İran’ın Suriye’deki Askerî Varlığı Sürecek mi?

İran’ın Suriye’deki Askerî Varlığı Sürecek mi?
Yazı boyutunu buradan ayarlayabilirsiniz

Suriye’deki iç savaş zamanla yalnızca askerî bir mesele olmaktan çıkarak siyasî bir hâl almış ve İran’ın Suriye’deki askerî varlığına ilişkin tartışmalar had safhaya ulaşmıştır. İran hemen hemen altı yıldır Suriye’deki askerî varlığını sürdürmektedir. Bu süre zarfında milyarlarca dolar harcamış, Kudüs Gücü subayları ve Suriye’deki Tahran destekli güçlere bağlı yüzlerce insanın ölümüyle neticelenen inişli çıkışlı bir süreç geçirmiştir. İran aleyhine ABD tarafından yeniden uygulamaya koyulan yaptırımların halk üzerinde yarattığı memnuniyetsizliğe rağmen İran’daki siyasi elitler, İran’ın Suriye’deki varlığını sürdürmeye istekli görünmektedir.

Son günlerde ABD ve İsrail tarafından İran’ın Suriye’den çekilmesi amacıyla Rusya ve hatta Esed rejimine yönelik baskı uygulanması adına geniş çaplı diplomatik adımlar atılmıştır. Bu doğrultuda 24 Ağustos’ta Amerika Ulusal Güvenlik Danışmanı John Bolton ile Rus mevkidaşı Nikolai Patrushev arasında Cenevre’de İran’ın Suriye’deki rolüne dair bir görüşme gerçekleşmiş ve söz konusu görüşmede Washington’un önceliğinin İran’ın bütün güçlerinin Suriye’den çekilmesi olduğu belirtilmiştir.

Bu görüşmeden üç gün sonra İran Savunma Bakanı Emir Hatemi, askerî bir heyetin başkanı olarak Şam’a gitmiş ve Beşşar Esed’e açık bir şekilde İran’ın Suriye’ye askerî ve ekonomik olarak yardım etme niyeti olduğunu aktarmıştır. İran ile Suriye arasında “askerî iş birliğine” dair haberlerin ayrıntıları tam olarak dışarıya sızmadan İran hükûmetine ait İRNA Haber Ajansı salı günü, İran’ın Suriye’deki askerî yetkililerinden bağlı Ebulkasım Ali Nejat’tan aldığı bilgileri naklederek Tahran ile Şam arasındaki askerî iş birliği antlaşması çerçevesinde İran’ın Suriye’deki askerî danışmanların ülkede kalmaya devam edeceğini yazmıştır.

İçeride ekonomik kriz ve dışarıda giderek artan yaptırımlarla cebelleşen İran, acaba Suriye’deki askerî varlığını sürdürecek mi? Mültecilerin tedricen ülkeye dönüşüne dair görüşmelerin gündeme gelmesi, anayasanın oluşturulması, ülkenin yeniden imarı, ABD-Rusya ve İsrail’in birbirlerinin güvenlik hassasiyetlerini karşılıklı olarak anlamaya başlamaları ve Amerika’nın İran’a uyguladığı yaptırımların baskısı gibi önemli etkenlere rağmen İran’ın Suriye’deki askerî varlığı sürdürülebilir mi?

Direniş Ekseninin Şekillenmesi

Soğuk Savaş döneminde başlayarak İslam Cumhuriyeti’ne kadar süregelen İran ve Suriye ilişkileri, bölgesel faktörler ve uluslararası gelişmelerin etkisiyle sürekli değişmiştir. Soğuk Savaş döneminde İran ve Rusya’nın ilişkileri oldukça gerilemiştir zira İran, Batı bloğuna yakınken Rusya Doğu bloğunun başını çekmekteydi. 80’li yıllarda İsrail ve Irak gibi tehditlere karşı İran ve Suriye birlikte hareket etmiş ve 90’lı yıllarda ise Amerika, Türkiye ve İsrail’in aynı çatı altında toplanması, Tahran ve Şam’ı daha da yakınlaştırmıştır. Amerika’nın 2003’te Irak’ı işgal etmesi, İsrail’in Gazze ve Lübnan’ın güneyine saldırması ise İran-Suriye ilişkilerinin giderek kuvvetlenmesine sebebiyet vermiştir. Beşşar Esed’ın yönetimi devralmasına tekabül eden geçtiğimiz on beş yıl boyunca İran ve Suriye arasındaki ideolojik ve stratejik ilişkiler daha da sağlamlaşmıştır. İran, Suriye’nin stratejik konumundan yararlanmaktadır zira Suriye “Direniş Cephesi’nin” tam önünde yer almaktadır.

Ne Arap Baharı ne de Irak DEAŞ terörünün henüz patlak vermediği Ağustos 2009’da İran Devrim Rehberi Ayetullah Hamenei, Esed ile bir görüşme gerçekleştirmiştir ve bu görüşmede Orta Doğu’da “Direniş ekseninin lehine Amerika’nın aleyhine” bir durumun söz konusu olduğunu belirterek İran ve Suriye arasındaki iş birliğinin bölgedeki direnişi destekler nitelikte olduğunu dile getirmiştir.

Bu görüşmenin üzerinden daha iki yıl geçmemişken Suriye’de iç savaş baş göstermiştir. Savaşın başlarında Esed rejiminden bağımsız bir şekilde hareket eden İran, 2012 yılında Fransa, İngiltere, Türkiye ve Körfez Arap Ülkeleri İş Birliği Konseyine üye ülkelerin ittifakına karşı Esed rejimine ciddi bir destek vermiştir. Söz konusu ülkelerin kurduğu ittifak, “Suriye Muhalif ve Devrimci Güçler Ulusal Koalisyonu”nu resmî olarak Suriye halkının temsilcisi olarak tanımış ve bu koalisyonu Esed’e muhalif gruplara karşı desteklemiştir.

2012’nin sonlarında İran’daki Besic Gücü örnek alınarak Suriye’de, “Ulusal Savunma Kuvvetleri” adlı bir yapı oluşturmak için İran ve Suriye birtakım çabalarda bulunmuştur. Şüphesiz bu çabalar, İran’ın sadece Suriye’nin bekasını düşünmediğini aynı zamanda Suriye’nin önemli stratejik ve jeopolitik konumu sebebiyle Esed rejiminden mümkün olan en iyi şekilde istifade edeceğini kanıtlar niteliktedir.

2012’in başlarından 2016’ın sonlarına kadar muhtelif gerekçelerle meydana gelen üç temel olay, İran’ın Suriye’deki “stratejik derinliğinin” güçlenmesine yardımcı olmuştur. Söz konusu olayların ilki İran’ın, Obama’nın “kırmızı çizgisinin” değiştiğini ve Washington’ın Suriye’ye yönelik askerî bir müdahalede bulunma niyetinin olmadığını anlamasıdır. Bu süreçte İran, kendi askerî ve jeopolitik hedeflerini gerçekleştirmek adına en azından kısa vadede ciddi bir engelle karşılaşmayacağına dair bir güven hissetmiştir. Bu sebeple İran, Suriye’ye askerî danışmanlar göndermiş ve muhtelif ülkelerde Zeynebiyyun, Fatimiyyun ve Hizbullah gibi Tahran destekli Şiî gruplar oluşturmuştur. Bu girişimlerle İran, 2011-2013 yılları arasında Suriye’deki askerî varlığını güçlendirmiştir.

2014 yazında terör örgütü DEAŞ, Irak ve Suriye’de hilafet ilan ederek Suriye’deki hakimiyetini genişletmiştir. Suriye’deki muhalifler karşı mücadele veren İran, DEAŞ tehdidini Suriye’deki jeopolitik nüfuzunu genişletmek adına bir fırsata dönüştürmüştür. Bu durum, İran’ın Suriye’deki stratejik derinliğinin güçlenmesine yardımcı olan ikinci hadisedir.

Rusya’nın Eylül 2015’te Suriye Savaşı’na müdahil olması, özellikle İran ile yaptığı iş birliğiyle stratejik öneme sahip Halep şehrinin geri alınması böylelikle Suriye’de rüzgârın İran, Rusya ve Esed rejimi lehine esmeye başlaması, İran’ın stratejik derinliğinin güçlenmesine olanak sağlayan son olaydır.

2016’dan günümüze DEAŞ’in askerî gücünün azalması ve muhaliflerin kontrol ettiği noktaların geri alınmasıyla eş zamanlı olarak Rusya; İran ve Türkiye’yi Astana Barış Süreci’nde bir araya getirmeye çalışmıştır. Adı geçen üç ülke Suriye’deki “krizi sonlandırmak” adına yol haritası belirlemek için şu üç ilkede anlaşmıştır:

  1. DEAŞ terör örgütünün tamamen etkisiz hâle getirilmesi,
  2. Diğer yerel aktörler arasında, güvenlik boşluğundan kaynaklanan askerî ve jeopolitik rekabetinin şiddetlenmesinin önlenmesi,
  3. Krizin çözümü için çatışmanın diyaloga çevrilmesi, Suriyeli mültecilerin ülkelerine dönmesi, anayasanın hazırlanması ve ülkenin yeniden imarı.

İran’ın Askerî Gücünü Genişletmek Adına Verdiği Mücadele

Esed rejiminin yakında İdlib’de muhalif gruplar ve Tahrirü’l-Şam (Eski adıyla el-Nusra)’a düzenlemesi beklenen askerî operasyon bir kenara bırakıldığında Suriye’de gidişatın Astana Süreci’nde belirlen yol haritasındaki “krizin çözümü için çatışmanın diyaloga çevrilmesi” ilkesine doğru evirildiği görülmektedir. Ancak İran, Suriye savaşında ortaya koyduğu insan gücü ve yaptığı harcamaları dikkate alarak Suriye’nin geleceğinde belirleyici bir rol almak istemektedir.

İran’ın, muhalifler ve DEAŞ’e karşı mücadelede kendi askerî-stratejik nüfuzundan yararlandığını belirtmek gerekir. Fakat Esed’e bağlı güçler ve İran’ın, desteklediği Hizbullah gibi grupların Suriye’nin muhtelif bölgelerinde elde ettiği başarı İsrail’in, İran’ın Golan tepelerinden Tahran’a kadar uzanan bir koridor oluşturma niyetinde olduğuna ilişkin şüphesini artırmıştır.

İran ve İsrail arasındaki gerginlik, İran’a ait askerî üs ve mevzilerin İsrail tarafından hedef alınmasına değin varmıştır. Bu gerginliğin artmasıyla, ülkesinin sahadaki kazanımlarını Suriye Savaşı’nın temel aktörü olmayı arzulayan İran’a kaptırmak istemeyen Rusya Devlet Başkanı Putin, hem İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ile defalarca görüşmüş hem de geçtiğimiz Temmuz’da ABD Başkanı Donald Trump ile Helsinki’de tarihî bir oturum gerçekleştirmiştir. Bu görüşmelerde her iki devlet başkanı da İran’ın Suriye’den çekilmesi konusunda uzlaşıya varmasa da Tel Aviv ve Washington’un İran’ın giderek genişleyen nüfuzuna dair duydukları endişe dile getirilmiş ve Suriye’deki İran’a müzahir grupların İsrail sınırına yaklaşmasına mahal verilmeyeceğine dair teminat verilmiştir.

Son olarak Reuters, üst düzey bir Amerikalı yetkiliden aldığı bilgileri naklederek Putin ile Trump’un Helsinki’de İran’ı Suriye’den çıkarma noktasında “ilkesel bir mutabakata” vardıklarını duyurmuştur. Amerika Ulusal Güvenlik Danışmanı John Bolton ise yeniden Netanyahu ile görüşerek Putin’in son buluşmada Trump’a, “İran’ı, Suriye’den çıkması için ikna edemediklerini” söylediğini açıklamıştır. Bolton’un bu açıklamalarının yanı sıra Putin, İran ile Rusya’nın Suriye’deki çıkarlarının bir olmadığını dile getirmiştir.

Habere göre Amerika, Rusya ve İsrail’in birbirlerinin Suriye’deki güvenlik endişelerini karşılıklı ve göreceli olarak anlamaya başlamasından sonra İran, Suriye’deki askerî varlığını sürdürmek adına Moskova’nın koşulsuz desteğini alamayacaktır. Lakin bu, Rusya, Amerika ve İsrail’in Suriye ve diğer bölgesel meselelerde birlikte hareket edecekleri manasına gelmemektedir. Başka bir ifadeyle bu üç önemli aktör, İran’ın bölgede askerî olarak daha fazla güçlenmemesi konusunda görüş birliğine varmıştır. Çünkü hiçbir aktör barış görüşmelerinin (Cenevre, Soçi) sürdüğü bir ortamda yeni bir askerî cephenin açılmasını tasvip etmemektedir.

İlişkilerde Güvensizliğin Etkisi

“Direniş Ekseni”nin korunması adına İran’ın Suriye’de askerî varlığını sürdürmekteki ısrarı ve bu noktada Esed’in vefakâr duruşuna rağmen göz önünde bulundurulması gereken husus, Şam rejiminin Moskava’nın baskısı ve Suriye’de çatışmadan müzakereye geçiş döneminde olası aktörlerin öngörülemeyen taleplerinin etkisiyle bu konuda taviz verebileceğidir. Bu durumda İran’ın Suriye’deki askerî varlığına ilişkin sorunlar çıkabilir. Her hâlükârda Rusya’nın, pragmatik bir uluslararası aktör rolü üstlenerek Suriye Demokratik Güçlerinin kontrolündeki bölgelerden Amerika’nın çekilmesine karşılık İran’ın da Suriye’den çekilmesi şeklinde bir pazarlıkla İran kartından yararlanabileceği bilinmelidir.

Son olarak Amerika’nın İran’a yönelik yeniden yürürlüğe koyduğu yaptırımlar, Esed rejimine koşulsuz destek vermeyi ilke hâline getiren İran dış politikasını şüphesiz sekteye uğratacaktır. Geçmişe bakarak şöyle bir sonuç çıkarılabilir; İran’a yönelik yaptırımların kaldırılmasıyla ülkeye baskının azaldığı 2015’te İran ve altı küresel gücün imzaladığı nükleer antlaşma, Tahran’ın petrol ve doğal gaz ihracatını arttırması hasebiyle Esed için askerî, mali ve lojistik alanlarda harcama yapabilmesine kapı aralamıştır.

Hâlihazırda İran yeniden Amerika’nın çok boyutlu yaptırımlarıyla karşı karşıya kalmıştır ve Washington pek çok ülkeyi, İran’dan yaptığı petrol ithalatını durdurması için ikna etmeye çalışmakta ve bu girişimle İran’ın Suriye’deki varlığını sürdürmesi için gereken kaynağı temin edememesini hedeflemektedir. Dahası İran riyalinin ciddi değer kaybı, enflasyon oranının artışı ve ülke genelindeki memnuniyetsizlik Tahran yönetiminin elini Suriye’nin yeniden imarı konusunda dahi bağlayacağı göstermektedir.

Sonuç

İran, üç temel sebeple Suriye’deki askerî varlığını koruyup sürdürme noktasında birtakım sorunlarla karşı karşıya kalacaktır. Söz konusu üç sebep aşağıdaki gibidir:

  1. İç savaşın zamanla askerî bir mesele olmaktan çıkması, mültecilerine Suriye’ye dönüşünün gündeme gelmesi, anayasanın hazırlanması ve ülkenin yeniden imarı: Bu hususların gerçeklemesi için Esed rejiminin ülkesindeki yabancı askerî unsurları mümkün olduğu kadar saf dışı etmesi gerekmektedir. Ayrıca İran, Türkiye ve Rusya’nın aksine tek taraflı olarak Şam yönetimini dikkate almaksızın her istediğini yapamamaktadır.
  2. Amerika-Rusya ve İsrail’in birbirlerinin Suriye konusunda taşıdığı güvenlik endişelerini karşılıklı olarak anlaması: Bu durum, Amerika ve Rusya gibi büyük güçler karşısında İran’ın, Suriye’nin geleceğinde alacağı role ilişkin pazarlıkta elini zayıflatacaktır. Rusya, Suriye’de yeni bir rejim oluşturmaya çalışmaktadır ancak Moskova’nın bunu gerçekleştirmesi için Washington ve Tel Aviv ile uzlaşması gerekmektedir.
  3. ABD’nin İran’a karşı uyguladığı yeni yaptırımlar ve İran toplumunda, ülkenin ekonomi politikaları ve bölgesel nüfuzunu arttırmak için sarf ettiği masraftan duyulan memnuniyetsizlik: İran halkının ekonomik sorunlarla boğuştuğu bir ortamda İran’ın Suriye’deki askerî varlığını sürdürmek için gereken kaynağı temin etmesi zorlaşacaktır.

Bu makalede dile getirilen görüşler yazarların kendisine aittir ve IRAM'ın yayın politikasını yansıtmayabilir.