Reisi ve İran Ekonomisi

Reisi ve İran Ekonomisi
Yazı boyutunu buradan ayarlayabilirsiniz

Haziran 2021 Cumhurbaşkanlığı Seçimlerinin galibi İbrahim Reisi, seçim sürecinde ülkenin ekonomik sorunlarının çözümünde muhafazakâr siyasetin ekonomik duruşundan çok fazla ayrılmadı. Vaatleri, daha önceki seçimlerde görüldüğü gibi muhafazakâr adayların halkçı ve popülist söylemleriyle aynı doğrultudaydı.

Son yıllarda ABD’nin tek taraflı yaptırımlarıyla birlikte hane halklarının bozulan ekonomik durumunu düzeltmek isteyen Reisi, çözümü “direniş ekonomisi” ve “sübvansiyon” politikalarında görmektedir. Müesses nizam aktörü Reisi’nin, son yıllarda aktif olarak siyaset sahnesinde yer alsa da daha çok bürokratik görevlerde bulunması ve aldığı görevlerin daha çok hukuk ile bağlantılı olması hasebiyle politik ve ekonomik bakımdan zayıf bir düşünce ve uygulama kapasitesine sahip olduğu düşünülmekte ve uygulayacağı politikaları da bu bağlamda ele almak gerekmektedir.

Reisi’nin icraat döneminde uygulayacağı ekonomi politikalarının dayanağı olan direniş ekonomisi, temelini İslam Devrimi’nin ruhundan almaktadır. Devrim’in gerçekleşmesiyle 1979’dan beri çeşitli ambargo ve yaptırımlara maruz kalan İran, küresel sistemin engellerini bertaraf etmek ve ona entegre olmak, ideoloji temelli politikalarının finansal sürdürebilirliğini sağlamak; ülkedeki ambargo, yaptırım veya endojen sebeplerden kaynaklı negatif ekonomik şokları minimize etmek ve ekonomik güvenliğini sağlamak amacıyla alternatif politikalara başvurmuştur. Direniş ekonomisinin özellikleri göz önüne alındığında Reisi’nin, ekonomik olarak  eski hükûmete kıyasla otarşik ekonomi politikaları uygulayacağı aşikârdır. Bu otarşi sistemi, reformcuların aksine piyasa ile barışık olmayan müdahaleci politikaları desteklemekte ve petrol dışı yerli imalat sanayisinin geliştirilmesini savunmaktadır. Buna ilave olarak Reisi, finansal piyasaların desteklenmesine karşıdır ve muhafazakâr emsalleri gibi daima finansal sektörün aksine reel sektörün desteklenmesini savunmaktadır.

 

Grafik 1: İran’da Halkın Aylık Ortalama Harcaması

Kaynak: BBC Persian

 

Reisi’nin ekonomi politikalarının diğer ayağını oluşturacak sübvansiyon siyaseti, direniş ekonomisinin makro yapısından ziyade daha çok İran halkına yönelik mikro politikadır. Refah göstergelerinden biri olan yerli para cinsinden aylık ortalama harcama tutarı, İran’da 2011 yılından itibaren düşmeye başlamıştır. Şehirde yaşayan halkın, 2011 yılında ortalama harcama tutarı 4,7 milyon tümen iken 2019 yılında 4 milyon tümenin altına düşmüştür. Kırsalda yaşayan halkın da 2011 yılında ortalama harcama tutarı 3 milyon tümen iken 2019 yılında 2,5 milyon tümenin altına inmiştir. Reisi, uygulayacağı sübvansiyon politikası ile son yıllarda ekonomik gücü oldukça azalan İran halkının satın alma gücüne katkıda bulunmak istemekte ve bu popülist ve halkçı politikalarla ikinci cumhurbaşkanlığı dönemini garantiye almak istemektedir. Bu bağlamda Reisi, Mahmud Ahmedinejad ile benzerlik göstermektedir. Ahmedinejad da uyguladığı sübvansiyon siyasetiyle İran halkının harcanabilir gelirini artırmaya çalışmış ve sübvansiyonlar ülkede talep enflasyonunun oluşmasına sebep olmuştur. Ancak ağır yaptırım koşullarının, talebi aşırı şekilde bastırması sebebiyle Reisi’nin durumu bu bağlamda farklılaşmaktadır.

Viyana Görüşmelerinin Reisi İçin Önemi

Viyana görüşmeleri Reisi için sadece dış politika açısından değil, ekonomi konusunda da oldukça önemlidir. Joe Biden’ın seçilmesiyle İran ekonomisinde başlayan kısmi düzelmenin, istikrarlı bir iyileşmeye dönmesi için Viyana görüşmelerinden olumlu bir haber gelmesi gerekmektedir. Her ne kadar direniş ekonomisi ve sübvansiyon politikaları ile Reisi ülke ekonomisinin kötü gidişatını değiştirmek istese de tarihsel süreç, İran ekonomisinin iyileşme reçetesinin yaptırım ve ambargoların kalkması olduğunu göstermektedir. İran ekonomisi, 2012 ve 2013 yıllarında hem Birleşmiş Milletler (BM) hem de ABD tarafından uygulanan yaptırımların ağırlaştırılması sebebiyle 2012 yılında %7,4 ve 2013 yılında %0,2 küçülmüş; 2015 yılında KOEP’in (Kapsamlı Ortak Eylem Planı, Nükleer Anlaşma) imzalanmasıyla da 2016 ve 2017 yıllarında sırasıyla %13,4 ve %3,8’lik büyüme gerçekleşmiştir. 2018 yılında ise ABD’nin KOEP’ten çekilmesi ve ardından İran’a tarihinin en sert yaptırımlarını uygulaması, İran ekonomisini 2018 yılında %6 ve 2019 yılında ise %6,8 küçültmüştür.

 

Grafik 2: İran’ın GSYİH Büyüme Oranı

Kaynak: Dünya Bankası

 

Reisi, geçmişte Nükleer Anlaşma için kötümser olsa da Viyana görüşmelerindeki olumlu havanın ekonomideki yaratacağı iyileşmenin farkındadır. Buna ilave olarak yeni nükleer anlaşmaya muhatap olacak ülke temsilcilerinin olumlu sinyaller vermesi, Reisi’nin olası bir nükleer anlaşmaya yönelik tavrını daha olumlu kılmaktadır. Siyasi olarak hem iktidarının geleceğini teminat altına almak hem de “halk kahramanı” olmak için Viyana görüşmelerinden sonra ortaya çıkacak olası yeni bir nükleer anlaşmadan yararlanmaya çalışacaktır.

Reisi Dönemi’nde Türkiye ile Ekonomik İlişkiler

Reisi’nin ekonomi ile ilgili görüşleri göz önünde bulundurulduğunda Türkiye ve İran arasında gerçekleşecek ekonomik ilişkilerin sınırlı düzeyde kalacağı öngörülebilir. Direniş ekonomisi doktrininin yerli ve millî imalat sanayi vurgusu, otarşik bir uluslararası ticaret sistemini öngörmesi ve ekonomik güvenliğe çok önem vermesi; Türkiye ile ticaretin gelişmesinin önündeki teorik engeller arasında yer almaktadır. Bu sebeple Türkiye ve İran arasındaki ekonomik ilişki petrol, doğal gaz ve bazı kimyasal ürün kalemlerinin hâkimiyetinde gerçekleşecektir.

Bunun yanında bölgesel ve küresel birçok konuda İran’la uyuşamayan Türkiye ile Reisi Dönemi’nde yakın ticari ilişkiler, siyasi ilişkilerin gerginliğinin içerdiği risk nedeniyle pek mümkün gözükmemektedir. 2012 yılından itibaren Suriye İç Savaşı, Yemen İç Savaşı ve bölgedeki mikro gelişmeler iki ülke arasındaki ticaret hacmini de kısa ve orta vadede engellemiştir. Bu gelişmelere ilave olarak son dönemde Karabağ’ın Ermenistan işgalinden kurtarılmasında iki ülkenin farklı pozisyonlarda bulunması ve şiir krizinden sonra ikili ilişkilerde bazı sorunlar meydana gelmişti. Şüphesiz ikili ilişkilerdeki bazı gerginlikler orta vadede kendini ekonomik ilişkilerde gösterecektir.

 

Grafik 3: Türkiye-İran Dış Ticaret Verileri

Kaynak: TÜİK

 

Grafik 3’e göre 2012’den itibaren Türkiye ile İran arasındaki dış ticaret hacmi sürekli bir düşüş göstermiştir. İran, Türkiye için büyük bir pazar ve önemli bir enerji (petrol ve doğal gaz) tedarikçisi olsa da siyasi risklerini minimize etmek isteyen Türkiye, İran ile olan ekonomik ilişkilerini sınırlı tutmuştur ki 2012 yılında 21,9 milyar dolar olan ticaret hacmi 2020 yılında 3,4 milyar dolara kadar düşmüştür.

Başarının Şartı

Reisi, her ne kadar İran’ın yeni cumhurbaşkanı olsa da bu görevi İran’ın kendine has ve çeşitli güç dengelerinin bulunduğu müesses nizam içinde değerlendirmek gerekmektedir. İran’daki müesses nizamın ülkenin her alanındaki baskınlığı, Reisi’nin ekonomi politikalarının geleceğini ve etkinliğini hiç şüphesiz etkileyecektir. Ancak kendisinin de müesses nizamın bir oyuncusu olduğu düşünüldüğünde ekonomi politikalarını uygulama noktasında müesses nizamın; Reisi ile Hasan Ruhani gibi çatışması oldukça düşük bir ihtimaldir.

Reisi’nin ekonomi politikalarının başarısı sadece müesses nizamla ilgili değildir. Eğer ekonomik bir iyileşme isteniyorsa İranlı yöneticilerin mutlaka yaptırım ve ambargoların kaldırılması için maksimum şekilde çaba göstermesi gerekmektedir. Aksi takdirde Reisi’nin siyasi kariyerinin yanında Meclis seçimleri ve Cumhurbaşkanlığı seçimleri başta olmak üzere son dönemlerde seçime katılım oranını artırma konusunda sıkıntıda olan müesses nizamın meşruiyeti problemli bir hâl alacaktır. Bu sebeple seçime katılma oranındaki düşüklük gibi ülkedeki birçok siyasi riski minimize etmek “ekonomideki iyileşmeye” bağlıdır.

Türkiye ile ilişkiler değerlendirildiğinde uzun vadede Türkiye ve İran arasındaki sağlıklı bir ekonomik ilişkinin en önemli şartı bölgesel ve uluslararası gelişmelerden kaynaklı risklerin minimize edilmesidir. Aksi takdirde ekonomik ilişkiler enerji ticaretinden ileri gidemeyecektir.