Nükleer Anlaşma’ya Muhalif Devletlerin Lobi Şirketleriyle İlişkisi

Nükleer Anlaşma’ya Muhalif Devletlerin Lobi Şirketleriyle İlişkisi
Yazı boyutunu buradan ayarlayabilirsiniz
Kıdemli Uzman Bilgehan Alagöz

Küresel liderlik iddiasındaki ABD’de, çıkar gruplarının hem yürütmenin karar alma aşamasını hem de kamuoyunu etkilemek için büyük çaba sarf etmesi, ülkede kabul edilmiş bir gerçekliktir. Buna lobicilik denmektedir. ABD’de lobi faaliyetleri birkaç yolla gerçekleşmektedir. Bunların başında lobi yapmak için oluşturulmuş profesyonel organizasyonlar gelmektedir. Lobi şirketleri, iç hukuk sisteminde çerçevesi net çizilmiş düzenlemeler ile hukuki bir zeminde hareket etmekle yükümlüdür. Bu bağlamda 1938’de yürürlüğe girmiş olan Yabancı Temsilci Kayıt Yasası (FARA) önemlidir. Aynı şekilde 1995’te çıkarılan Lobicilik İfşa Yasası (The Lobbying Disclosure Act-LDA, 1995) ve 2007’de Yasa’daki eksik kalan kısımları tamamlamak için çıkarılan Dürüst Liderlik ve Açık Hükûmet Yasası (The Honest Leadership and Open Government Act-HLOGA, 2007) ABD’de yabancı hükûmetler adına yapılan lobi faaliyetlerini katı bir şekilde düzenlemektedir.

Bu çerçevede P4+1 ülkeleri ile İran arasında Viyana’da İran Nükleer Anlaşması’nın (KOEP) geleceği hakkında müzakereler devam ederken Anlaşma’dan rahatsızlık duyan bölge ülkelerinin, Washington üzerinde baskı kurmak adına yürüttüğü lobi faaliyetleri oldukça önemlidir. Bu yönde girişimleri olan devletlerin başında ise Suudi Arabistan gelmektedir. Washington’daki Suudi Büyükelçiliği, 13 Kasım 2020’de Off Hill Strategies şirketi ile bir anlaşma yapmıştır. Söz konusu firma, daha önce muhafazakâr kuruluş olan Heritage Action for America’nın hükûmet ilişkileri direktörlüğünü yürütmüş olan Tripp Baird tarafından kurulmuştur. Sözleşmeye göre Off Hill’in lobicilik çabalarının odak noktası, “Yasama aşamasındaki ilgili mevzuatın yürürlüğe girmesini veya değiştirilmesini etkilemek, bununla ilgili stratejiler uygulamak, arka plan bilgileri içeren belgeler hazırlamak, Kongre ofislerine e-posta göndermek ve Kongre üyeleri ve/veya personeli ile toplantı yapmak.” şeklinde belirlenmiştir.

Off Hill ile yapılan anlaşmadaki gerekçe, Suudi Arabistan’ın KOEP ile ilgili Biden yönetimi tarafından atılacak herhangi bir adımda bunu engellemeye çalışacağını ya da İran ile olası müzakerelerin bir parçası olmak için ABD Kongre üyeleri üzerinde lobiciler aracılığıyla bir baskı kuracağını göstermektedir. Bu bağlamda Suudi Arabistan’ın lobi faaliyetleri, başka firmalar üzerinden de gerçekleşmektedir. Esasen bir danışmanlık firması olan Booze Allen Hamilton şirketi, 2017 yılından itibaren Suudi Arabistan’ın Washington Büyükelçiliğine, ABD’nin yabancı ülkelere yaptığı askerî satışlar hakkında danışmanlık yapmaya ve ABD’nin Suudi Arabistan ile ilişkilerini ve iş birliğini geliştirmesine destek vermeye başlamıştır. Ancak 2020 Temmuz ayında bu desteğini daha ileri bir aşamaya taşıyan firma, FARA kapsamında lobicilik yapabilmek için kayıt yaptırmıştır. Dikkat çekici bir başka anlaşma ise yine Washington’daki Suudi Arabistan Büyükelçiliğinin Larson Shannahan Slifka Group üzerinden Arena Strategy Group ile yapmış olduğu lobi girişimidir. Firma ile sözleşmenin yapıldığı tarih, Biden’ın ABD’nin yeni başkanı olacağının ilan edilmesinin hemen sonrasına denk gelmektedir. Arena’nın faaliyetlerini yürüten kişi, eski Başkan George W. Bush’un 2004’teki seçim kampanyasının Wisconsin eyalet direktörlüğünü yapmış olan ve neo-muhafazakâr (neocon) kimliğiyle bilinen stratejist Mark Graul’dır. Bu durum dikkat çekicidir zira Suudi Arabistan’ın İran ile ilgili girişimleri engellemek için bu kişileri tercih etmesi, Biden Dönemi’nde Washington’da karar alma mekanizmasında neo-muhafazakâr siyasetin etkili olacağının bir işaretidir.

Suudi Arabistan’ın Washington’daki lobi faaliyetleri bağlamında değinilmesi gereken son bir oluşum da 2016’da kurulmuş olan Suudi-Amerikan Halka İlişkiler Komitesidir (Saudi American Public Relation Affairs Committee-SAPRAC). Donald Trump Dönemi’nde ABD-Suudi Arabistan ilişkilerinin derinleşmesinde etkin olan ve 2017’deki Katar krizinde Washington’da aktif bir şekilde anti-Katar tezlerin üretilmesine katkı sağlayan yapı, Katar adına lobi faaliyetleri yapan Avenue Strategies şirketinden Barry Bennett’ın şikâyeti üzerine FARA’ya kayıt yaptırmak zorunda kalmış, böylece lobi girişimleri resmî boyut kazanmıştır. SAPRAC’ın Biden Dönemi’nde Suudi Arabistan ve ABD arasında olası gerginliği azaltmak için aktif çalışacağı ve İran konusunda Amerikan kamuoyunda negatif algının oluşması için çaba sarf edeceği düşünülmektedir. Nihayetinde Suudi Arabistan’ın tüm bu lobi şirketleri ile yaptığı anlaşmalar, birkaç koldan ABD’deki yasama ve yürütme makamları üzerinde baskı kurma noktasında kararlı olduğunu göstermektedir.

Suudi Arabistan dışında Birleşik Arap Emirlikleri’nin (BAE) lobi faaliyetleri de dikkat çekicidir. Akin Gump Strauss Hauer & Feld LLP üzerinden American Defense International firması ile yol almayı tercih eden BAE’nin lobi faaliyetlerinin amacı; stratejik danışmanlık, ABD-BAE arası ikili ilişkilerin kuvvetlenmesi için çalışmak ve BAE’nin bölgesel güvenliğini tesis etmek şeklinde tanımlanmıştır. Doğrudan KOEP’i hedef almasa da BAE’nin Washington’daki lobi faaliyetlerinin gerekçeleri arasında bu da etkili bir sebeptir. BAE’nin, Katar ve Türkiye’ye yönelik karşıt politikalar geliştirilmesi için yürüttüğü lobi faaliyetlerinde de söz konusu firma ile çalışmış olması ayrıca önemlidir.

Bunların dışında KOEP aleyhinde kamuoyu oluşturmak adına hareket eden Yahudi baskı grupları da oldukça önemlidir. Stephen Walt ve John J. Mearsheimer 2006’da yazdıkları ve daha sonra kitap hâline getirdikleri The Israel Lobby and U.S. Foreign Policy isimli çalışmalarında, ABD dış politikası üzerinde American Israel Public Affairs Committee’nin (AIPAC) etkisini dile getirmiş ve konuyu akademik düzeyde tartışmaya açmıştır. Trump Dönemi’nde ABD’nin İran politikasının oluşmasında AIPAC’in önemli bir aktör hâline gelmesi, Biden Dönemi’nde AIPAC ile daha mesafeli bir ilişki olasılığını artırmaktadır. Bu bağlamda 10 Aralık’ta Temsilciler Meclisinden 150 demokrat temsilcinin, Biden yönetimine hitaben KOEP’e koşulsuz dönüş için destek vereceklerine dair bir mektup yazması dikkat çekicidir. Zira söz konusu mektubu imzalayanlar arasında, geçmişte İsrail yanlısı olan ve 2000’lerin başında İsrail Projesi’nin kurulmasına katkı sağlayan Kaliforniya temsilcisi Demokrat Brad Sherman da vardır. AIPAC ise buna tepki göstermiş, Biden’ın Anlaşma’ya dönmeden önce daha kapsamlı başka bir anlaşma yapması için konuyu yakından takip edeceğini ilan etmiştir.

AIPAC’in Biden Dönemi’nde KOEP’e dönme konusunda muhalefet gösterecek olması beklenen bir durumdur çünkü en başından beri pozisyonunu Anlaşma karşıtlığı üzerine belirlemiştir. Biden’ın Anlaşma’ya dönme konusundaki girişimlerine karşı çıkacağını ilan eden Israel Policy Forum’un tavrı asıl şaşırtıcı olandır. Sol merkezde olan, iki devletli çözümü destekleyen, Trump’ın barış planına ve İsrail’in ilhak planlarına karşı çıkmış olan İsrail lobi grubunun, 16 Aralık 2020 tarihindeki çevrim içi toplantısında Yossi Klein Halevi’nin, ABD Yahudi toplumuna KOEP’e dönmenin İsrailliler tarafından bir ihanet olarak görüleceğini ifade etmesi oldukça dikkat çekicidir. Bugüne kadar İran konusunda daha çok merkez sağ düşüncedeki İsrail yanlısı oluşumlar eleştirileri ile ön plana çıkmışken sol eğilimdeki İsrail yanlısı bu grup, gösterdiği bu tepkiyle özellikle Demokrat Parti içinde Senatör Bernie Sanders’ın temsil ettiği ilerici (progressive) kanat üzerinde etkili olmayı hedeflemektedir. Bu da tıpkı 2015’te olduğu gibi ABD Senatosunda Demokratların, Başkan ile ayrışan bir tutum sergilemesi ve İsrail tezlerini önceleyen bir yaklaşımla KOEP’e dönme hususunda direnç gösterme ihtimalini kuvvetlendirmektedir.

Trump, 2016’da iktidara geldiğinde Washington’daki düzeni bir çeşit bataklık olarak adlandırmış ve bunu kurutmayı vadetmişti. Zira ona göre gerek lobi şirketleri gerek düşünce kuruluşlarına yapılan bağışlar üzerinden ABD dış politikası tutsak altına alınmakta ve ülkenin menfaatleri ikinci plana atılmaktaydı. Trump’ın gerçekleşmeyen bu vaadi, Biden Dönemi’nde yabancı hükûmetlerin lobi faaliyetlerinin Washington’da hız kazanacağı gerçeğini bir kez daha ortaya koymaktadır.