İdlib’de Hava Sahası Düğümü

İdlib’de Hava Sahası Düğümü
Yazı boyutunu buradan ayarlayabilirsiniz

Türkiye, 2011 yılında başlayan Suriye iç savaşının ilk günlerinden itibaren uluslararası topluma göçmenlerin güvenle iskân edebileceği alanlar oluşturmak amacıyla Suriye’nin belirli yerlerinde uçuşa yasak bölge ilan etme çağrısında bulunmuştu. Türkiye’nin de üyesi olduğu NATO ülkeleri dâhil Batılı devletler böyle bir inisiyatif almaya yanaşmazken Astana Süreci’nin taraflarından olan ve Suriye’de hava sahası üstünlüğünü elinde bulunduran Rusya’nın yanı sıra İran da buna mutlak olarak karşı çıktı. Krizin geldiği noktada bu çağrının karşılık bulmamasının ne derece büyük bir insani krize yol açtığı ortada. Son haftalarda Suriye’de çatışmaların bilhassa İdlib merkezli olarak tırmanması uçuşa yasak bölge tartışmalarını tekrar gündeme getirdi. Özellikle birkaç hafta zarfında çok sayıda şehit haberleri ile sarsılan Türkiye’nin İdlib sahasındaki askerî varlığını artırması kritik bir dönüm noktası oldu. Daha önce birçok uçuşa yasak bölge kararında etkin olan ABD’den gelen mesajlar ise net olmaktan hayli uzak. Ancak Cumhuriyetçi Senatör Lindsey Graham 28 Şubat’ta ABD Başkanı Trump’a ve uluslararası topluma İdlib’de uçuşa yasak bölge ilan edilmesi çağrısında bulundu. Graham bu çağrısını böyle bir kararın binlerce masum erkek, kadın ve çocuğun Suriye rejimi, İran ve Rusya tarafından uluslararası hukuka aykırı şekilde katledilmesinin önüne geçeceğini belirterek savundu. Graham çağrısını 3 Mart’ta da yineledi ve “ABD dâhil şu anda tüm dünya için insani kriz daha da kötüye gitmeden önce İdlib’i uçuşa yasak bölge ilan etme zamanıdır.” ifadelerini kullandı. Graham’ı destekleyen bir ses de AB’den geldi. Hollanda Dışişleri Bakanı Stef Blok da Ankara ile Moskova arasında 5 Mart günü varılan ateşkes mutabakatının “uçuşa yasak bölge” ile desteklenmesi gerektiğini belirtti ve AB ülkelerinin bu adımı atmak için hazır olduğunu ifade etti. Blok böyle bir kararın el-Kaide ile olan mücadeleyi sekteye uğratmayacağını ve yalnızca sivil yerleşim alanlarının bombalanmasını önleyeceğini söyledi.

Derinleşen krize rağmen AB, ABD ya da NATO konuya ilişkin herhangi bir inisiyatif almazken Türkiye, İdlib’de tahkim ettiği askerî varlığıyla ortaya bir insanlık dramının çıkmasını engellemek istemektedir. Bununla birlikte Rusya ile Şam rejiminin hava saldırılarıyla oluşan mülteci akınını, masum sivillerin yaşamını korumaya alarak durdurmaya çalışmaktadır. Nitekim sınır güvenliğini sağlamak ve mülteci akınını engellemek Türkiye’nin genel Suriye politikasının iki önemli parçasıdır. Türkiye’nin uçuşa yasak bölge tezi tam da bu noktada önem kazanmaktadır. Zira Türk yetkililer hava saldırısı olasılığı sürdüğü müddetçe sivilleri belirli bir bölgeye yerleştirmenin imkânsız ve riskli olacağını savunmaktadır. Dahası Türkiye’ye göre özellikle Avrupa’nın hem bu noktada girişimde bulunmayıp hem de artan mülteci sorunundan şikâyet etmesi büyük bir çelişki. Peki uçuşa yasak bölge neyi kapsıyor ve neden bu kadar önemli?

Graham’ın önerdiği “uçuşa yasak bölge” 1991-2003 yılları arasında Irak’ta, 1993-1995 yıllarında Bosna-Hersek’te ve 2011, 2018 ve 2019’da ise Libya’da uygulandı. Bu süreç Libya ve Bosna-Hersek’te BM Güvenlik Konseyi kararıyla başlatılırken Irak’ta ABD 1991 yılında Fransa ve İngiltere ile birlikte insani yardım harekâtlarını desteklemek için bu uygulamayı başlattı. 1992’de 32. paralele kadar uzayan uçuşa yasak bölge, 1996’da 33. paralele kadar genişletildi. Ancak dönemin Irak Lideri Saddam Hüseyin, tek taraflı alınmış bir karar olduğu gerekçesiyle uçuşa yasak bölgeyi tanımayacağını ve ABD uçaklarını bombalayacağını açıklamıştı. Teorik olarak uçuşa yasak bölgenin ihlal edilmesi mümkün. Nitekim 1992-1998 yılları arasında Irak’ın savaş uçakları defalarca uçuşa yasak bölgeye girmiş ve ABD uçakları bu saldırıları püskürtmüştü. 1992 yılında Bosna-Hersek için BMGK’de; ABD, Çin, Rusya, İngiltere ve Fransa’dan oluşan beş daimî ve on geçici üye ile toplam 15 üyeli BM Güvenlik Konseyi Çin’in çekimser kalmasına rağmen 14 üyenin olumlu oyuyla 781 sayılı kararı almış ve Bosna Hersek’i uçuşa yasak bölge ilan etmişti. Bu karara rağmen 500 kadar ihlalin tespit edilmesi üzerine bu defa 816 sayılı kararla ihlalleri engellemek için önlemlerin alınmasını sağlanmıştı. Benzer bir karar Libya iç savaşının çıkmasından kısa süre sonra Kaddafi yönetimine karşı da alınmıştı. İngiltere, Fransa ve Lübnan’ın Libya semalarını uçuşa yasak bölge ilan etme yönünde hazırladığı karar tasarısı 17 Mart 2011’de beş çekimser oya rağmen on olumlu oyla kabul edilmişti. Daimî üyeler arasında yer alan Rusya ve Çin’in yanı sıra geçici üyeler arasında yer alan Almanya, Hindistan ve Brezilya çekimser oy kullanmıştı.

Esasen uçuşa yasak bölgeye ilişkin mevcut durum tam da bu noktada düğümleniyor. Zira Rusya’nın veto hakkının bulunması BM Güvenlik Konseyi’nin İdlib’de uçuşa yasak bölge ilan etmesini imkânsız hâle getiriyor. Libya’da çekimser kalan Rusya’nın Suriye konusunda büsbütün olumsuz bir tavır takınacağı su götürmez bir gerçek. Fakat daha önce Irak örneğinde olduğu gibi çeşitli ülkelerin inisiyatif alması durumunda İdlib’de fiilen bir uçuşa yasak bölge oluşturulabilir ve Rusya bu karara taraf olan bütün ülkeleri karşısına alamaz. Elbette bu karar alınmış olsa dahi Rusya’nın desteğini arkasına alan Esed rejiminin buna ne kadar uyacağı muamma. Fakat böyle bir kararın alınması en azından İdlib’deki insani krizin derinleşmesini önleyip mülteci akınının durmasını sağlayacaktır. Türkiye’nin 17 Eylül 2018’de Rusya ile vardığı İdlib Mutabakatı rejimin hava saldırıları nedeniyle çökmüştü. İki ülkenin 5 Mart’ta üzerinde mutabık kaldığı yeni durumun korunması ise bunun engellenmesine bağlı. Anlaşmayla ortaya çıkan zeminin bunu engelleyeceği umuluyorsa da son iki yılda yaşananlar temkinli olmayı gerektiriyor. Uçuşa yasak bölge ise çatışmasızlık durumunu çok daha güçlendirecektir. Kuşkusuz böyle bir kararın alınması özellikle AB’nin İdlib meselesinin yalnızca Türkiye’nin sorunu olmadığını kavramasına bağlı. Aksi takdirde uçuşa yasak bölge düğümünün en az onun kadar girift bir mülteci düğümüne dönüşmesi kaçınılmaz görünüyor.