Direniş Cephesinin Nükleer Müzakerelere Yaklaşımı

Direniş Cephesinin Nükleer Müzakerelere Yaklaşımı
Yazı boyutunu buradan ayarlayabilirsiniz

İran siyasetinin Direniş Cephesi olarak tanınan İslam Devrimi Direniş Cephesi mensubu çeşitli kademelerdeki aktörleri, son dönemlerde Nükleer Anlaşma’nın canlandırılması amacıyla Viyana’da nihai aşamaya kadar ilerlemiş olan ancak Rusya-Ukrayna Savaşı ile birlikte gölgede kalan müzakere sürecine ve varılan uzlaşıya yönelik duydukları rahatsızlıkları yüksek sesle dile getirmeye başlamıştır. Meclisin yaklaşık dörtte üçünü elinde bulunduran dört muhafazakâr gruptan biri olan Direniş Cephesi, iç ve dış politikada radikal görüşleri ile ön plana çıkmaktadır. Direniş Cephesinin ve ileri gelen aktörlerinin nükleer müzakerelere ilişkin bu tepkileri ne anlama geliyor? Reisi hükûmetine sundukları desteği geri mi çekiyorlar? Bu hususta en belirgin tepkileri ortaya koyan ve Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Reisi lehine seçimlerden çekilmiş olan eski Millî Güvenlik Yüksek Konseyi (MGYK) Sekreteri ve Mahmud Ahmedinejad Dönemi Başmüzakerecisi (2007-2013) Said Celili’nin amacı nedir? Bu gibi sorular merak uyandırıcıdır.

Şubat 2020’deki genel seçimlerde Meclise kayda değer milletvekili gönderen Direniş Cephesi, İran siyasetinde baskın rol oynama çabasındadır. Direniş Cephesi, Haziran 2022 Cumhurbaşkanlığı Seçimlerinde de kazanan aday İbrahim Reisi’nin sıkı destekleyicilerinden olmuştur. Direniş Cephesinden Said Celili de seçimlere birkaç gün kala Reisi’nin lehine yarıştan çekildiğini duyurmuştu. Gerek Celili gerekse Direniş Cephesi bu desteğine karşılık Reisi’nin kuracağı yeni kabineye ilişkin beklenti içerisinde olmuşsa da söz konusu beklentiler karşılık bulmamıştır. Zira partiler üstü bir figür olarak seçimlere giren Reisi’ye, aynı zamanda devrim rehberini seçme ve azletme yetkisine sahip 88 sandalyeli Uzmanlar Meclisinden 50 üye ve Meclisteki bütün muhafazakâr bileşenlerden (Direniş Cephesi dâhil) 220’nin üzerinde milletvekili aday olması için kendisine açık çağrıda bulunmuşlardı. Reisi arkasındaki bu desteğe ek olarak müesses nizamın en önemli unsurlarından olan Anayasayı Koruyucular Konseyinin (AKK) kendisine rakip olabilecek tüm etkili isimleri veto ederek sağladığı destek onu kabine oluştururken herhangi bir gruba imtiyaz vermeden karar vermesini kolaylaştırmıştır. Bunun bariz örneklerinden biri de muhafazakârlar içerisinde Direniş Cephesinin karşıt kutbunda yer alan ve kendisini Neo-Muhafazakâr olarak niteleyen Meclis Başkanı Muhammed Bakır Kalibaf ve ekibi de Reisi’ye verdikleri destek karşılığında yeni kabinede yer bulamamış bu da hükûmet kurma sürecinde perde arkasında önemli tartışmalara neden olmuştu. Bununla birlikte Kalibaf’ın adamlarına orta kademelerde yer verilerek kısmi bir uzlaşıya gidilmişti. Reisi’nin kabinesinde en kârlı çıkan ise gerek bakanlık gerekse üst düzey bürokrat ve diplomatlık görevlerinde bulunmuş olan Ahmedinejad’ın eski çalışma arkadaşları olmuştur. Hizmet Cephesi olarak nitelenen bu gruptan 19 bakanlı hükûmete yaklaşık 10 bakan atanmıştır. Ahmedinejad’ın 2011’de Devrim Rehberi Hamenei ile ters düşmesi üzerine çevresindeki aktörler kendisinden uzaklaşmış bir kısmı Direniş Cephesi adı altında örgütlenmeye giderken diğerleri kendilerine daha bağımsız bir yol belirlemişti. Bu bağımsız tavrı sergileyen ancak herhangi bir çatı altında örgütlenmeye gitmemiş olan aktörler ise dışarından Hizmet Cephesi olarak isimlendirilmiştir. Meclisteki dördüncü grup ise İslami Koalisyon Partisidir. Bu parti diğer üç gruba nazaran etkin bir role sahip değildir. Hâlihazırda bu aktörler arasındaki güç ve iktidar mücadelesi çerçevesinde şekillen İran iç politikasında yeterli pay elde edemediğini düşünen Direniş Cephesi, harekete geçmiş gözükmektedir.

Direniş Cephesinin hükûmetin kuruluş aşamasından itibaren Reisi’nin atadığı bazı bakanlar üzerinden muhalefetlerini gösterdikleri görülmektedir. Örneğin Reisi’nin İstihbarat Bakanlığı için önerdiği Seyid İsmail Hatib hakkında Direniş Cephesi sert eleştiride bulunmuş ve kendisini Kum İstihbarat Dairesi görevinde iken yakından tanıdıklarını ve bakanlık düzeyindeki bir görev için yetersiz olduğunu ileri sürmüşlerdir. Öte yandan Direniş Cephesi, seçimlerde sundukları destek ve Celili’nin Reisi lehine seçimlerden çekilmiş olması nedeniyle kabinede Cumhurbaşkanı Birinci Yardımcılığı, Dışişleri Bakanlığı veya MGYK Sekreterliği görevine Celili’nin getirilerek nükleer dosyanın yeniden kendisine tevdi edilmesi beklentisi içerisindeydi. Ancak bu beklentilerin hiçbiri gerçekleşmemiştir. Buna karşılık Celili MGYK sekreteri iken yardımcılık görevinde bulunmuş olan Ali Bakıri Keni, Dışişleri Bakanı Hüseyin Emir Abdullahiyan’ın yardımcısı olarak atanmış ve müzakere heyetinin başına getirilmiştir. Bu atama ile Celili’nin nükleer dosya konusundaki anlayışının yeni dönemde de uygulanacağı beklentisi, Reisi’nin dünya ile teamül/iletişim içerisinde olacağız yönündeki açıklaması ile son bulmuştur. Zira Celili’ye göre İran, ABD karşısında taviz vermemeli ve %90 oranında uranyum zenginleştirme faaliyetlerine hız vermelidir. Yine ona göre ABD ve AB troykası dosyayı tekrar BM Güvenlik Konseyine taşımak için Nükleer Anlaşma’da yer alan tetik mekanizmasını devreye sokmak isteseler bile Rusya ve Çin’in vetosu neticesinde sonuç elde edemeyeceklerdir. Böylelikle %90 seviyesinde uranyum zenginleştirebilmiş İran’ın, ABD ile doğrudan müzakerelere geçerek taleplerini kabul ettirmesi daha mümkün hâle gelecektir. Celili hem müzakere sürecine yönelik eleştirilerini hem de söz konusu çözüm önerisini Devrim Rehberi’ne gönderdiği 200 sayfalık mektubunda detaylı bir şekilde ele almıştır.

Celili’nin bu adımları; kabinede kendisine yer verilmeyip siyaseten pasifleştirilmeyi kabul etmeyerek sistem içerisindeki yerini korumaya çalıştığı ve geleceğe dönük siyasi yatırım olarak attığı şeklinde değerlendirilmektedir. Zira Celili, ABD’de kasım ayında gerçekleştirilecek Kongre seçimleri sonucunda cumhuriyetçilerin çoğunluğu elde ederek Nükleer Anlaşma’yı tekrar sabote etmelerinin veya gelecek dönem başkanlık seçimlerinde Donald Trump ya da başka bir cumhuriyetçi adayın seçimleri kazanarak 2018’de olduğu gibi tekrar Anlaşma’dan çıkmasıyla İran’ın uğrayacağı zararların sorumluluğunu Reisi ve hükûmetine yüklemeye çalışmaktadır. ABD’deki gelişmeler kasım ayındaki seçimleri cumhuriyetçilerin kuvvetle muhtemel kazanacağı ve aynı şekilde başkanlık seçimleri için şanslarının yüksek olduğu yönündedir. Bu bağlamda Celili şimdiden müzakere sürecinin durdurulması ve söz konusu düzeyde uranyum zenginleştirme faaliyetlerine hız verilmesi gerektiğini savunmaktadır. Böylelikle ister demokrat ister cumhuriyetçi bir başkan iktidara gelsin kendisiyle doğrudan müzakere masasına oturarak bu dosyayı kesin bir karara bağlamak düşüncesindedir. Celili bu yaklaşımında ısrar ederek müzakereler neticesinde varılacak uzlaşının uzun ömürlü olmayacağı ve bundan doğacak tüm sorumlulukları da Reisi’ye yükleyerek bir sonraki dönem Cumhurbaşkanlığı seçimlerine yatırım yapmaya çalışmaktadır. Ancak uzlaşının sağlanması ve söz konusu olumsuz senaryoların gerçekleşmemesi durumunda Celili’nin sistem içerisindeki pozisyonun ve sonraki siyasal yaşamının tamamen pasif bir alana itileceğine kesin gözüyle bakılmaktadır.

Öte taraftan Direniş Cephesinden Celili dışında da müzakerelere yönelik eleştiriler dile getirilmektedir. Örneğin Direniş Cephesi milletvekillerinden Mahmud Nebeviyan, Mecliste yaptığı açıklamada müzakere heyetinin Viyana’da elde ettiği uzlaşıyı eleştirerek ABD’nin Anlaşma’dan bir daha çıkmama konusunda taahhüt vermeyi kabul etmediğini ve önceki Başkan Trump’ın getirmiş olduğu yaptırımların tamamını kaldırmak yerine sadece bir kısmını kaldırmayı kabul ettiğini belirterek bunun İran’ın ve halkın çıkarlarına aykırı olduğunu savunmuştur. Direniş Cephesinin diğer üyelerinden Kerim Kuddusi ve Nasrullah Pejmanfer gibi milletvekilleri de Mecliste, 5 kişiden oluşan nükleer uzlaşı karşıtı bir komitenin kurulmasını ve komitenin Reisi ile görüşmesini önermiştir. Son olarak 4 Nisan Pazartesi günü Ali Hizriyan ve Mahmud Nebevi’nin Mecliste eleştirilerini dile getirdikleri açıklamalarında Reisi hükûmetinin nükleer dosya konusundaki tutumunun, Ruhani hükûmeti ile hiçbir farkı olmadığını ileri sürmüş ve uzlaşı metni olduğunu belirttikleri metinde yer alan hususlardan örnekler vererek iddialarını kanıtlamaya çalışmıştır. Hizriyan ve Nebevi açıklamalarında Reisi hükûmetini, Meclisin Ruhani hükûmeti döneminde çıkarmış olduğu Yaptırımları Kaldırmak ve İran Halkının Çıkarlarını Korumak İçin Stratejik Eylem Yasası’na aykırı hareket etmekle suçlamaktadır. Söz konusu yasa gereği hükûmet iki ayda bir gelişmeleri Meclise rapor etmekle mükellefken bu hükmün yerine getirilmediği bir yana müzakere heyeti ve Keni’nin kabul ettikleri uzlaşı metnine göre ABD’nin İran’ın taleplerini yerine getirmediği ve kırmızı çizgilerin aşıldığı ifade edilmiştir. Örneğin ABD bir daha Anlaşma’dan çıkmayacağı yönünde teminat vermediği gibi “Doğrulama” ilkesini de kendi lehine dönüştürmüş ve İran’ın ABD’nin taahhütlerine bağlılığı konusunda doğrulama raporu hazırlaması yerine ABD ve AB troykasının İran’ı taahhütlerine bağlılığını doğrulama konusunda yetkin kılındıkları ileri sürülmüştür. Özetle Direniş Cephesi, Reisi hükûmetini, Ruhani hükûmetinin izinden gitmekle itham etmektedir.

Netice itibarıyla Celili başta olmak üzere Direniş Cephesi ileriye dönük siyasi hesapları doğrultusunda nükleer dosya özelinde Reisi hükûmetine karşı eleştirilerini giderek artırmıştır. Direniş Cephesi hem seçimler sonrasında kabine belirlenirken beklentilerinin karşılanmamış olduğunu hem de olası nükleer uzlaşıdan kaynaklanacak risklerin sorumluluğunu üstlenmeyeceğini bariz bir şekilde ortaya koymuştur.