İran’ın Sektörel Politikaları ve Çevre Sorunları

İran’ın Sektörel Politikaları ve Çevre Sorunları
Yazı boyutunu buradan ayarlayabilirsiniz

İstikrarın daha da bozulduğu, anlaşmazlık ve çatışmaların yoğunlaştığı bir bölge olan Orta Doğu, şimdi de iklim değişikliği sorunu ile mücadele etmektedir. Su kıtlığı, kuraklık ve çölleşme gibi sorunlarla birlikte ekolojik dengenin ve çevresel istikrarın bozulmasına yol açarak iklim değişikliğini tetikleyen çevre kirliliği gibi sorunların da yaygınlaşması, bölge için risk faktörü oluşturmaktadır. Ekonomik ve siyasi politikaların yetersizliği ile sürdürülebilir bir ortamın sağlanmasındaki zorluklar da bu riski beslemeye devam etmekte ve özellikle Körfez bölgesi için kaygılandırıcı olmayı sürdürmektedir.

Orta Doğu’nun zengin fosil yakıt kaynakları, bölgeye önemli ticaret fırsatları sunmaktadır. Özellikle Basra Körfezi bölgesi, dünya çapında enerji taşımacılığında kullanılan en önemli deniz taşımacılık yollarından biri konumunda. Umman ve Basra Körfezleri arasında yer alan Hürmüz Boğazı ise dünyanın en önemli petrol transit geçiş noktası. U.S. Energy Information Administration’ın (EIA) verilerine göre 2018 yılında deniz yoluyla yapılan küresel petrol ticaretinin yaklaşık üçte biri ve küresel sıvılaştırılmış doğal gaz (LNG) ticaretinin dörtte birinden fazlası bu geçitten sağlanıyordu. Bu yoğun trafik, bölgenin ekolojik olarak en yoğun etkilenen alanlardan biri olmasının başlıca nedenlerinden biridir. İranlı yetkililerinin açıklamalarına göre Basra Körfez’i suyundaki tuzluluk oranı, son yirmi yıla göre bir buçuk kat ve su sıcaklığı ise son on yedi yılda iki derece artmıştır.

Çevresel istikrar ve sürdürülebilirliğin korunmasının en önemli yapıtaşlarından biri de kaynak yönetimidir. Devletlerarası anlaşmazlığın giderek daha kritik bir tetikleyicisi olan “su” yönetimi, Orta Doğu için kilit rol oynamaktadır. Ancak özellikle son yıllarda İran’ın çevreye karşı zararlı faaliyetleri ve kaynakların kötü ve/ya yanlış yönetimi, bölge için çatışma nedeni potansiyeli taşıyan, güç ve güvenlik ile doğrudan ilişkilendirilen su üzerinde çevresel kaygıların artmasına neden olmuştur.

Basra Körfezi’ne akan en önemli tatlı su kaynaklarından biri olan Şattülarap ve kaynağı Fırat ve Dicle nehirleri üzerindeki faaliyetlerin, nehrin su akışının azalmasında ve Körfez’deki çevre kirliliğinin artmasında merkezî bir etkisi bulunmaktadır. Özellikle akışların azalmasından en çok etkilenen aşağı kıyıdaş konumda olan Irak, Fırat-Dicle havzası sularının kullanımında yukarı kıyıdaş Türkiye’nin nehirler üzerindeki barajlarından şikayetini sık sık dile getirse de Dicle Nehri’ni besleyen ana kolların çoğunluğunun kaynağı olan İran’ın, Dicle’yi besleyen sular üzerindeki baraj inşalarına ve faaliyetlerine karşı aynı tutumu sergilememektedir. İran tarafı da ülkesinde gerçekleşen kum-toz fırtınaları için sıkça Türkiye’nin Güneydoğu Anadolu Projesi (GAP) kapsamında geliştirdiği baraj faaliyetlerini hedef göstermektedir. Siyasi olarak nitelendirilebilecek bu iddialarının aksine kendini baraj inşasında dünyada üçüncü olarak konumlandıran İran’ın, Dicle’nin kolları üzerindeki baraj faaliyetlerinin Irak üzerinde doğrudan olumsuz etkilerinin bulunduğu görüşü kabul görmektedir.

İran’ın faaliyetleri, Irak’ta tarımsal sulama için kullanılan suların kirlenmesinin yanı sıra içme suyu kirliliğinin de artmasına neden olmuştur. Su kaynaklarındaki akışın İran kaynaklı azalışından kaynaklanan çölleşme, tahribatın giderek arttığı Şattülarap sınırındaki bölgelerde hava kalitesi üzerinde ciddi zararlara neden olmaktadır. Bu da hem Irak hem İran tarafında yerel halkın sağlığını tehdit etmektedir. Ayrıca azalan su akışı oranı ile doğrudan ilişkili olarak sularda artan tuzluluk oranı, endüstriyel kirlilik vb. sorunlar; verimli tarım arazilerinin kurumasına, hayvan yetiştiriciliği ve balıkçılığın azalmasına, bölgede yaşayan çeşitli hayvan türlerinin neredeyse neslinin tükenme eşiğine gelmesine ve sağlık krizlerine yol açmaktadır.

Bu noktada hatırlanacak olursa Irak’ın 2018 yılında Basra şehrinde su kirliliği sebebiyle yaşamış olduğu kriz, yüz binlerce kişinin hastalanmasına neden olmuştu. Bu hususta yayımlanan İnsan Hakları İzleme Örgütü (HRW) raporu, krizle bağlantılı olarak Birleşmiş Milletler verilerine dayanarak yaklaşık dört bin kişinin aynı yıl evlerini terk etmek zorunda kaldığını ifade etmiştir. Raporda krize ilişkin genel anlamda Irak’ın kötü ve yetersiz su yönetimi suçlanırken salgının arka planında yatan krize katkıda bulunan sebepler arasında İran’a ilişkin olarak; İran-Irak Savaşı’nın çevreye verdiği olumsuz etkilere, yaklaşık son yirmi beş yıllık süre zarfında İran’ın artan baraj ve tarımsal faaliyetlerine, su tüketimi ile Şattülarap’ın su akışı üzerindeki olumsuz etkisinin nehrin artan tuzluluğuyla beraber azalan vejetasyona dikkat çekilmiştir.

Basra Körfezi’ndeki su kirliliği, atık suların arıtılmadan doğrudan suya karışması ve nehir kenarlarına inşa edilen rafinerilerin ve fabrikaların faaliyetleri ile de doğrudan ilişkilidir. Arıtma tesislerinin ve kapasitelerinin yetersizliği ise sorunun çözüm yollarını engelleyen faktörlerden biridir. İran’a ilişkin olarak Huzistan’ın kıyı bölgelerindeki yerleşim yerlerinde kentsel atık su arıtma tesisi bulunmamaktadır. Bu da Abadan ve Hürremşehr gibi yerleşimlerin atık sularının, doğrudan nehirlere karıştığını göstermektedir. Sanayi merkezlerinin genelinde ise arıtma tesisleri bulunmaktadır ancak bu tesisler, gereken verime sahip değildir. Bahsedilen bu durum İran’ın, kimyasal atıkların ve atık suların nehirlere ve denizlere karışmasıyla neden olduğu çevre kirliliğinin küçük bir örneğidir.
Çıkarma, taşıma ve sondaj gibi bölgenin kaynak zenginliğini kullanma faaliyetlerinden kaynaklanan kirlilik ise bir diğer kırılganlık sebebini oluşturmaktadır. Bazı çalışmalar Ahvaz örneğini işaret ederek İran’ın da ürünlerin nakliyesi için kullandığı liman ve petrol terminallerinde çevre hassasiyetini yeterince gözetmediğinin altını çizerek ülkeye yönelik eleştirileri sürdürmektedir. Bu eleştiriler benzer şekilde son zamanlarda gündemde oldukça sık karşılaştığımız İran-Çin 25 Yıllık Stratejik İş Birliği Anlaşması’yla derinleşmesi beklenen iş birliğinin, Körfez’i çevresel anlamda daha da savunmasız kılacağına ilişkin yapılmıştır. Ayrıca İran’ın güney sularında Çin şirketlerine balıkçılık lisansı verildiğine dair iddialar da sert tepkiyle karşılaşmıştır. İki ülkenin de iklim yönetişimine gereken hassasiyeti göstermemesinin, çevresel istikrar üzerinde olumsuz etki teşkil edeceği düşünülmektedir.

Son olarak bölgesel faaliyetlerinin yanı sıra uluslararası iklim değişikliği yönetişiminin son adımı olan Paris Anlaşması’nı da henüz onaylamayan altı ülkeden biri olan İran, küresel yönetişime yeterince destek olmamayı ve bölgede çevre ve ekosistemi çeşitli şekillerde etkilemeyi sürdürmektedir. İran, bölgesel çevre sorunların tek sorumlusu olmadığı gibi coğrafi konumu, nüfusu ve potansiyeli göz önünde bulundurulduğunda iklim değişikliği ile mücadele için kilit aktörlerdendir. Dolayısıyla İran’ın çevreye ilişkin her adımı, başta bölgesel olmak üzere küresel yönetişim için de son derece elzemdir. İran’ın hâlihazırda devam eden çeşitli sektörel politika ve faaliyetleri ise iklim değişikliğine karşı kırılgan ve savunmasız olan bölgeyi daha derin bir istikrarsızlığa sürüklemeye devam etmektedir. İklim değişikliğine neden olan sektörlerin başında gelen enerji ve taşımacılığın ülke ve bölge içindeki hayati rolü, kaynakların yönetimindeki başarısızlık, teknolojik kapasitenin yeterli olmaması, yaptırımlar ile yükselişini sürdüren ekonomik sorunlar gibi sebepler; bu süreci hızlandıran temel nedenlerden bazıları olarak ön plana çıkarken bu politikaların uzun dönemde sürdürülmesi ve önlem alınmamasının bölgeyi gelecekte yeni felaketlere sürüklemesi kuvvetle muhtemeldir.