İran’ın Karabağ Propagandası Neden Başarısız Oldu?

İran’ın Karabağ Propagandası Neden Başarısız Oldu?
Yazı boyutunu buradan ayarlayabilirsiniz

Azerbaycan’ın yaklaşık bir ay önce, Ermenistan tarafından işgal edilmiş olan topraklarını kurtarmak için başlattığı harekât bölgede ana gündem maddesi olarak öne çıkıyor. Azerbaycan’ın, topraklarını peyderpey işgalden kurtararak sağladığı ilerleme, bölge ülkeleri tarafından yakından takip ediliyor. Özellikle İran’ın bu sürece yönelik ilgisi ve tavrı ise en dikkat çekici durumlardan birini oluşturuyor. İran, jeopolitik koşullar ve iç dinamikler dolayısıyla bu süreci başından beri hassasiyetle takip ediyor.

İran’ın Karabağ’daki çatışma durumuna yönelik ilgisi ve ortaya koyduğu tutum çatışmaların başlangıcı ile eş zamanlı gelişti. Azerbaycan’ın bölgedeki ilerleyişiyle birlikte mevcut statükonun sarsıldığını yakından gözlemleyen İran, bu durumdan endişeye kapıldı. Söz konusu endişenin kaynakları olarak Azerbaycan’ın bölgede artacak olan etkinliği ve gücünü, Türkiye’nin küresel ve bölgesel düzlemde genişleyen etki alanlarına bir yenisinin eklenmesini ve İran içindeki Türklerin siyasal hassasiyetlerini zikredebiliriz. Bu faktörler, İran’ın bu süreci, propaganda faaliyetleriyle yönlendirebileceği bir süreç olarak görmesine yol açtı. Zira İran, derin ekonomik kriz, yeni tip koronavirüs (Kovid-19) salgını ve toplumsal hoşnutsuzluklar sebebiyle söz konusu faktörlerin kendisi açısından oluşturduğu potansiyel tehlikeleri yalnızca bu yolla karşılayabileceği kanaatine sahip.

Propaganda faaliyetinde hedef kitleler

İran’ın söz konusu propaganda konsepti analitik açıdan değerlendirildiğinde birkaç farklı unsur ön plana çıkıyor. İlk olarak, İran’ın Karabağ’daki çatışma durumuna yönelik propaganda konseptinde hedef kitleler Azerbaycan halkı, İran Türkleri ve uluslararası toplum olarak belirlenmiş durumda. Diğer yandan, bu hedef kitlelere yönelik olarak, “Karabağ İslam toprağıdır”, “Filistin’i savunduğumuz gibi Karabağ’ı da savunuyoruz”, “Karabağ Azerbaycan’ın egemenlik alanıdır”, “Tekfirci gruplar Karabağ’a taşınıyor” ve “Türkiye bölgede istikrarsızlık doğuruyor” şeklinde mesajlar kullanılıyor. İran’ın propaganda faaliyetlerinin aktörleri ise resmi yetkililer, din adamları ve medya kuruluşları. İran söz konusu unsurlardan oluşan propaganda faaliyetleriyle Azerbaycan halkı nezdinde sempati kazanmayı, İran Türklerinin siyasal hassasiyetlerini kontrol altında tutmayı ve uluslararası topluma yönelik olumlu bir imaj sunmayı amaçladı. Diğer yandan Türkiye’nin bölgedeki etkinliğini dengelemek amacıyla da “Tekfirci gruplar-Türkiye ilişkisi” algısını devreye sokmaya çalıştı.

Ne var ki bu hedef kitle, mesaj ve aktörlerden oluşan propaganda konsepti ve faaliyetleri kısa süre içinde yoğun tepki ve eleştirilerle karşı karşıya kaldı. Bu süreçte İran’ın olumlu bir imaj ve etki oluşturma projesi tersine bir sonuç ortaya çıkararak sadece hedef kitleler nezdindeki olumsuz imajının derinleşmesine yol açtı. Peki İran’ın söz konusu propaganda faaliyetlerinin kısa süre içinde başarısızlıkla sonuçlanmasında etkili olan esas faktörler neler? Bu sorunun cevabını, propaganda olgusunun ilkesel gereklilikleri ve İran’ın pratikte gösterdiği uygulamaları karşılaştırmalı bir biçimde değerlendirerek ortaya koyabiliriz.

Mesajlar güvensiz, eylemler tutarsız

Bu bağlamda ilk faktör olarak kaynak/aktör güvenilirliği (credibility) olgusu konuya açıklık getiriyor. Propaganda faaliyetleri çerçevesinde, kaynağın veya aktörün hedef kitle tarafından “güvenilir” olarak algılanması, başarı açısından bir ön koşuldur. Bu açıdan ele alındığında, İran’ın, Karabağ meselesinde Azerbaycan’ın haklılığını savunan bir tutum ortaya koyma çabası güvenilirlik ön koşulunu sağlamaması dolayısıyla başarısızlığa uğradı. İran’ın, 1992-1994 sürecinden itibaren Azerbaycan’ı ve İran Türklerini bir jeopolitik ve güvenlik tehdidi olarak algılaması, İran-Ermenistan yakınlaşmasını beraberinde getirdi. Uzun yıllar boyunca, ekonomi, enerji ve askeriye alanlarında gelişen İran-Ermenistan ilişkileri Azerbaycan halkı ve İran Türkleri nezdinde bir tepkisellik oluşturdu. Bu bağlamda İran’ın bugün itibarıyla Ermenistan’a karşı Azerbaycan’ın haklılığını ve egemenliğini savunan bir görüntü ortaya koyması arzu ettiği “güvenilirlik” ve “samimiyet” etkisini meydana getirebilmiş değil.

İkinci olarak, propaganda faaliyetlerinde “söylem-eylem tutarlılığı” kritik öneme sahip olan bir diğer ön koşul. Propaganda sürecinde kullanılan söylem ve mesajlarla pratikteki durum arasındaki uyum veya uyumsuzluk, propagandanın başarısını veya başarısızlığını belirleme gücüne sahiptir. İran’ın Karabağ meselesinde ortaya koyduğu ve Azerbaycan’ın egemenlik haklarını savunan söylemlerine karşın İran üzerinden Ermenistan’a giden silah yardımları ve PKK terör örgütü militanlarının İran üzerinden Karabağ bölgesine geçişleri bu noktada bir söylem-eylem uyumsuzluğu ortaya çıkardı. Bununla birlikte, İran’ın, Ermenistan’ı Karabağ topraklarında işgalci bir güç olarak nitelemesine rağmen Ermenistan’la ilişkilerinde ekonomik ve siyasi-diplomatik hiçbir baskı unsuru kullanmaması, Azerbaycan’ın, İran sınır hattında bulunan pek çok bölgeyi işgalden kurtararak bölgede konuşlanmasının ardından İran tarafından bu bölgelere askeri yığınak yapılması da yine bu uyumsuzluğu pekiştirdi. Zira, İran, Karabağ’daki çatışma sürecinin başlangıcından itibaren Karabağ’ın, Azerbaycan’ın işgal altındaki toprağı olduğunu ve Azerbaycan’ın bu bölgede egemenlik hakkı olduğunu resmî olarak beyan etmişti. Fakat, Azerbaycan’ın, işgal altındaki topraklarını kurtararak kaydettiği ilerleme sonrasında İran sınır bölgesine yoğun bir askeri sevkiyat gerçekleştirdi. Bu sevkiyat süreciyle eş zamanlı olarak bölgeye giden Devrim Muhafızları Ordusu (DMO) Genel Komutanı Hüseyin Selami ve DMO Kara Kuvvetleri Komutanı Muhammed Pakpur dikkat çekici açıklamalar yaptılar. Selami, “Sınır güvenliğine yönelik her türlü tedbiri alacağız” derken, Pakpur, “Bölgede jeopolitik durumun değişmesine müsaade etmeyeceğiz” açıklamasını yaptı. Bu durum, İran’ın söylem-eylem uyumsuzluğunu çarpıcı biçimde ortaya koyuyor.

Son olarak, propaganda faaliyetleri adına uygun zeminin bulunması bu faaliyetlerin başarısını etkileyen bir diğer faktördür. Uygun sosyo-politik veya sosyo-psikolojik koşullarda ortaya koyulan mesajların hedef kitlelerde doğurduğu etki daha yoğun olmaktadır. Bu bağlamda İran’ın bu koşulu çok ciddi biçimde ihmal ettiği görülüyor. Azerbaycan halkı ve İran Türklerinin mezhep kimliğinden öte, milli siyasal bilince ve hassasiyete sahip olmaları, İran’ın dini ve mezhepsel kimlik vurgulu mesajlarının bu hedef kitleler nezdinde itibar görmemesine neden oluyor. Ayrıca, söz konusu mezhepsel ve dini vurguların yalnızca “hedef kitleyi etkileme” amacını taşıdığı yönündeki algı da hedef kitlelerin bu mesajlara olan ilgisini en baştan azalttı.

Türkiye karşıtı propaganda İran'a itibar kaybettirdi

İran’ın propaganda faaliyetlerindeki en büyük stratejik hatası ise Türkiye’ye yönelik olumsuz imaj oluşturma girişimleri oldu. Türkiye’ye yönelik bu girişim, yine, propaganda faaliyetlerine yön veren unsurların hatalı bir biçimde değerlendirilmesiyle başarısızlığa mahkûm oldu. Zira İran’ın söz konusu girişimi, kaynak/aktör güvenilirliği ve uygun propaganda zemini gerekliliklerini büyük ölçüde göz ardı etti. İran’da, Türkiye’ye yönelik olumsuz tutumlar sergileyen aktörler tarafından, Türkiye ile ilişkili olarak sunulan “Tekfirci gruplarla işbirliği”, “İsrail ile işbirliği”, “Bölgede istikrarsızlık doğurma çabaları” gibi imaj kümeleri, hedef kitleleri etkileyemedi. Bu faaliyetlerle Azerbaycan halkı ve İran Türklerinde Türkiye’ye yönelik sempati kaybı oluşturulmak hedeflendi, fakat neticede gerçek dışı iddiaları dolayısıyla itibar kaybına uğrayan bizzat İran oldu. Zira, İran’ın hedef kitleler olarak belirlediği Azerbaycan halkı ve İran Türklerinin Türkiye’yle ilgili sahip olduğu sempati ve olumlu bakış da bu kitlenin olumsuz propagandaya elverişsiz bir kitle olduğunu ortaya koydu. Bununla birlikte “tekfirci gruplarla mücadele” söylemini 2014 yılından beri ana güvenlik argümanları arasına yerleştiren İran’da halkın büyük bir bölümü bu söylemi, ülke kaynaklarının ülke dışındaki milis gruplara aktarılmasının gerekçesi olarak görüyor. Bu noktada, “tekfirci gruplar” söylemiyle, yalnızca uluslararası kamuoyuna yönelik sınırlı bir propaganda başarısının hedeflenebileceği gerçeği de ortaya çıkmış oldu.

Ortaya çıkan tablo bütünüyle, İran’ın, Karabağ meselesi özelinde sergilediği girişim sonucunda, propaganda faaliyetleri açısından büyük bir başarısızlık yaşadığını açık biçimde göstermektedir. Uzun yıllar boyunca propaganda faaliyetlerini başarılı bir biçimde uyguladığı kabul edilen İran’ın yaşadığı bu başarısızlık, söz konusu alanda sahip olduğu kabul edilen kabiliyetini de sorgulanır hale getirmiş oldu.


Bu makale ilk olarak 2.11.2020 tarihinde Anadolu Ajansında yayımlanmıştır.

https://www.aa.com.tr/tr/analiz/iran-in-karabag-propagandasi-neden-basarisiz-oldu/2027725