Ölü ve Hasta Sayıları Gerçekle Ne Kadar Örtüşüyor?

Ölü ve Hasta Sayıları Gerçekle Ne Kadar Örtüşüyor?
Yazı boyutunu buradan ayarlayabilirsiniz

Sağlık Bakanlığı Halkla İlişkiler Sorumlusu Kiyanuş Cihanpur, 26 Şubat günü yapmış olduğu açıklamada koronavirüse yakalananların sayısını 141, ölenlerin sayısını ise 22 kişi olarak açıklamıştı. Bugün itibarıyla (27 Şubat) ise hastalığa yakalananların 245, ölenlerin ise 26 kişiye ulaştığını açıkladı. Böylece 25 Şubat’ta 95 olarak açıklanan hasta sayısı, bugün itibarıyla 150 kişi daha arttı. Bununla beraber hasta vakalarının görüldüğü eyalet sayısı 13 iken bu sayı 22’ye yükselmiştir. Ayrıca virüs, Batı Azerbaycan eyaletine sirayet etmesiyle Türkiye sınırına da dayanmış oldu.

Resmî açıklamaların yanında sosyal medyada ölü ve hasta sayılarının çok daha yüksek olduğuna dair rivayetler dolaşmaktadır. Dikkat çekici olan ise bu rivayetleri destekler vasıfta yetkili makamlardan gelen açıklamalar da mevcuttur. Bunlardan biri Kum Sağlık Bilimleri Üniversitesi Başkan Vekili’ne aittir. Söz konusu şahıs, 26 Şubat’ta Kum’da koronavirüs hastalarının tedavisi için yetkilendirilen Ferkani ve Kamkar hastanelerine ek olarak İmam Rıza ve Ali bin Ebi Talib hastanelerinin de hizmet vereceği hakkında bilgi vermiştir. Aynı şahsın 434 kişinin koronavirüs şüphesiyle Kum’daki hastanelere yatırılmış olduğunu açıklaması da şehirde durumun beklenenden vahim olduğu yönündeki kuşkuları artırmaktadır. Bütün bu açıklamalara ilave olarak Kum’daki Kamkar ve Ferkani hastanelerinin yatak kapasitelerinin arttığına dair haberler de yer almaktadır. Kamkar Hastanesinin 192, Ferkani Hastanesinin de 400 yatağa sahip olduğunu düşünürsek bu hastanelerin dolu olması ve yanına 100 yataklı İmam Rıza ve Ebi Talib hastanelerinin devreye sokulması korona şüpheli hasta sayısının 600’den fazla olduğu ihtimalini gündeme getirmektedir.

Kum şehrinde bu kadar yüksek sayılar zikredilirken resmî açıklamalarda bütün ülkede hasta sayısının 245 kişi kadar oldukça az bir rakamla anılıyor olması ortada bir çelişkinin var olduğunu göstermektedir. 245 hastanın yanında ölü sayısının 26 olduğunu kabul edersek karşımıza %10,6 seviyesinde bir ölüm oranı çıkmaktadır. Bu rakam her 10 kişiden bir veya ikisinin öldüğü anlamına gelir. Bu da İran'ı koronavirüs vakalarında ölüm oranının en yüksek olduğu ülkelerden biri konumuna getirmektedir. Eğer bir ülkede salgın vakaları yeni ortaya çıkmışsa ve ölüm vakasının yaşanmasına rağmen henüz tam hasta sayısı bilinmiyorsa ölüm oranının başlarda yüksek seyretmesi doğaldır. Ancak İran, dokuz gündür salgının pençesinde bir ülke olarak salgına yeni yakalanmış bir ülke değildir. Buna rağmen düne kadar hasta rakamları çok düşük bir düzeyde seyretmiştir. İki gün içinde 150 kişilik gibi bir artış önceki günlerin seyrine bakıldığında oldukça keskin bir artış olup daha önce hasta sayılarının net olarak açıklanmadığı iddiasını da doğrulamaktadır. Hasta sayılarının duyurulmasında önceki günlerde bir eksiklik yaşandığı ve eksikliğin telafi edilmesi yönünde bir tedbir olduğu anlaşılmaktadır. Bu eksikliğin ortaya çıkmasında üç ihtimal söz konudur. Bunlardan biri karantina önleminin iyi uygulanıyor olmasıdır ki böyle bir durumun olmadığından bahsedilmiştir. Geriye kalan iki olasılık ise sağlık teşkilatının hastalığın teşhis edilmesinde geç kalması ya da gerçek verileri halktan gizlemesidir. Bu nedenle yönetim, rakamları öğrenmekte gecikiyor olabilir. Bunun nedeni hastalığın teşhisinde kullanılan tıbbi cihazların yetersiz oluşudur. İran’da koronavirüs teşhis cihazlarının eksik olduğu bilinmektedir ve Tahran haricindeki diğer bütün şehirlerde, hastanelere başvuran insanların gerçekten koronavirüs hastası olup olmadıkları ancak cihazların bulunduğu Tahran’a tahlil için gönderilen kan örnekleri üzerinden birkaç gün içerisinde anlaşılmaktadır. Sağlık Bakanlığı Bulaşıcı Hastalıklar Alt Kurulu Üyesi Minu Mohrez bu durumu açıkça dile getirerek cihaz üreticisi olan Avrupalı firmaların ambargolar yüzünden İran’a cihaz satmaktan çekindiklerini ve ülkesinin ancak Dünya Sağlık Örgütü’nün vasıtasıyla bu cihazları temin edilebildiğini ve bu sayede hastalığı daha yeni teşhis edebilme imkânına kavuştuklarını ifade etmiştir. Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani de 26 Şubat’taki konuşmasında cihaz eksikliğinden konu açarak yerli cihazların üretilmesi için çalıştıklarını ve bunların hizmete girmesiyle hastalığın kolayca teşhis edilebileceğini ifade etmiştir. Son olarak hükûmet, gerekli birtakım önlemleri alamadığı için gerçek rakamı gizlemek zorunda kalmaktadır. Hükûmet, sağlık uzmanları ve doktorların ikazlarına rağmen salgının ortaya çıktığı Kum şehrini, karantina altına almamakta ısrar etmiştir. Söz konusu ikazlardan biri Şehid Behişti Sağlık Bilimleri Üniversitesi Bilim Kurulu Üyesi Dr. Haşim Refiitebar’dan gelmiştir. Refiitebar, durumun yalnızca Kum şehrinin değil İran’ın bütün büyük şehirlerinin karantinaya alınmasını gerektirecek kadar kritik olduğunu dile getirmiştir. Ancak karantina uygulaması Sağlık Bakanlığı tarafından çağ dışı bir uygulama olduğu gerekçesiyle reddedilmiştir. Bundan başka Kum Eyaleti Güvenlik Şurası 25 Şubat’ta camilerde cemaat hâlinde namaz kılınmaması yönünde karar almıştır. Ancak insanların da bu karara pek önem vermedikleri ve kutsal saydıkları mekânlarda toplu hâlde ibadet etmeye devam ettikleri görülmektedir. Bu tür mekânların faaliyetlerini tamamen durdurmak elbette zor bir karardır. İnsanlar salgın gibi tehlikeli zamanlarda daha fazla dua etme ihtiyacı duymaktadır. Bu durumu Masume Türbesi’nin mütevellisi Seyyid Muhammed Saidi, “Biz bu kutsal türbenin bir darüşşifa olduğuna inanıyoruz. Burası insanların gelip hem ruhsal hem de fiziksel hastalıklarının şifa bulacakları bir yerdir. Öyleyse açık kalmalıdır." sözleriyle özetlemektedir. Bu tür mekânları kapatmaya yeltenmek muhafazakâr halkta büyük bir tepki yaratacaktır ve anlaşılan hükûmet, muhafazakâr halk ve siyaset kesimini ayrıca devletin teokratik müesses nizamını karşısına almamak için böyle bir karar almaya cesaret edememektedir.

Karantina ve tecrit önleminin alınamaması ise hasta ve ölü sayısının giderek artmasında ve Kum eyaletinden diğer eyaletlere yayılmasında etkili olmuştur. Eğer gerekli önlemler alınmazsa hastalığın ve ölümlerin daha da artma ihtimali yüksektir. Bu ihtimalin gerçekleşmesiyle birlikte hükûmetin gerçek rakamları açıklamakta düştüğü yetersizlik ileride daha anlaşılır hâle gelecek, halkta siyasi sorumluların kifayetsizliği nedeniyle yaşamlarını yitirdikleri düşüncesine kapılmalarına neden olacaktır. Bu düşüncenin tesiriyle zaten kaybedecek daha fazla bir şeylerinin olmadığını düşünen halkın, etrafına karşı daha saldırgan olma riski yüksektir. Aralık 2019’da İran’da yaşanan sokak gösterilerine, çoğunlukla toplumun ekonomik durumu kötü kesimlerinden katılımın gerçekleştiği görülürken bu sefer toplumun geneline yayılmış ölüm korkusu, toplumun bütününü kapsayan ve katılımın çok daha yüksek olduğu bir kalkışma hareketinin başlamasına neden olabilir.