Şii İlim Havzalarının Tarihî Seyri: Kum ve Necef

Şii İlim Havzalarının Tarihî Seyri: Kum ve Necef
Yazı boyutunu buradan ayarlayabilirsiniz

Sünnilikte olduğu gibi Şiilikte de ağırlık merkezi İslam tarihi boyunca dönem dönem yer değiştirmiştir. İslam’ın inanç bağlamında iki ana ekolünden biri olan Şiilikte ilmî gelenek, yüzyıllar boyunca çeşitli merkezlerde muhafaza ve idame edildikten sonra İran’ın Kum ve Irak’ın Necef kentleri modern dönemlerde öne çıkan iki ilim havzası olarak kalmıştır. Söz konusu merkezler arasındaki farklıklara klasik mezhep içi görüş ayrılıkları ve kültürel karakteristikler dışında 20. yüzyılın son çeyreğinden itibaren velayet-i fakih eksenli fikir ayrılıkları da eklenmiştir. Günümüzde çoğunlukla İran Devrim Rehberi Ali Hamenei ve İran asıllı Iraklı Ayetullah Ali Sistani’nin belirli konulardaki duruş ayrılıkları üzerinden değerlendirilen bu iki merkezin farklılıklarının arka planında esasen Şii düşüncesinin tarih boyunca takip ettiği inişli çıkışlı seyir yatmaktadır.

Şii Düşüncenin Kurumsallaşması

Sonraki yüzyıllarda Şii düşüncenin esasını teşkil edecek olan “kendisine itaatin farz olduğu” Ehlibeyt neslinden bir imamın varlığı düşüncesi etrafında gelişen fikirler, ilk olarak Hicri ikinci asrın ortalarından itibaren Irak’ın Kûfe şehrinde ortaya çıkmıştır. Şiiliğin burada kurumsallaşma evresinde Medine’de mukim Muhammed Bâkır ve Cafer-i Sâdık’ın sözleri Kûfeli takipçileri tarafından kayıt altına alınarak “Asl” adı verilen ilk Şii hadis koleksiyonları oluşturulmuştur. Sayılarının dört yüzü bulduğu iddia edilen dağınık hâldeki bu koleksiyonlar, Hicri üçüncü asrın ortalarından itibaren Abbasilerin Şiilere yönelik baskılarının giderek artması üzerine baskısından uzak olan ve o sıralarda küçük çaplı Şii topluluklara ev sahipliği yapan İran’ın Kum kentine taşınmaya başlamıştır. Bu dönemde toplanmaya başlayan hadisler üçüncü ve dördüncü asırlar boyunca bir araya getirilerek sistematik hadis külliyatlarına dönüştürülmüştür. Özellikle dördüncü asırda Kum ve Rey’de yapılan bu faaliyetlerle On İki İmam Şiiliği mezhep olarak kurumsallaşmış ve Irak coğrafyası gibi dış etkilere maruz kalmadan ve farklı fraksiyonların etkisinden uzak doğal hâlini korumayı başarmıştır. Bu faaliyetlerin yanında Şiilerin sekizinci imamı Ali er-Rızâ’nın kız kardeşi Fatıma’nın mezarının burada olması Kum’a manevi bir anlam da kazandırmıştır.

On ikinci imamın gözden kaybolmasıyla (gaybet) büyük bir boşluk yaşayan Şii toplumu bu dönemde imamlardan rivayet edilen ve sistematik hâle getirilmiş olan hadis külliyatlarının otoritesine sığınmıştır. Özellikle gaybet döneminin Kuleynî ve Şeyh Sadûk gibi şöhretli isimlerinin katkısıyla imamın gaybetinde tek otoritenin hadisler/rivayetler olduğu ve bu rivayetlerin bütün sorunların çözümünü sağlayacağı fikri dile getirilmiştir. Böylece Kum’un ve alimlerinin otoritesi güçlenmiştir. Ashâbu’l-Ahbâr ya da sonraki tanımlamasıyla Ahbâriler olarak adlandırılan bu ilk nesil alimlerinden sonra Bağdat’ta Şeyh Müfîd tarafından temsil edilen ve rivayetlerin yanında aklı kullanmayı metot olarak benimseyen Usûlîler güç kazanmıştır. Böylece Kum ve Bağdat alimleri arasında yaklaşım farklılığı oluşmuş, ardından Büveyhilerin destekleri sayesinde bu süreçten Bağdat alimleri galip çıkmıştır. Bağdat’ta Şeyh Müfîd ile başlayan Şerif el-Murtazâ ve Şeyh Tûsî ile devam eden Usûlî gelenek baskın hâle gelerek bu şehir beşinci asırdan itibaren Şii dünyasının ilim merkezi hâline getirilmiştir. Bu süreçte Kum şehri yalnızca türbe dolayısıyla önemini korumuş ve şehrin alimleri Ahbarî ekole yakınlıklarından dolayı dışlanarak etkisiz hâle getirilmiştir.

Şeyh Tûsî’nin 1056 yılında Bağdat’tan Necef’e mecburi göçüyle birlikte Şii ilim tarihinde yeni bir dönem başlamıştır. Necef ilim havzasını kuran ve çok sayıda öğrenci yetiştiren Şeyh Tûsî’nin ardından Necef yaklaşık iki asır boyunca önemini korumaya devam etmiştir. Ardından hicri 7. ve 8. asırlarda Necef’in yanında Irak’ın diğer bir önemli kenti olan Hille’nin de önem kazanmaya başladığı görülmektedir. Hille’yi önemli kılan husus Şii düşünce tarihinde kelamın yanında irfan ve tasavvuf mektebinin en önemli eserlerinin üretildiği yer olmasıdır. Aynı dönemde Hille ve diğer Irak şehirlerinde üretilen bilgi birikiminin Lübnan’da bulunan Cebel-i Âmil’e de taşındığı görülmektedir.

16. yüzyılda Safeviler’in İran’a hâkim olmasının ardından, siyasi gücün de etkisiyle İran ilim merkezlerinin yeniden öne çıktığı görülmektedir. Safevilerin çabalarıyla başta kadim Feyziyye medresesi olmak üzere birçok medrese yeniden inşa edilmiş ve Kum kısa sürede tekrar canlı bir ilim merkezine dönüşmüştür. Bu dönemde Şii düşüncesinde önemli gelişmeler yaşanmıştır. İlk olarak Lübnan ve Irak bölgesinden çok sayıda alim İran’ın değişik şehirlerine göç etmiş ve bu göçlerin de etkisiyle İran’da birbirine zıt iki akım revaç bulmuştur. Bir taraftan Isfahan ve Şiraz’da Şii ilim geleneği felsefe ile buluşup en canlı örneklerini burada ortaya koyarken diğer tarafta bu buluşma gelenekçi Ahbarî ekolünü canlandırmıştır. Muhammed Emin Esterabadî’nin önderliğindeki ekol yaklaşık iki asır boyunca Şii ilim dünyasını kontrolüne almıştır. Bu dönemde Irak ve Lübnan’daki ilmî hayat hakkında yeterli bilgiye sahip değilsek de Ahbariliğin bu bölgelerde taraftar bulduğu anlaşılmaktadır.

İran şahları, Osmanlı ile siyasi mücadelelerinde Şiiler üzerinde söz sahibi olabilmek adına Kum ve Meşhed’i ön plana çıkarmaya ve bu yolla Irak’a karşı İran’ın etkililiğini artırmaya çalışmıştır. Bu bağlamda Kum’daki medreseler onarılmış ve öğrenci çekmek için çeşitli adımlar atılmıştır. Özellikle Feth Ali Şah Kacar döneminde, mezhep açısından Meşhed gibi önemli diğer şehirlerin yanında Kum’a ayrı bir önem verilmiştir. Hatta Şah kendisinin Kum’a defnedilmesini vasiyet etmiştir. Bütün bu gayretlere rağmen bu dönemde Isfahan’da felsefi düşünce güç kazanırken Kum’da ilmî canlılığı sağlayacak bir ilim çevresi oluşmamıştır. Ahbarî ekolün etkisiyle Şii dünyanın genelinde görülen ilmî kısırlık, Usûlî ekolü yeniden canlandıran Vahîd Behbehânî’nin (ö. 1791) öğrencilerinden Mirza Ebu’l-Kâsım Kummî’nin (ö. 1815) şehre yerleşerek kadim medreseleri ihya etmesiyle ortadan kalkmaya başlamıştır. Kummî’nin çabaları uzun asırlardan bu yana Ahbarî geçmişiyle bilinen şehirde Usûlî ekolün yerleşmesini sağlamıştır. Ancak bu çabalar da yeterli olmamış ve Kum’un ilmi ciheti sürekli bir devamlılık kazanmamıştır.

Necef havzası ise İran’ın ulema açısından cazip olmaması ve aksine Osmanlı’nın sağladığı özgürlükler nedeniyle 19. yüzyıl boyunca Şii dinî otoritesinde merkezi konuma gelmeye başlamış ve şehre göçler yaşanmıştır. Necef’in bu yükselişinde Muhammed Hasan Necefî’nin (ö. 1849) gayretleri etkili olmuştur. Aynı dönemde Irak’taki Arap kabilelerinin kendilerini Osmanlı’dan ayrıştırarak Şiiliğe yönelmesi Necef’in ve oradaki ulemanın gücünü artıran bir etken olmuştur. Necefi’nin halefi Murtaza Ensarî (ö. 1864) ile birlikte dini konularda takip edilecek alim anlamına gelen “merci-i taklit” ilkesi tahkim edilince ulemanın otoritesi meşrulaşarak Şiilerin mevcut ulemanın etrafında toplanması sağlanmıştır. Nitekim bu dönemde Tütün İsyanı ve Meşrutiyet hareketi gibi önemli siyasi olaylarda Necef uleması önemli roller oynamıştır.

Necef, tarihinin en parlak dönemini yirminci asırda yaşamıştır. Ancak kentin en büyük düşüşü de bu yüzyılda olmuştur. Kabile şeflerinin katkısıyla Muhammed Taki eş-Şirazi’nin (ö. 1920) liderliğindeki ulema, İngilizleri Irak’tan atmak için bir ordu kurmuştur. Şii ulemanın önderlik ettiği ve “1920 devrimi” olarak adlandırılan mücadeleyi kaybeden ulema siyasi gücünü de yitirmiştir. Kaynaklarda bu dönemde Necef’te yaklaşık 20 medresede altı bine yakın öğrencinin bulunduğundan bahsedilir. 1921’de Irak devletinin kurulmasıyla Irak’taki dinî kurumlar açısından yeni bir dönem başlatmıştır. Irak’ta ulemanın yenilmesi ve siyasi baskı altına alınması, İran’daki ulemanın yeniden ön plana çıkmaya çalışmasını beraberinde getirmiştir. Aynı zamanda Arap milliyetçiliğinin tesiriyle İranlı ulemayı Necef’ten çıkarma gayretleri sonuç vermiş ve birçok alim ve öğrenci İran’a dönmüştür.

Irak’ta bu gelişmeler yaşanırken İran’da Ayetullah Hâirî Yezdî’nin (ö. 1936) Kum’da dağınık hâlde bulunan medreseleri 1921 yılında bir program etrafında bir araya getirmesiyle yeni bir döneme girilmiştir. Kum’daki bu canlanmayla Necef’ten sürgün edilen ya da kendi isteğiyle göç eden çok sayıda alim ve öğrenci bu kente yerleşmiştir. Yezdî’nin Kum’da geleneksel olarak şahıs merkezli ve kişisel yeteneğe bağlı olan dinî eğitimi sistematik hâle getirmesi kentin ilmi seyrinde köklü bir etki meydana getirmiştir. 1945 yılında geldiği Kum’da, zamanla en önemli otorite olan ve kentin ilmi hayatına bugünkü hâlini veren Ayetullah Burucerdî’nin (ö. 1961) gerçekleştirdiği yapısal değişiklikler neticesinde Kum’daki medrese programı İran geneline yayılmış ve ülke genelindeki medreseler Kum’a bağlanmıştır. Kum’da gelişen bu ilmi atmosfer nedeniyle özellikle Irak’tan çok sayıda alim buraya göç ederek şehri Şii ilim hayatının merkezi hâline getirmiştir.  

1979’dan sonra İran’daki mevcut havza yapılanması devlet imtiyazını arkasına alarak yargı erki, dinî vakıfların idaresi ve sosyal hayatın her aşamasında etkisini gösterirken aynı dönemde Baas kontrolündeki Necef havzası güç şartlarda geleneksel eğitim faaliyetini devam ettirmeye çalışmıştır. Bu dönemde İran ve özellikle Kum yeniden Baas rejiminden kaçanların durağı hâline gelmiştir. Ancak 1970-1992 arasında Şii merciiliğini elinde bulunduran Ebu’l-Kasım el-Hûî İranlı olmasına rağmen Necef’te hayatını sürdürmüş ve Şii dünyanın ilmi liderliğini üstlenmiştir. Öğrenci sayısı ve ilmî üretim gibi etkenlerin yanı sıra siyasi ve ekonomik gücü arkasına alan Kum, üstünlüğünü Necef’e de kabul ettirmeye çalışmıştır. Bu bağlamda iki havza arasında geleceğe dönük en önemli tartışma konusu Irak’ın mevcut dinî otoritesi olan Ayetullah Sistani’nin İran’da hâkim olan velayet-i fakih konusundaki örtülü muhalefetinin kendisinden sonra da devam edip etmeyeceğidir. Sistani’nin bu konudaki muhalefeti ve apolitik tavrı Irak’ın İran gibi teokratik bir devlete dönüşmesine mâni olmaktadır. İran’ın Sistani sonrasında için Necef’i kontrol altına almak için velayet-i fakihin kararlı savunucularından Muhammed Haşimi Şahrudî’yi onun yerine geçirmeyi planladığı sürekli dillendirilmektedir. Şahrudi’nin liderliği üstlenip üstlenemeyeceği bilinmese de gerçekleşmesi durumunda bu değişim, siyasi sonuçları bir yana Şii tarihi açısından iki havzanın fiilen birleşmesi anlamına geleceğinden önemli sonuçlar doğuracaktır.

Günümüzde Şiilik içerisinde Usûlî ekolün belirgin bir hakimiyeti bulunmaktadır. Bu nedenle de Kum ve Necef havzasının Usuliliği ya da Ahbariliği gibi bir tartışma söz konusu değildir. Bugün İran’daki müçtehitlerin birçoğu eğitimlerinin bir kısmını Necef’te alırken, Necef alimlerinden de Kum’da ikamet edip eğitim alan çok kişi bulunmaktadır. Karşılıklı irtibatın geçmişe nispetle bugün fazla olmasının yanında Kum ve Necef havzaları arasında tarihî temelleri bulunan bazı metodik farklılıkların da olduğu bilinmektedir. Necef ekolü, herhangi bir konuda hüküm çıkarırken naslara ve rivayetlere yani geleneğe sıkı sıkıya bağlı kalmakta ve karşılaşılan yeni durumlara karşı fikir üretme konusunda isteksiz davranmaktadır. Necef ve Irak havzalarında felsefe ve kelam gibi disiplinlerin tarih boyunca yer bulamaması, onların “örfe/geleneğe” daha sıkı sarılmalarına neden olmuştur. Kum ekolü ise naslara bağlı olmakla birlikte yoruma kapı aralayan nispeten daha geniş bir esnekliğe sahiptir. Velayet-i fakih gibi Şii geleneğinde yeri olmayan ve yorumla esnetilen bir teorinin Kum havzasında daha rahat taraftar bulup Necef havzasında kabullenilmemesi şaşırtıcı değildir. Bu bağlamda Necef havzasının Şii düşüncede önümüzdeki süreçte de gerek siyasi gerekse de itikadi herhangi bir yeniliğe sıcak bakmayacağı öngörülebilir. Bunun aksine Kum havzasının nispeten esnek yapısı ve mevcut siyasi ve ekonomik üstünlüğü Şii düşüncesinin geleceğinde yeni fikirlere her zaman açık olacağını göstermektedir.