İranlı Aydınların Milliyetçilikle Sınavı: Kuçani ve Safevi Şiiliğine Dönüş

İranlı Aydınların Milliyetçilikle Sınavı: Kuçani ve Safevi Şiiliğine Dönüş
Yazı boyutunu buradan ayarlayabilirsiniz

İran İslam Cumhuriyeti'nin kurulmasından sonra ülkede farklı düşünce okulları ve hareketleri ile önemli fikir adamları ortaya çıktı. İranlılar, geleneksel olarak, teorik tartışmalara verdikleri önemle dikkat çekerler ve bu tartışmaların sonucu olarak farklı düşünürler göze çarpar. İslam devriminin ilk yıllarında, İran toplumundaki düşünce kabaca üç ana akım üzerinden ayırt edilebilir: Bir: Geleneksel İslamcı düşünce; iki: Marksist sol düşünce ve üç: Halkın Mücahidleri hareketinin siyasi alanda temsil ettiği Marksizm ve İslam düşüncesinin karışımı olarak tanımlanabilecek düşünce ekolü. Yukarıda tanımlanan bu grupların dışında değişik düşünce okulları veya fikir adamları da vardır ancak İran toplumundaki etkilileri daha sınırlı olmuştur. Bu gruplar arasında yoğun ve derin tartışmalar gerçekleşmiştir. Zamanla, çeşitli nedenlerle, Siyasal İslamcı görüş ve söylem politik gelişmelerin de etkisiyle diğer iki görüş üzerinde hakimiyet kazandı ve bunun sonucunda Marksist düşünce hareketi marjinalleşti, Halkın Mücahidleri hareketi ise düşünce ve fikir sahasını terk ederek silahlı saldırılara başladı ve nihayetinde İran’ı terk etmek zorunda kaldı.

İslam Cumhuriyeti'nin yerleşmesinden sonra, Şii İslam öğretilerine dayanan yeni sosyo-kültürel ve siyasal sistem daha önce hiç karşılaşılmamış sorunlarla yüzleşti ve bunları aşmak için yeni çözümlere ihtiyaç duydu. Hem yeni ortaya çıkan iç dinamiklere hem de dış politikada nasıl bir yaklaşım izleneceği önem kazandı. İran toplumu bu esnada devrim öncesi siyasi-fikri tartışmalarda etkili olan ve toplumsal problemlere, özellikle de Müslümanların modern hayata uyum sağlamaktaki sıkıntılarına çözüm arayan en büyük düşünürlerini (Ali Şeriati, Murteza Mutahhari, Muhammed Beheşti, Seyid Hüseyin Nasr gibi) kaybetmişti. Bu şahıslar hem İslam geleneğini hem de modern Batı düşüncesini tanımaya çalışıp buradan hareketle toplum için yeni çözümler üretiyorlardı.

Bu sosyo-politik gelişmeler çerçevesinde, fikir ve düşünce alanında zamanla Abdülkerim Suruş, Rıza Daveri Erdekani, Müçtehid Şebisteri, Mustafa Melikiyan gibi yeni mütefekkirler ortaya çıkmaya başladı. Bu aydınlar arasında, Martin Heidegger (Alman filozof) ve Karl Popper'in (Avusturyalı – İngiliz filozof) takipçiliği görülebiliyordu ve İran’da Heideggerciler ve Popperciler arasında yaşanan ilginç tartışmalar (gelecek yazılarımda bu konuyu değerlendirmeye çalışacağım) bu ülkedeki düşünce dinamiğinin bir göstergesidir. Lakin 90’lı yıllarda en derin entelektüel tartışmalar 'Keyhan-i Ferhengi' dergisinde gerçekleştirildi. Bu dergide İran’ın en önde gelen aydınları yazıyordu. Dergi ezber bozan yazıları nedeniyle kapatıldıktan sonra, sosyal bilimler temalı tartışmalar daha çok ‘Keyan’ ve ‘Medrese' dergilerinde oluyordu fakat sonraki süreçte bunlar da kapatıldı. Bu dergiler, toplumun arasında "dindar aydınlar"ın (ruşenfikran-i dini) tribünleri olarak biliniyordu. Bu isimler genel olarak İslam dinine ve özel olarak ise Şiiliğe yeni yorumlar ve yeni bir hermenötik bakış açısı getirme girişimlerinde bulunuyorlardı. Abdülkerim Suruş ‘Kabz ve Bast-ı teorik şeriat’ ve Müçtehid Şebisteri ‘Kıraat-i nebevi ez cihan’ teorilerini ilk defa 'Keyhan-i Ferhengi' dergisinde yayımlandılar. Bu yazılar büyük ölçüde dikkat çekti ve buradan doğan tartışmalar sonucunda çok sayıda kitap ve makale yazıldı.

Resmi söylemlerden farklı bir görüş ortaya koymak veya kamuoyu ile ilişki kurmak bakımından bu dergiler İran’da önemli bir rol ifa edegelmişlerdir. Yani bu dergiler mutlak bağımsız olmasalar da iktidarın baskısından nispeten uzak, alternatif bir söylem aracı olarak görülebilir.

Üniversitelerde ve entelektüel çevrelerde etkili olan, adı geçen, dergiler her ne kadar kapatıldıysa da dini aydınların etkisi ve nüfuzu okumuş gençler arasında günden güne yayılıyordu. Bu aydınlar topluma, hümanist bir yaklaşımla, İslam ile modern dünyanın yeni yaşam tarzını nasıl harmanlayacaklarını “teorik olarak” anlatıyordu.

Yukarıda zikredilen dergiler kapatıldıktan sonra, 2009 yılında 'Mihrname' dergisi sahneye çıktı. İran’ın önde gelen aydınları ve sosyal bilimlerin en ünlü akademisyenleri bu dergide yazmaya başladı. “Dünyayı değiştirme yerine onu açıklayalım” sloganıyla çıkan dergi, eğitimli İranlılar arasında en güçlü ve etkili mecralardan birisi olmayı başardı. Dergi ilk sayılarda Meryem Şabani, Rıza Hoceste Rahimi ve Muhammed Kuçani tarafından yönetiliyordu. Kuçani İran’da çok iyi tanınan ve etkili olan bir gazetecidir. Muhammed Kuçani tarafından yönetilen çeşitli gazete ve dergiler İran kamuoyunda önemli izler bırakmıştır. Kendisi şimdiye kadar Şervendi Emruz, Hemmihen, Şark, İrandoht başta olmak üzere birçok gazete ve derginin baş editörlüğünü yapmıştır.

Zamanla, 'Mihrname' dergisinin yöneticileri, özellikle de Kuçani, dindar aydınları ciddi bir şekilde eleştirmeye ve kötülemeye başladı. Ardından bu düşünce okulunun mensupları arasında ayrışmalar meydana geldi. Meryem Şabani ve Rıza Hoceste Rahimi dergiden ayrılarak, “Endişe-i Puya” adlı iki aylık dergiyi çıkarmaya başladılar. Bu iki tanınmış gazetecinin ayrılmasından sonra, “Mihrname” dergisinde son zamanlarda radikal milliyetçi ve tartışmalı fikirleriyle tanınan Seyid Cevad Tabatabai’nin adı ön plana çıkmaya başladı. Tabatabai’nin, Muhammed Kuçani ve (Hamid Zari’ gibi) diğer yöneticilerin üzerinde büyük etkisi sonucunda - halihazırda İran’ın en büyük ve etkili dergisi olan bu mecrada – git gide milliyetçi ve mezhepçi bir söylem ağırlık kazandı. Bu söylemi en bariz bir şekilde Muhamed Kuçani’nin bu derginin son sayısında yayımladığı "Safevi Şiiliğine Dönüş” (Bazgeşt be Teşeyyu-i Safevi) yazısında görebiliriz.

Bu yazıda, Kuçani, öncelikle birçok Müslüman için özel önem taşıyan, hatta İran’ın da geçmişte savunduğu İslam Birliği (İttihad-i İslam) kavramını hedef alıyor ve onu İran’a zarardan başka bir şey getirmemiş bir mefhum olarak irdeliyor. Safevi Şiiliği kimliğine dönülmesi gerektiğini savunan Kuçani, aslında - bilerek veya bilmeyerek - DEAŞ gibi grupların manipülasyonlarına uğruyor. Buradan, tıpkı onlar gibi, İran’ı İslam dünyasından koparmak istediği anlamı çıkıyor. Yazısında birkaç yerde “Türklerin ‘Neo-Ottomanizm’ ve Arapların ‘Vehhabiliğine’ karşı bizim ‘Neo-Safeviliği’ kurmamız gerek” şeklinde vurguda bulunuyor.

İran’nın dünya (global) ve ümmet (İslam Ümmeti) doğrultusunda düşünen mütefekkirlerini hedef alan, Kuçani "Safevi Şiiliğine Dönüş” kavramını okumuş kitleler arasında, söylem olarak, baskın haline getirmeye ve bunu da Türklerin ‘Neo-Ottomanizm’i ve Ebu Bekir Bagdadi’nin ‘Seleficiliği’ ile karşılaştırarak, ayrıştırıcı bir dil kullanarak, yapmaya çalışıyor. Onun en büyük yanlışı, Vahhabilerin hasta iddialarına ve ‘Neo-Ottomanizm’e dair İran ve dünya basınındaki kasıtlı medya propagandalarına kendini kaptırmış olmasıdır zira Türkiye'de hiçbir siyaset bilimci, önemli medya adamı ve herhangi bir kurum tarafından ‘Neo-Ottomanizm’ kavramı Muhammed Kuçani’nin ve onun Mihrname dergisinin ‘Neo-Safeviciliği’ savunduğu gibi ortaya atıp savunmadı.

"Safevi Şiiliğine Dönüş” yazısında Kuçani şöyle diyor:

“Ali Şeriati’nin ihanet olarak gördüğü ‘Safevilerin İran kimliğini Şiilik maskesi altında diriltmelerini ve İran milletini büyük İslam ümmetinden ayırmalarını,’ belki bugün Safevilerin bir hizmeti olarak görmemiz lazım”. (Mihrname, sayı 50. s. 20).

Böyle bir yaklaşımdan İran milletinin İslam Ümmetinden ayrılmasının İran halkına büyük hizmet olduğu anlamı çıkıyor. Bence Kuçani bu görüşüyle aslında karşıt gibi göründüğü El Kaide ve DEAŞ tezlerini savunmuş oluyor.

Safevi Şiiliğine Dönüş söylemi eğer önemsiz ve marjinal bir dergiden veya isimden ortaya çıksaydı ve savunulsaydı, belki o kadar önemsenmezdi. Fakat Mihrname dergisi, aydınlar ve okumuş kitleler arasında en çok okunan ve önemsenen dergidir. Ayrıca İran Dışişleri Bakanlığının Siyaset Bilimleri Enstitüsü Başkanı Muhammed Kazım Secedpur derginin müşavirliğini yürütmektedir.

Muhamed Kuçani, Safevi Şiiliği söyleminin geçmişten bugüne devam etmemesi ve aydınlar tarafından kabul görmemesi hususunda Seyyid Cemaleddin Afgani (Esedabadi) ve Ali Şeriati’yi suçluyor ve onlara çok ağır ithamlarda bulunuyor. Unutmamak gerekir ki hem Seyyid Cemaleddin Afgani hem de Ali Şeriati İran dışındaki Müslümanlar arasında da önemli ve etkili aydınlardır. Onlara karşı o kadar ileri gidiyor ki “İslami terörizmin” başları diye hitap ediyor, Seyyid Cemal’i, Osmanlı İmparatorluğunun casusu olarak adlandırıyor, her ikisini de İran ve Şiiliğin düşmanı olarak suçluyor ve hatta Ali Şeriati’yi Eymen Zevahiri (El Kaide lideri) ile kıyaslıyor. Kuçani gibi entelektüel ve etkili bir gazeteciden böyle görüşler ve yazılar okumak, yıllarca onu tanımış ve yazılarını okumuş birisi için  hayret vericidir. Yazısında “Osmanlı bizim düşmanımız”, “Seyyid Cemaleddin Afgani ve Ali Şeriati İslami fundamentalizmin başlarıdır”, “Ali Şeriati, Ebu Bekir Bagdadi gibi”, “sünnileşmiş Ali Şeriati ve aydınlarımız” gibi ciddiyetten uzak ifadelere rastlıyoruz. Bu tablo İranlı aydınların sürüklendiği yeri göstermesi açısından oldukça ibret vericidir.

Mihrname Dergisi ve Baş Editörü Kuçani, İran’ın hümanist dindar aydınlarını (Ali Şeriati, Abdülkerim Suruş, Mustafa Melikiyan gibi) hedef alarak, onların yerine milliyetçi ve mezhepçi (Seyid Cevad Tabatabai gibi) aydınları koyarak, İranlı entelektüellerden insancıl söylemlerini terk etmelerini istiyor ve onları Şii milliyetçiliğe ve mezhepçiliğe çağırıyor. Böyle yaklaşımlar, kanaatimce, hem İran siyasetini hem de İran’ın komşularını büyük tehlikelerle karşı karşıya bırakabilir. Kuçani’nin bu çağrısı 20. yy.’da Balkanlardaki Sırp milliyetçiliği çağrılarını andırıyor ki bölgeye kan, nefret, ayrılık ve göz yaşından başka bir şey getirmemiştir.