimilerine göre Garbzedegi adlı eserinde, Batı emperyalizminin yanında İran içindeki istibdat ile mücadelenin de manifestosunu sunmuştur. Âl-i Ahmed, diğer taraftan mevzubahis konuları İran’ın entelektüel tarihine eleştirel bir bakış açısıyla ele alır. Ona göre İranlı aydınlar, Batı düşünce ve teknolojisini yerlileştirmeye çalışmayıp “öteki” olarak nitelendirilebilecek emperyalizm ile teoride ve pratikte birlikte hareket etmiş ve garbzedelik tavrının başlıca temsilcileri olmuşlardır.

Âl-i Ahmed’in garbzedegi düşüncesinin bir başka yönü de İranlı-Doğulu kimliğini ortaya koymasıdır. Âl-i Ahmed, bu kimliği Batıcı fikirlerden uzak, İran’ın tarihsel devamlılığını sağlamak adına gündeme getirir. Kendisinden önce Pehlevi rejimi, muhalif aydınlar, okuryazarlar ve teknokratlar; İranlı-Doğulu kimliğini modern dünya ile yeni siyasi, sosyal ve millî kimliklerden etkilenerek şekillendirmeyi amaçlamışlardı. Âl-i Ahmed ise İranlıların tarihî kimliğini yerli ve millî bir surette güncellemeye çalışmıştır.

Âl-i Ahmed, İranlı aydınlara yönelttiği garbzedelik eleştirisine bağlı olarak İran’ın tarihî ve kültürel mirasını kaybedilmiş kavram ve kurumlar olarak görüp bunların modern Batı medeniyetinin şiddetli tesiri altında bulunduğunu veya Batı medeniyetine yenildiğini düşünür. Bu düşünceden hareketle üçüncü dünya ülkelerinin yağmalanması ve sömürgecilikle mücadeleyi, yerli düşünce ve siyaset geleneği ile yurtsever devletin oluşumu süreçleriyle birleştirir. Âl-i Ahmed, Batı’nın “hediyesi” olarak gördüğü makineleşmenin, İran’ın tarihsel ve kültürel mirasını ortadan kaldırdığını ileri sürer.

Âl-i Ahmed, hastalık olarak nitelediği garbzedeliğin esaslarını bu hastalığın yarattığı sorunlara ve hastalığa yakalanmaya hazır ortama vurgu yaparak tahlil eder. Âl-i Ahmed, bu iki hususa bağlı olarak İranlı aydınların Batı ile mücadeledeki yetersizliklerine işaret eder. Garbzedegi adlı eserinde bu durumu şöyle ifade eder: “Biz, tarihî ve kültürel kimliğimizi teknoloji ve onun saldırısı karşısında koruyamadık, hatta bozguna uğradık. Mesele şu ki biz yeni çağların bu heyulası karşısında akıllı ve bilinçli bir tutum geliştiremedik. Batı medeniyetinin felsefe, esas ve mahiyetini anlamadıkça tıpkı aslan postuna bürünmüş eşek gibi yalnızca görünüşle yetinerek Batıcılık oynayacağız.” (Âl-i Ahmed, 1976, s. 28).

Âl-i Ahmed her ne kadar Batı’ya ve Batıcılığa karşı çıkıyor olsa da kendisi de Batı kültürünün kavramlarını kullanmaktan geri durmaz. O, hayatı boyunca modern metodolojiden yararlanarak birçok antropolojik monografi hazırlamış ve bunları kitap olarak yayımlamıştır. Tât-neşînha-yı Bolûk-u Zehrâ (Puyin-şehr’de Yaşayan Tat Halkı Hakkında) ve Cezîre-i Hârk Dürr-i Yetim-i Halîc-i Fârs (Hark Adası: Basra Körfezi’nde Bir İnci) kitapları bu monografilere örnektir. Âl-i Ahmed, siyaset ve antropoloji konularındaki yazılarının dışında Nun ve’l-Kalem, Zen-i Ziyadi, Müdir-i Medrese gibi roman ve öykü türlerinde de eserler vermiştir. Âl-i Ahmed, düşüncelerinin bir kısmında Batılı sosyolog ve düşünürlerin tesiri altındadır. Âl-i Ahmed’in Jean Paul Sartre ve Albert Camus gibi düşünürlerin eserlerini Farsçaya tercüme etmesi, bir bakıma varoluşçuluk akımının etkisinde olduğunu gösterir. Âl-i Ahmed’in; makineleşme hakkındaki düşüncelerinde Karl Marx, teknolojinin tahrip edici ve insani olmayan niteliğine ilişkin görüşlerinde Martin Heidegger ve üçüncü dünya ülkeleri ile Batı’nın bu ülkelere karşı sömürgeci emellerine ilişkin yazılarında da Jean Paul Sartre gibi filozofların etkisi bulunmaktadır. Esasen Âl-i Ahmed’in düşünce ve yazı dünyası “tersine oryantalizm ve oksidantalizm” olarak adlandırılmaktadır. Ne var ki Âl-i Ahmed hiçbir zaman fikirlerini teorik bir çerçeveye oturtamayıp doğru verilerle destekleyememiştir. Ne Garbzedegi ne de Der Hıdmet ve Hıyanet-i Rûşenfikran (Aydınların Hizmet ve Hıyaneti Hakkında) eseri karmaşık, slogan ve heyecana dayalı olma hâlinden ileri gidememiştir. Âl-i Ahmed saf Doğulu kimliğe dönüş düşüncesini bir çerçeveye oturtamadığı gibi bu düşüncenin muhtelif tarihsel ve felsefi çelişkilerini gündeme getirmiştir. Âl-i Ahmed; eserlerinde ele aldığı meselelerde geleneksel Doğu ile modern Batı, dinî Doğu ile tarihî Doğu arasında kalmış ve Batı teknolojisi, kültürü ve medeniyeti karşısında ne yapacağını bilemez bir duruma gelmiştir. Âl-i Ahmed, garbzedegi düşüncesini siyasallaştırıp aydınları Batı’ya bağımlı olmakla itham ederek gelenekçi ve Batı karşıtı İslamcılarla Şah rejimine karşı olan komünistlere aradıkları fırsatı vermiştir. Âl-i Ahmed; Batı Karşısında Asya, Butha-yı Zihni ve Hatıra-yı Ezeli (Zihnin Putları ve Ezeli Hatıra) eserlerinin yazarı Daryuş Şayegan ve Ançe Hod Daşt (Kendi Sahip Olduğu…), Gurbet-i Garbi (Batı Gurbeti) gibi kitapların yazarı İhsan Neraki gibi Batılı eğitim almış kişilerle birlikte Batı’ya ve Batıcılığa karşı İslam Devrimi’nin siyasi ve düşünsel temellerini oluşturmuştur.