Seçimler: Ne Getirir? Ne Götürür?

Seçimler: Ne Getirir? Ne Götürür?
Yazı boyutunu buradan ayarlayabilirsiniz

1979’da monarşinin yıkılıp İran İslam Cumhuriyeti’nin kurulmasından günümüze kadar iş başına gelen bütün cumhurbaşkanları iki dönem görev yapmıştır. Temsil ettiği “İran Ekolü” (Mekteb-i İrani) İslam Devriminin bir alternatifi olarak görülen ve Mehdi ile doğrudan iletişim kurduğunu iddia etmesi Velayet-i Fakih müessesesine esaslı bir meydan okuma olduğu için Devrim Rehberi Ali Hamenei’yi ciddi anlamda öfkelendiren Ahmedinejad’ın dahi ikinci bir dönem cumhurbaşkanlığı yapmasına izni verilmiştir. Bu arada, Ahmedinejad’ın başarısız ekonomi ve dış politika yönetiminin İran’ı iflas noktasına getirdiğini ve muhtemel bir ABD askeri müdahalesiyle karşı karşıya bıraktığını hatırlamak gerekir.

Hasan Ruhani bu şartlar altında 2013 cumhurbaşkanlığı seçimlerine girmiş ve seçilmiştir. Ruhani, İran’ın yürütme erkinin başında olduğu dört yıl boyunca Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin daimî beş üyesi ve Almanya ile ülkesinin nükleer programı üzerine bir anlaşmaya vararak bir Amerika saldırısı riskini bütünüyle ortadan kaldırmamışsa da büyük oranda azaltmıştır. Ruhani Kapsamlı Ortak Eylem Planı (JCPOA) olarak bilinen Nükleer Anlaşmayı imzalayarak İran’ın petrol satışlarını arttırmayı ve uluslararası yaptırımlardan dolayı ticari partnerlerinden alamadığı paranın en azından bir kısmını elde etmeyi başarmıştır.

İran’ın şahin çevreleri için Nükleer Anlaşma yutulması bir hayli zor bir lokma olmuştur. Özellikle Devrim Muhafızları Ordusu Ruhani yönetiminin bu kazanımını öfkeyle karşılamışlardır. İran ekonomisinde baskın bir role sahip olan ve bütün büyük çaplı altyapı ve diğer proje ihalelerini almakta ısrarcı olan Devrim Muhafızları, Nükleer Anlaşmadan ve ülkelerinin Batı ile olan ilişkilerinin gelişmesinden sonra tekellerinin sona ereceğinden endişe etmişlerdir. Diğer muhafazakâr gruplar ise Batı ile daha fazla temasın sonucu olarak toplumda ortaya çıkacağını iddia ettikleri ahlaki yozlaşmadan dolayı kaygılanmışlardır. Devrim Rehberi ise Nükleer Anlaşmanın imzalanmasına gönülsüz ve zoraki bir şekilde rıza göstermiştir.

Bütün bu nedenlerden dolayı, Nükleer Anlaşmanın imzalanmasından sadece birkaç gün sonra muhafazakârlar, özellikle Devrim Muhafızları, provokatif eylemler gerçekleştirerek JCPOA sonra İran-ABD ilişkilerinde bir gelişme olmayacağını kesin olarak ortaya koymayı amaçlamışlardır. Nükleer Anlaşmanın nerdeyse hemen ardından gelen füze denemeleri ve Amerikan denizcilerinin yakalanması ve aşağılanması Ruhani’nin İran-ABD ilişkilerini geliştirme çabalarını net olarak baltalamayı amaçlamıştır.

Sonuçta, ülkedeki şahin çevrelerin Ruhani’nin süreci JCPOA’nın ötesine taşıma ve Obama yönetimiyle diyalog kurma gayretlerini baltalamak için ellerinden gelen her şeyi yaptıkları bir ortamda halkın Nükleer Anlaşmadan büyük beklentiler içine girmesi ve anlaşmanın yaşamlarında hızlı iyileşmeler meydana getirmesini umması makul değildi. Şahinlerin bu tavrından dolayı başta bankacılık ve finans alanları gelmek üzere İran ile girişilecek ekonomik ilişkilere uygulanan kısıtlamaların çoğu olduğu gibi kalmıştır. Son kertede, kimse enerji endüstrisi dahil İran’a yatırım yapma konusunda hevesli davranmayınca ülkede ekonomi büyümediği gibi istihdam alanları da genişlememiştir.

Cumhurbaşkanı Ruhani’nin şahin rakipleri Nükleer Anlaşmaya ve anlaşmanın cılız ekonomik sonuçlarına saldırmak için çok beklememişlerdir. ABD tarafının İran ile anlaşma konusunda çıkardığı doğrudan ve dolaylı zorluklar ve Trump yönetiminin İran’a yönelik daha sert tutuma dönüş yapması, şahin rakiplerine, Ruhani’ye ABD’nin güvenilir olmadığını hatırlatma bahanesi sağlamıştır. Ülkedeki şahinlerin JCPOA’nın sınırlı sonuçları ile kendilerinin İran-ABD ilişkilerini geliştirme gayretlerini engelleme çabaları arasındaki bağlantıya hiç temas etmediklerini söylemeye dahi gerek yoktur.

Şahinler pürneşe ABD’ye güvenmenin ve İran’ın ekonomik kalkınması için Batı’ya yönelmenin hata olduğuna vurgulamışlardır. Bu çevreler İran’ın sorunlarının yalnızca bir direniş ekonomisi ve Cihatçı yönetimle çözüleceğinde ısrarcıdırlar. Başlangıçta bu tarz açıklamalar ciddiyetten uzaktı. Ancak şimdi Devrim Rehberi de bu tarz söylemleri dillendirmektedir. Hamenei yakın zamanda ülkeden sorumlu yöneticilerin İran’ın gelişmesi için yabancılara yönelmemesi gerektiğini söylemiştir. Hatta Hamenei daha tehditkâr şekilde ve doğrudan Ruhani’yi hedef alarak JCPOA’nın İran’a yönelik savaş tehdidini ortadan kaldırdığı iddialarını reddederek cumhurbaşkanının en büyük kazanımını önemsizleştirmiştir.

Bu değerlendirmeler ve İbrahim Reisi’nin başkanlık yarışına girişi hesaba katılırsa Ruhani’nin yeniden seçilme şansına gölge düşürmüştür. Reisi, Sekizinci Şii İmamı Musa Rıza’nın türbesinden sorumlu oldukça zengin ve prestijli vakfın başkanıdır. Dahası, Reisi ciddi bir şekilde mevcut Devrim Rehberi Ali Hamenei’nin potansiyel halefi olarak görülmektedir. Onun açısından zaferi kesin olmayan bir seçime girmesi büyük bir risktir. Bununla birlikte, halk tarafından çok fazla tanınmayan Reisi’nin, Hamenei’nin halefi olarak kamuoyunda daha fazla tanınmak için girmiş olması da muhtemeldir. Her ne kadar görüşleri daha ziyade muhafazakarlarınkiyle uyuşsa da Reisi’nin seçimlere bağımsız aday olarak girmiş olması dikkat çekicidir. Bu, müstakbel Devrim Rehberi’nin siyasetin ve hiziplerin üstünde olma gerekliliğinden kaynaklanmış olabilir.

Daha önce girdiği iki cumhurbaşkanlığı seçimlerinde başarısız olan ve “Tahran Belediyesinin Etkili Başkanı” olarak kazandığı şöhret son aylarda darbe alan diğer aday Muhammed Bakır Kalibaf, Ruhani açısından daha zayıf bir rakiptir. Kalibaf özellikle 2003’te yürüttüğü oldukça havalı ve modern kampanyadan sonra Reisi’nin sahip olduğu tarzda bir net liderlik vasfına sahip olmadığını göstermiştir.

Ruhani’nin genel anlamda avantajı yalnızca kentli gençlerin değil İranlıların ezici çoğunluğunun ülkedeki aşırılıktan, toplumsal, kültürel ve siyasi kısıtlamalardan, düşük ekonomik beklentilerden ve İran’ın komşularından gelenler dahil dış tehlikeden bıkmış olmalarında yatmaktadır. İranlılar, komşularının İran’ın ABD ile olan sorunlarını istismar ederek ülkeleri üzerinde baskı kurmaya ve adil olmayan avantajlar elde etmeye çalışmasından usanmış durumdadır. Bu insanlar daha açık bir toplum, daha iyi ekonomik koşullar ve dış dünya ile daha fazla etkileşim istemektedir. İranlılar ülkelerinin yeni bir Kuzey Kore’ye dönüşmesini istememektedir.

Üstelik, Meclis Başkanı Ali Laricani dahil daha ılımlı muhafazakârlar Ruhani’yi desteklemektedirler. İshak Cihangiri’nin adaylığına rağmen reformistler de Ruhani’nin arkasındadır. Bundan dolayı Ruhani’nin ilk turda oyların yüzde ellisinden fazlasını toplaması ve eğer bunu ilk turda yapamazsa kesinlikle ikinci turda bunu başarması gerekmektedir.

Dolayısıyla sorulması gereken asıl soru başta Devrim Muhafızları olmak üzere şahinlerin Ruhani’yi tasfiye etmekte ne kadar kararlı olduklarıdır. Eğer sahip olduğu halk desteğine rağmen Ruhani tasfiye edilirse şahinler 2009 benzeri bir durumla karşı karşıya kalabilirler. Bölgesel ve küresel koşullar ve Başkan Trump ve danışmanlarının İran’da rejim değişikliğinden bahsettiği dikkate alınırsa böyle bir tepki önceki gibi kolayca yatıştırılamayabilir. Ne var ki bütün herkes sosyal ve siyasi gerilimlerden kaçınmak istediği için bu uzak bir ihtimaldir.

Bundan dolayı, eğer Ruhani başarılı bir kampanya yürütür ve kararsızları kendisinin neden hâlâ en iyi seçenek olduğuna ikna ederse, ikinci bir dönem için yeterli oyu alacaktır.

Ruhani’nin tekrar seçilmesi durumunda ülke içinde ılımlılık ve dış dünya ile, özellikle de geleneksel partnerler Çin ve Rusya’nın yanı sıra Avrupa ile de yapıcı ilişkiler geliştirme yolunda devam edecektir. Ne var ki Ruhani yeniden seçilse dahi ülkedeki şahinler daha önce Muhammed Hatemi’nin çok daha reformist ve ilerici politikalarına karşı yaptıkları gibi onun da kendi politikalarını takip etme yeterliliğini zayıflatabilirler.

Ancak seçimlerden Reisi zaferle ayrılsa bile İran’ın sosyal ve kültürel görüntüsünde bir kapanma olmayacaktır. Örneğin, Reisi eğitimli bir profesyonel olan kendi eşine işaret ederek kadınlara güvence vermeye çalışmıştır. İran dışarıda da bir maceraya girişmeyecektir. Nihayetinde, eğer Ruhani JCPOA’yı imzaladıysa bu Devrim Muhafızlarının ve Devrim Rehberi’nin desteğiyle mümkün olmuştur. Dahası, Ahmedinejad döneminde dahi, her ne kadar bu yeterince korkunç olsa da İran’ın radikalleşmesi retoriğin çok ötesine gitmemiştir. Dahası, o kadarı dahi yeterince yıkıcı olsa da Ahmedinejad döneminin radikalizmi dahi retorikten öteye gitmemiştir.

Hülasa, İran’da ne kadar ilerici olursa olsun hiçbir cumhurbaşkanının geçemeyeceği kırmızı çizgiler vardır. Şu anda ABD ile ilişkiler ve İsrail konusu bu kırmızı çizgilerden ikisidir. Buna karşılık, İran toplumu devrimin ilk yıllarındaki kısıtlamalara ve radikalizme dönüşün imkânsız olduğu bir noktaya evirilmiş olduğu bir vakıadır. Ayrıca ortada ekonomik gerçekler de bulunmaktadır. Direniş ekonomisi ve cihatçı yönetim söylemlerine rağmen şahinler dahil İran’daki herkes ülkenin gelişme için para ve teknolojiye ihtiyaç duyduğunu ve bunun diğer ülkelerin yanı sıra Avrupa, Japonya ve Güney Kore’den gelmesi gerektiğini bilmektedir. Kendisi birçok alanda teknoloji ve yatırıma ihtiyaç duyan Rusya bu bağlamda uygun bir kaynak olmadığı gibi Çin’in başka öncelikleri vardır. Her halükârda Ruhani’nin önümüzdeki seçimlerde ipi göğüslemesi İran, bölge ve dünya için en iyi sonuç olacaktır.


Bu yazıda ortaya konulan görüşler yazarın kendi görüşleridir ve İRAM’ın görüşlerini yansıtmak zorunda değildir.