İran’da Güç Dengesi ve Siyasi Belirsizlik

İran’da Güç Dengesi ve Siyasi Belirsizlik
Yazı boyutunu buradan ayarlayabilirsiniz

Dışişleri Bakanı Cevad Zarif, İran’ın dış ilişkileriyle ilgili bir dizi belirsizliğin ortasında 25 Şubat’ta ani bir istifa kararı aldı. Karar, Beşşar Esed’ın Tahran’a sürpriz bir ziyaret gerçekleştirerek İran Devrim Rehberi Hamenei ve Cumhurbaşkanı Ruhani ile görüştüğü gün alındı. Esed’in Tahran ziyareti İran Devrim Muhafızları Kudüs Gücü Komutanı Kasım Süleymani tarafından organize edilmiş ve Zarif, Süleymani'nin hazır bulunduğu üst düzey toplantıların dışında tutulmasına tepki göstermişti. Nitekim Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Behram Kasımi konuya ilişkin yaptığı açıklamada "Dışişleri Bakanlığı herhangi bir aşamada söz konusu ziyarete ilişkin bilgilendirilmemiş ve bu durum ziyaretin sonuna kadar sürmüştür." ifadelerini kullanmıştı. Zarif gece yarısı Instagram hesabından yaptığı açıklamada kararı “bakanlığının itibarını savunmak” için aldığını yazmıştı.

Cumhurbaşkanı Ruhani ise bu istifa kararını “Devrim Rehberi’nin kapsamlı ABD baskıları karşısında emin, onurlu, cesur ve dindar biri vasfıyla en ön safta yer aldığını belirttiği şahsınızın istifasını ülke çıkarlarına ters görüyor ve kabul etmiyorum." sözleriyle reddetmişti. Sonuç olarak Zarif, 27 Şubat'ta Ermenistan Başbakanı Nikol Paşinyan'ın karşılama töreninde yerini aldı. Zarif, çeşitli kesimlerin özellikle de muhafazakârların tepkileri altında çalışmaya alışık bir isim. Dolayısıyla, şahsı etrafındaki eleştirilerin bu istifayı getirdiğini düşünmek pek mantıklı değil. Diğer yandan, sırf cumhurbaşkanlığının kendisini ziyarete ilişkin bilgilendirmemesi de Zarif’i istifaya sevk etmiş olamaz zira bazı kaynaklara göre bizatihi Ruhani dahi ziyaret konusunda yeterince bilgilendirilmemişti. Görünen o ki istifanın arkasındaki temel saik Tahran'da dozu artan hizipler arası mücadeledir. Eğer durum buysa, Zarif’in istifasını getiren krizin çözülmediğini ve en iyi olasılıkla ötelendiğini ve bu krizin Tahran’ı gelecek aylarda da meşgul etmeye devam edeceğini söylemek yanlış olmayacaktır. Her hâlükârda, Tahran'daki kısa süreli bilek güreşi iki olguyu bir kez daha gözler önüne sermiştir.

Bu olgulardan ilki ülkedeki parçalı iktidar yapısıdır. Bu parçalı yapı artan şekilde Devrim Rehberliği Ofisinin lehine ve hâlihazırda Ruhani’nin temsil etmekte olduğu yürütme organının aleyhine kemikleşmekte ve anayasal sınırların da ötesine geçmektedir. Burada dikkat edilmesi gereken husus, gelinen nokta itibariyle geçmiş yılların aksine artık bu durumun Hamenei’nin şahsını dahi aşmış olduğudur. Bilakis, İran’da henüz Hamenei hayattayken siyasi ve askerî elitleri arasında bir tür Hamenei sonrası iktidar savaşı cereyan etmektedir. Örneğin Devrim Muhafızları açısından yaklaşık 30 yıldır inşa etmekte oldukları fiili gücü kurumsallaştırmak hayati bir konudur. Devrim Muhafızları, Ortadoğu ve komşu ülkelere ilişkin yürütülecek siyaset başta gelmek üzere ülkenin dış politikasında ve ekonomisinde sahip oldukları gücü Hamenei sonrası dönemde de devam ettirmeye büyük önem atfetmektedir. Bu amaçla, reformistlerin değişim çağrısına karşılık Devrim Muhafızları, Hamenei’nin halefinin de benzer siyasi akla sahip bir şahsiyet olması için ellerinden geleni yapacaktır.

Krizin su üstüne çıkardığı ikinci olgu ülkedeki şahinlerin, artan ABD baskısının ciddiyetini kavramış olduğudur. Hamenei’nin Dış Politika Başdanışmanı Ali Ekber Velayeti ve Kasım Süleymani’nin ülkenin dış politikasının kilit aktörleri arasında bulunduğunda kuşku yoksa da her iki isim de özellikle Batı’da muhatap bulmayı sağlayacak araç ve etkinliğe sahip değildir.  Son altı yıldır dünya çapında tanıdık bir sima hâline gelen, Amerikan toplumunu yakından tanıyan ve akıcı düzeyde İngilizce konuşan Zarif'in ise belki de en iyi yaptığı şey tam da budur. Öyle ki nükleer müzakereler esnasında Tahran’daki muhalifleri Zarif’e “Amerikalı Zarif” yakıştırmasında bulunmuşlardı. Dahası, 2002-2007 yılları arasında İran'ın BM Daimi Temsilcisi olarak da Batı’nın diplomatik çevrelerinde büyük itibar kazanan Zarif “tebessüm diplomasisi” ile de ün salmıştı.

İranlı yetkililer istifa krizinin abartılmaması gerektiğini ve gerginliğin bittiğini vurguluyorlar. Gerçekten de bu tür siyasi gerilimler dünyanın herhangi bir ülkesinde görülebilmektedir. Ne var ki Zarif’in İran’daki güç mücadelesi karşısında verdiği tepkiyi azımsamak da eşit derecede yanlış olur. Çünkü eğer Zarif’in istifası kabul edilseydi bunu, bakanlığın Zarif çizgisindeki bazı çalışanlarının ve bazı büyükelçilerin istifasının da takip etmesi olasıydı ki bu durumun Tahran’daki gerçek bir siyasi krizi tetikleyeceğinde hiç kuşku yok. Diğer yandan, Zarif’in yerine daha sertlik yanlısı bir ismin gelmesi de mevcut konjonktürde risklidir. Zira selefi Obama’nın aksine ABD Başkanı Trump büyük ihtimalle İran’ın şahinleriyle masaya oturmayı yeğleyecektir ki bu üç açıdan İran’ın ulusal çıkarlarına ters bir durumdur.

İlk olarak, uluslararası toplum, özellikle de Batı, eski Cumhurbaşkanı Ahmedinejad’dan Ruhani’ye geçiş sürecinde görüldüğü üzere İran’ın reformist-ılımlı kanadının söylem ve tutumuna daha olumlu yaklaşmaktadır. İkincisi, İran’ın şahin kanadı dış politika süreçlerinde perdenin arkasındaki gerçek ve denetleyici güç olduğu, prestijlerini koruduğu ya da gerçek riski üstlenmediği sürece düşünülenden daha esnek davranabilmektedir. Hatta geride kalan kırk yıl boyunca ülkedeki parçalı iktidar yapının en fazla “iyi polis-kötü polis” oynama konusunda işe yaradığı söylenebilir. Bu, uluslararası toplumun da aşina olduğu bir durumdur. Bu yüzden Zarif’in yerine geçecek daha az güvenilirliğe sahip bir halef, İran’a en azından bazı Avrupalı müttefiklerine mal olabilir. Üçüncüsü, Tahran’daki farklı siyasi fraksiyonlar arasında süregelen gerginliğe rağmen, Amerika’nın 2001’de Afganistan’ı işgal etmesinden bu yana İran ulusal güvenliği açısından kritik bölgeler üzerinde dikkatle tasarlanmış ancak bir o kadar da kırılgan olan bir dış politika stratejisi inşa etmiştir. Birçok katmanı bulunan bu stratejik denklemde muhafazakârlar da reformistler da belirli roller icra etmektedir. Her ne kadar Zarif bu denklemin bir parçasından ibaret olsa da İran’ın stratejisinin özellikle ABD ve onun Ortadoğu’daki müttefiklerinin artan baskısıyla karşı karşıya olduğu mevcut koşullarda o hâlâ kritik bir aktör konumundadır. Buna İran dış politikasını çevreleyen bir dizi belirsizliğin neden olduğu zorlukları da eklemek gerekir.

Esed’in Tahran ziyaretinden iki gün sonra İsrail Başbakanı Netanyahu’nun yaptığı Moskova ziyareti İran ile Rusya arasındaki ilişkilerin sıkıntılı bir süreçten geçtiğini göstermektedir. İran, Rusya’nın İsrail ile Suriye konusunda kurduğu ilişkilere kuşkuyla yaklaşırken Rusya da İran’ın Suriye’deki varlığını azaltmaması hâlinde Suriye krizinin bitmeyeceğini ve yeniden inşa sürecinin başlamayacağını düşünmektedir. Ayrıca ABD’nin tek taraflı yaptırımları İran’ın ekonomisini kötü şekilde etkilemekte ve ABD, İran’ı bölgesel ve küresel olarak daha çok izole etmeye kararlı görünmektedir. Dahası Avrupa, bu yaptırımların İran aleyhindeki etkilerini gidermeye dönük adım atmakta şimdiye kadar başarısız olmuştur. Ayrıca, son dönemlerde İran ile en önemli ekonomik ortaklarından biri olan Çin arasındaki ticaret hacminin gözle görülür şekilde düştüğüne ilişkin haberler çıkmaktadır. Dolayısıyla, İran birçok alanda önemli dış politika belirsizlikleriyle karşı karşıyadır. Bu nedenle, Zarif’in istifası, İran’da muhafazakârlar ile reformist-ılımlı cenah arasında grift bir denge olduğunu ve mevcut koşullarda olası bir hükûmet krizinin İran’ın başını fazlasıyla ağrıtacağını göstermiştir.