Maksimum Baskı Politikasının Geleceği

Maksimum Baskı Politikasının Geleceği
Yazı boyutunu buradan ayarlayabilirsiniz

Trump yönetimi, Nükleer Anlaşma’dan çekilerek İran’a karşı maksimum baskı politikasını uyguladı ve Anlaşma öncesi uygulanan yaptırımların tümünü tekrar yürürlüğe koydu. Bununla beraber ABD, geleneksel olarak uyguladığı sistem içindeki ılımlı kesimlerle müzakere yöntemiyle İran’ı kontrol etme politikasını bırakıp yönetimi devirmek veya en azından Tahran’ı, davranışını ve stratejisini değiştirmeye zorlamak istiyor.

Trump'ın maksimum baskı politikası üç farklı seviyede üç hedefi takip ediyor. Kısa vadede nükleer faaliyetlerini, füze programını ve Orta Doğu politikasını finanse etmek ve ilerletmek için ihtiyaç duyduğu hayati mali kaynaklardan İran'ı mahrum bırakarak bu ülkeyi mümkün olduğu kadar zayıflatmaya çalışıyor. Orta vadede İran’ın nükleer faaliyetleri, füze programı ve bölgesel politikalarını hedef alan Pompeo’nun 12 maddelik koşullarına dayanan kapsamlı bir anlaşma yoluyla İran’ın stratejik davranışını değiştirmeyi amaçlıyor. Uzun vadede ise silahlı kuvvetleri zayıflatarak sistemi değiştirmenin yanı sıra demokrasi yanlısı güçleri ve İran'daki protesto ve grevleri desteklemeyi hedefliyor.

ABD hükûmeti, hedefli belirsizlik taktiğini kullanarak bir yandan hem küresel desteği hem de ABD Kongresinin desteğini almayı amaçlıyor. Diğer yandan da İran ile doğrudan müzakere yolunu açık tutmak için sistem değişikliğini resmî politika olarak ilan etmeyi reddediyor. Maksimum baskı politikası, tüm hedeflerine ulaşmamış olsa da şimdiye kadar ekonomide şiddetli bir stagflasyon yaratmayı ve İran’ı programlarını finanse etmek için ihtiyaç duyduğu mali kaynaklardan mahrum bırakmayı başardı. Ülke ekonomisi, ticaret engelleri ve yolsuzluk nedeniyle 2019'da %7 ve 2018'de %4 küçüldü. Ayrıca İran, ülke içinde Ocak 2017'de başlayan ve şimdiye kadar belli ölçüde devam eden ciddi protesto dalgaları ile karşı karşıya kaldı. Maksimum baskı politikası bölgesel düzeyde de sonuç verdi. İran ve onun Irak ve Lübnan'daki vekil güçlerinin etkisine ve müdahalesine karşı da protesto dalgaları oluştu. ABD, Devrim Muhafızları Ordusu Kudüs Gücü Komutanı Kasım Süleymani'yi herhangi bir ciddi bedel ödemeden veya önemli bir karşılık almadan öldürdü. Ayrıca bir Ukrayna sivil uçağının düşürülmesi ve askerî tatbikat sırasında Konarek fırkateyninin hedef alınması İran’ın askerî itibarına zarar vererek silahlı kuvvetlerin zor ve kritik durumlardaki düşük hazırlık düzeyini açığa çıkardı.

Son aylarda bölgesel gelişmelerin dinamiklerinin giderek karmaşıklaşıp hızla değişmekte olduğu görülmektedir. Bu durumda çok sayıda ve hatta öngörülemeyen etkenler gelişmelerin ve beklentilerin gidişatını tamamen etkilese de maksimum baskı politikasının devamı, İran’daki cumhurbaşkanlığı ve ABD'deki başkanlık seçimleri de dâhil olmak üzere çeşitli faktörlere bağlıdır. Demokrat aday Joseph Biden seçimi kazandığı takdirde Nükleer Anlaşma’ya geri dönme sözü verse de bu sözü tutmak kolay değil. Çünkü BM yaptırımlarının otomatik olarak geri dönmesiyle Nükleer Anlaşma fiilen bitmenin son aşamasına ulaşacak. Ayrıca Biden Nükleer Anlaşma’ya geri dönme konusunda ciddi olsa bile İran, Trump'ın Anlaşma’dan çekilmesi ve ABD'nin İran ekonomisini büyük zararlara uğratan önceki tüm yaptırımların telafisi için tazminat talebinde bulunacak ki bu da ABD tarafından kabul edilmeyecektir. Bir diğer önemli konu da uluslararası arenada mevcut tek süper güç olan ABD'nin özellikle dış politikada güçlü bir yapılanmaya sahip olmasıdır. ABD’deki cumhuriyetçiler gibi Biden liderliğindeki demokratlar da bölgesel politikalar, füze programı ve nükleer faaliyetler konularında İran ile temel görüş ayrılıklarına sahiptir ve Trump yönetiminden farklı yöntem benimsese de Tahran'a bu yönde baskı uygulayacaktır. Diğer bir konu şu ki Biden gibi kıdemli politikacılar seçim kampanyaları sırasında oy tabanlarını tatmin etmek ve onları sandık başına götürmek için her zaman birtakım vaatlerde bulunmalarına rağmen hükûmeti veya dış politikayı oluştururken geleneksel ulusal güvenlik mülahazalara göre hareket eder. Gerçek o ki demokratlar, Amerikan toplumundaki destekçilerini memnun etmek için Trump'a ve politikalarına herhangi bir şekilde karşı çıkmak zorundadır. Maksimum baskı politikası da bu durumun bir istisnası değildir. Ruhani hükûmeti son yılında ve İran'daki popülaritesi düşük. Bu nedenle ABD ile gizli bile olsa müzakereleri başlatmak için yetki ve güce sahip değil. Ayrıca olası bir Biden hükûmeti, İran’daki cumhurbaşkanlığı seçimlerinin sonuçları netleşene kadar bekleyecektir. Bununla beraber ülke içindeki durum ve bölgesel koşullar ile Mart 2017'deki Meclis seçimleri sonuçları da dâhil olmak üzere tüm konular göz önüne alındığında İran'da genç ve muhafazakâr bir hükûmetin iş başına gelme olasılığı yüksek görünüyor. Bu da Biden ve danışmanlarının İran’la müzakereleri başlatmakta isteksiz davranacağı 2009-2013 Ahmedinejad Dönemi gibi bir hükûmetin iktidara gelmesi demektir.

Mevcut durum devam ederse ve Trump kasım seçimlerini kazanırsa İran muhtemelen Trump'ın başkanlığının ilk dönemine göre daha fazla baskıyla karşılaşacaktır. Fakat BM yaptırımlarının (tetik mekanizması) ABD tarafından 20 Eylül'de etkinleştirilmesinin ardından Almanya'nın yanı sıra BM Güvenlik Konseyinin (BMGK) diğer kalıcı üyelerinin de yaptırımları tam olarak ABD gibi uygulayıp uygulamayacağı henüz net değil. İran’ın tetik mekanizmasının etkinleştirilmesine nasıl tepki vereceği de belirsiz. Tahran ve Washington’la beraber İsrail ve diğer bölgesel aktörlerin ABD başkanlık seçimlerine kadar beklenmedik bir hamle yapmadıklarını ve Trump’ın da seçimleri kazandığını varsayarsak İran için üç olası senaryodan bahsedebiliriz:

1. Müzakere Senaryosu: İran, yaptırımların şiddetleneceğini ve uluslararası izolasyonun yoğunlaşacağını öngörürse ülke içinde yaygın protestoların yaşanma ihtimalini de hesaba katarak yaptırımların geri dönmesine karşı aceleci bir tepki göstermeden ABD’yle doğrudan veya dolaylı olarak müzakere başlatmak için sinyal verebilir. Görüşmeler, Ruhani'nin cumhurbaşkanlığının sona ermesi ve genç ve muhafazakâr bir hükûmetin iktidara gelmesinden sonra başlatılabilir. Ancak Tahran, yeni hükûmet göreve başlamadan önce de Washington ile müzakereye hazır olduğunun işaretini verebilir. Bu senaryo olası görünse de İran'ın maksimum baskıya teslim olacağı anlamına geliyor ve tarafların hangi atmosferde ve hangi koşullarda müzakere edeceğini dikkatli gözlemlemek gerekir.

2. Çatışma / Savaş - Müzakere Senaryosu: Trump kazandığı takdirde Rusya ve Çin hariç BMGK’nin daimi üyeleri Birleşmiş Milletler Anlaşması’nın 7. maddesi kapsamındaki yaptırımları uygulayabilir ve İran da baskılara boyun eğerek müzakerelere girmek istemediği için bazı riskli adımlar atabilir. Örneğin Nükleer Anlaşma’dan çekilebilir ya da ek protokolün uygulanmasını reddedebilir veya ABD ve BMGK'nin diğer daimi üyeleri açısından Nükleer Anlaşma’nın açık ihlali ve küresel barışı tehdit edebilecek hamleler yapabilir. Bu tür eylemler, İran ile ABD ve onun bölgesel müttefikleri arasında doğrudan bir askerî çatışmanın yolunu açabilir. Bu durum da İran’ı hayati bir tehlikeyle karşı karşıya getirir. Dolayısıyla İran, ABD veya bölgesel müttefikleriyle gireceği herhangi bir doğrudan askerî çatışmayı sınırlı ve kontrollü yürütecektir. Böylece İran’ın silahlı kuvvetleri ve radikal muhafazakâr kesimler kontrollü bir çatışma yoluyla önce maksimum baskıya teslim olma algısını hafifletip devamında müzakere masasına oturabilir. Kesin olan şu ki Trump'ın ikinci döneminde yoğunlaşan baskılar ve İran ekonomisinin çöküşe yaklaşması sonucunda bölgede Tahran ile Washington arasında askerî bir çatışma olasılığı çok daha yüksek olacaktır. Elbette müzakere olasılığı da artabilir.

3. Ne Savaş Ne Müzakere (Ekonomik Çöküş): İran, maksimum baskı politikası altında pazarlık yapmayacağını ve bekasının savaş nedeniyle tehlikeye atılmayacağını umuyor. Dolayısıyla İranlı yetkililer açısından en iyi durum, bu senaryonun gerçekleşmesidir. Ancak İran'ın yaptırımlar ve yoğun izolasyon karşısında mevcut durumu sürdüremeyeceği düşünüldüğünde iç memnuniyetsizliği dış baskı ile dengeleyebilmesi olası görünmüyor. İran, hayatta kalmaya devam etmek için ekonomik çöküşü göze almayı ve Kasım 2017'de olduğu gibi ayaklanmaları şiddetle bastırmayı tercih ederse İran'ın Venezuela gibi orta ve uzun vadede yaygın bir ekonomik krizle karşılaşması muhtemeldir. Bu durumda ABD’nin bir sistem değişikliği politikası izleyip izlemeyeceği veya İran'daki koşullara bakarak (Tahran'ın bölgesel müdahalelere ve nükleer / füze programlarına devam edememesi göz önüne alındığında) özel bir önlem alıp almayacağı henüz belli değil.

ABD, maksimum baskı politikasını daha kapsamlı ve sürekli bir politikaya dönüştürmeye karar verirse bu politikanın orta ve uzun vadeli hedeflerine ulaşması uzak bir ihtimal olmadığı gibi İran da güç alanlarının hiçbirinde ABD’ye karşı bir üstünlüğe sahip değildir.


Bu makalede dile getirilen görüşler yazarların kendisine aittir ve IRAM'ın yayın politikasını yansıtmayabilir.