İran Cumhurbaşkanı Yardımcısı İran’daki Türk Kimliğini Neden Hedef Aldı?

İran Cumhurbaşkanı Yardımcısı İran’daki Türk Kimliğini Neden Hedef Aldı?
Yazı boyutunu buradan ayarlayabilirsiniz

İran’ı gözlemleyenler için etnik kimlik konusun ülkede sürekli önemini koruduğu ve dönem dönem hararetli tartışmalara neden olduğu bilinen bir gerçektir. Bu gözlemcilerin bildiği diğer bir gerçek de hangi etnik arka plandan gelirse gelsin İranlı siyasetçilerin büyük bölümünün etnik konularda en azından “politik doğruculuğu” elden bırakmamaya ve herhangi bir grubu rencide edecek açıklamalardan uzak durmaya gayret ettikleridir. Zira örneğin ülkedeki en büyük etnik azınlık grup olan Azerbaycan Türklerine dair geçmişte yapılan sorumsuz açıklamalar ya da yayınların şiddetli toplumsal tepkilere neden olduğu bir sır değildir. Hatta İran İslam Cumhuriyeti elitleri etnik kimlik konusunda ilginç bir “orta yol” bulmuşlardır. Rejimin mahiyeti itibariyle ümmet ve din birliği söylemini öne çıkaran bu elitler etnik kimliğe “saygı” duyduklarını vurgulamakta ve bu kimliklere ait insanların de bu saygı ve “tolerans” karşısında etnik vurgu yapmaktan kaçınmalarını beklemektedirler. Ne var ki bütün dinî vurgusuna rağmen mevcut rejimin Fars kimliği belirgin olduğu gibi artan sayıda İranlı herhangi bir üst kimlik uğruna etnik kimliklerinin düşük profilde kalmasına rıza göstermemektedir. Ancak bu dip dalga genelde tetikleyici bir unsur olmadıkça somut bir probleme dönüşmemektedir.

İran’da etnik konular etrafındaki bu hassas denge dikkate alındığında eski İstihbarat Bakanı ve hâlihazırda Cumhurbaşkanı Etnik ve Dinî Azınlıkların İşlerinden Sorumlu Özel Yardımcısı olan Ali Yunusi’nin 21 Nisan günü Kanun gazetesine verdiği röportajda ortaya attığı iddiaları anlamak iyice zorlaşmaktadır. Röportajda İran’daki Azerbaycan Türklerinin aslında etnik olarak Türk değil Fars kökenli olduklarını savunan Yunusi, Türkçenin de aslen Fars olan unsurların yaşadığı Azerbaycan bölgesine Moğollar sayesinde geldiğini savunmuştur. Yunusi’nin bu savlarının zamanlaması ve içeriği itibariyle neye hizmet ettiğini anlamak güçtür. Dahası bu savlar bilimsel alt yapıdan yoksun olmanın yanı sıra daha 2017 yılında seçmenden ikinci bir dönem için oy isteyen Ruhani’nin seçim kampanyalarında etnik azınlıkların talepleri konusunda verdiği vaatlerin samimiyetine dair soru işaretleri de doğurmaktadır. İstihbarat Bakanlığı yapmış bir ismin İran uluslararası arenada ciddi sorunlarla karşı karşıyayken ve içeride de çeşitli ekonomik, siyasal ve toplumsal sorunlar canlılığını korurken İran’ın en büyük ve en etkin etnik azınlığına yönelik bu iddiaları dillendirmesinin olası sonuçlarının farkında olmaması düşünülemez. Bu ise Yunusi’nin açıklamalarını daha da ilginç hâle getirmektedir.

Nüfusunun yarıdan fazlası Fars kökenli olmayan İran’da, merkezi hükümeti genellikle ülkenin sınır bölgelerinde yaşayan etnik azınlıklara güvenlikçi bir açısıyla yaklaşmıştır. Örneğin, Azerbaycan Cumhuriyetine komşu Azerbaycan Türkleri, Pakistan sınırında yoğunlaşan Beluçlar, Körfez’deki Araplar ya da Irak Kürdistanı’na komşu Kürtler ulusal güvenliğe ve ülkenin toprak bütünlüğüne tehdit olarak algılanmış ve günümüze kadar devam eden süreçte bu azınlıklara yönelik farklı düzeylerde asimilasyon ve baskı politikaları uygulanmıştır.

Bu politikalar en sert biçimde İran’ın ulus devlet modeline geçtiği Rıza Şah döneminde yürütülmüştür. Bu dönemde etnik azınlıkların etnik kökenleri inkâr edilmiş ve dilleri yasaklanmıştır. Aynı politikalar Rıza Şah’ın oğlu Muhammed Rıza Şah döneminde de sürdürülmüştür. Genel anlamda Pehlevi hanedanı döneminde ülkedeki etnik azınlıklara herhangi bir siyasi veya toplumsal hak tanınmadığı gibi bu yöndeki talepleri dillendiren şahıs, grup veya hareketler sert muamele görmüştür. 1979 Devrimiyle beraber ülkedeki etnik unsurlar kendilerine siyasal ve toplumsal alanlarda özgürlük tanınacağını ümit etseler de İslam Cumhuriyeti kurumsallaştıkça gelişmeler aksi yönde cereyan etmiştir. 1980’ler boyunca, faaliyetleri ivme kazanan bazı etnisite odaklı siyasi oluşumlara karşı mücadele edilmiş ve devletin bu alandaki sert tutumu günümüze kadar devam etmiştir.

Aslında bu uygulamalar bir çelişkiyi de gün yüzüne çıkarmıştır. Zira İran İslam Cumhuriyeti Anayasası 15. maddesi ülkedeki etnik azınlıkların varlığını tescil etmektedir:

İran halkının resmi ve ortak dili ve yazısı Farsçadır. Resmî belgeler, yazışmalar, metinler ve ders kitapları bu dilde ve yazıda olmalıdır ancak etnik unsurların dillerinin basın ve medyada kullanılması ve okullarda Farsçanın yanında eğitilmesi serbesttir.

Ne var ki bu kabule rağmen azınlıklara herhangi bir siyasal hak tanınmamıştır. Sivil haklar konusu ise daha girift bir olgudur. Nitekim ülkede Farsça dışında ana dili eğitimini veren özel kurslara sınırlı olarak olsa da izin verilmiş, söz konusu azınlıkların kendi dillerinde gazete, dergi, kitap vb. neşriyat yapması diğer yayınlarda olduğu gibi kontrollü bir şekilde serbest bırakılmış ve devletin yerel radyo ve televizyon kanallarında bu dillerdeki programlara yer verilmiştir. Ancak okullarda Farsçayla birlikte ana dili eğitimi verilmesinden imtina edilmiş özel okulların bu yöndeki girişimlerine de mâni olmuştur. Diğer yandan özel radyo ve televizyon kanallarının yasak olduğu İran’da yerel kanallarda ana dillerde çocuk programların yayımlanmasından geri durulmuş ve bu programlar sadece Farsça yapılmıştır. Dolayısıyla mevcut rejim de bazı esnemeler istisna tutulursa etnik azınlıklar konusunda Pehlevi rejiminin güvenlik, baskı ve asimilasyon merkezli politikalarını sürdürmüştür.

Ne var ki etnik azınlıklar taleplerini farklı sebeplerden dolayı patlak veren protestolarda seslendirilen sloganlarla ya da seçim süreçlerinde adaylara isteklerini ileterek dillendirmeye devam etmiştir. Siyasi alanda önemli kısıtlamaların yürürlükte olduğu İran’da gelişen iletişim araçları, artan kentli nüfus, yaklaşık 29.4 yaş ortalamasına sahip bu nüfusta gençlerin önemli bir yekûn tutması ve değişmekte olan toplumsal yapı beraberinde etnik azınlıkların talepleri daha sık dillendirmesine yol açmıştır. Böyle bir durumda özellikle halkoyuyla göreve gelen yetkililer bir yandan devletin resmî politikalarına uymak mecburiyetindeyken diğer yandan da seçmenlerin bu yöndeki taleplerini görmezden gelememişlerdir. Nitekim Ruhani 2013 seçimleri kampanyasında etnik ve dinî azınlıkların haklarıyla ilgili yayımladığı 10 maddelik bildiride devletin azınlıklara yönelik güvenlikçi bakış açısının değişeceği ve okullarda ana dili eğitimi verileceği yönünde bazı vaatlerde bulunmuş.  Ayrıca Ruhani, daha önce de bu vaatlerin gerçekleşmesi için adımlar attığını ve bu yolda devam edeceğini ifade ederek seçmenden oy istemiştir.

Mecliste de seçmen kitlelerinin talepleriyle karşı karşıya olan etnik azınlık bölgelerinin milletvekilleri, söz konusu talepleri gittikçe daha fazla dillendirmeye başlamış ve bu yönde birtakım girişimlerde bulunmuşlardır. Bunlardan en dikkat çekeni Türk kökenli milletvekillerinin Eylül 2016’da Türk Nüfuslu Bölgeler Fraksiyonu kurma girişimi olmuştur. Bu gelişmelerin devamı olarak 17 Nisan’da Erdebil Milletvekili Sadif Bedri, ülkedeki toplumsal ve etnik çeşitliliğin gelişme ve kalkınma için bir fırsat olduğunun altını çizmiş ve okullarda ana dili eğitiminin verilmesi için hazırlanan yasa tasarısına Mecliste imza toplamaya başladıklarını duyurmuştur.

Bedri’nin bu açıklamalarından bir gün sonra Kanun gazetesinde “Etnik Ayrımın Eğitimi” başlığıyla yayımlanan yazıda, Bedri’nin söz konusu girişimi yasa dışı olarak nitelendirilmiş ve ulusal güvenliği tehdit ettiği gerekçesiyle eleştirilmiştir. Hükümete yakın Kanun gazetesindeki bu yazı bazı, tepkilere neden olsa da yazıya müteakip bir gün sonra aynı gazetenin Yunusi ile yapığı bahsi geçen röportajda sarf edilen ifadeler, bazı milletvekillerini harekete geçirdi. Bu defa yaklaşık 50 milletvekili Yunusi’nin ifadelerinin ulusal güvenliği tehdit ettiğini öne sürerek Cumhurbaşkanı Ruhani’den konuya ilişkin açıklama istediler.

Ruhani’nin önceden planlanmış 24 Nisan Tebriz ziyareti bu atmosferde gerçekleşti. Ruhani Tebrizlilere yaptığı konuşmada “Türk dilinin İran’ın gurur kaynaklarından olduğunu” söyleyerek bölgedeki üniversitelerden ve mülki erkandan Tebriz’de kurulan “Türk Dili ve Edebiyatı Merkezini geliştirmelerini istedi. Ruhani bu açıklamalarında Yunusi’nin ifadelerine değinmese de Azerbaycan halkının etnik kökeni, dili ve edebiyatıyla ilgili sarf ettiği cümlelerle yardımcısının görüşlerine katılmadığını gösterdi. Ruhani’nin resmî jargonun dışına çıkarak Azerbaycan Türkleri ve dillerine ilişkin ‘Azeri’ ve ‘Azerice’ tabirlerini kullanmak yerine “Türk” ve “Türk dili” terimlerini tercih etmesi de dikkat çekmiştir. Ne var ki Cumhurbaşkanının bu tutumunun Yunusi’nin tavrını değiştirmediğini görmek için çok beklemek gerekmemiştir. Ruhani’nin bu açıklamalarından bir gün sonra yeniden Kanun gazetesine röportaj veren Yunusi, bir önceki röportajındaki ifadelere yöneltilen itirazlara değinmiş ve beyanatının doğru anlaşılmadığını ileri sürmüştür. Cumhurbaşkanı Yardımcısına göre sarf ettiği ifadeler ve ülkenin ulusal güvenliği ve toprak bütünlüğü konusundaki duruşu dikkate alınmamıştı. Dillendirdiği görüşlerin yalnızca şahsına ait olmadığını vurgulayan Yunusi, sadece mevcut görevi itibarıyla değil bir eski İstihbarat Bakanı sıfatıyla da devletin siyasi ve stratejik ilkelerine vakıf olduğunu ve konuşmalarını bunu dikkate alarak yaptığını hatırlatmıştır.

Yunusi’nin açıklamaları iki yönden önem arz etmektedir. Öncelikle Yunusi aslında İran devletinin etnik azınlıklara yönelik geleneksel politikalarıyla ilgili yeni bir şey söylememiştir. Söz konusu ifadeler devletin bu geleneksel tavrını değiştirmeye gönüllü olmadığını ve etnik azınlıkların hak ve talepleriyle ilgili farklı bir adım atmak istemediği göstermiştir.

İkinci olarak açıklamalar hükümet açısından da bir soruna işaret etmektedir. Ruhani 2013 yılında ilk defa Cumhurbaşkanlığına aday olduğunda etnik ve dinî azınlıklarla ilgilenmek üzere Cumhurbaşkanı yardımcılığı makamı ihdas edeceğini vaat etmişti. Seçildikten sonra vaadini tutan Ruhani, bunu bir başarı olarak sunmuşsa da Yunusi’nin şimdiye kadarki performansı ve son açıklamaları, azınlıkların Ruhani’ye ve temsil ettiği ılımlı-reformist cenaha olan güvenini bir hayli sarsmıştır. Bu noktada Reformist kanattan Yunusi’nin ifadelerine yönelik herhangi bir tepki gelmediğini de not etmek gerekmektedir. Cumhurbaşkanı Ruhani’nin Tebriz’deki açıklamaları ise çok daha makul olmasına rağmen pratikte mevcut politikaların değişmesi bağlamında bir anlam içermemektedir. Nitekim Ruhani’nin Tebriz’de ‘Türk Dili ve Edebiyatı Merkezi’ olarak bahsettiği kurum 20 Mayıs 2015 tarihinde “Azerbaycan Dil, Kültür ve Sanat Merkezi” adıyla kurulmuştu. Tahran yönetimi, etnik unsurların en önemli taleplerinden biri olan okullarda ana dili eğitiminin verilmesi meyanında ise henüz bir adım atmış değildir.

Uygulamadaki bu hareketsizlik İran’ın mevcut koşullarıyla tenakuz arz etmektedir. İran’da asimilasyon, şiddet ve baskı politikalarının sürmesi radikal grup ve örgütlerin faaliyetlerine bahane oluşturarak ulusal güvenliği tehdit etmektedir. Devletin çok kısa vadede bu alanda köklü adımlar atması çok olası değilse de Yunusi’nin yaptığına benzer açıklamaların tekerrür etmesi ülkedeki mevcut durumu iyileştirmeyecektir. Zira bu tarz açıklamalar azınlıkların özellikler Azerbaycan Türklerinin mevcuda yönelik hayal kırıklığını körüklemekle kalmayacak geleceğe yönelik umutlarını da yok edecektir. Kimlikleri konusunda hassasiyetleri bilinen Azerbaycan Türklerinin bu son açıklamalara örgütlü bir tepki vermemiş olmalarını da umursamazlıktan ziyade bu umut erozyonunun belirtisi olarak görmek isabetli olacaktır.