Suriye İç Savaşı Onuncu Yılına Girerken

Suriye İç Savaşı Onuncu Yılına Girerken
Yazı boyutunu buradan ayarlayabilirsiniz

Arap Baharı'nın etkisiyle 15 Mart 2011'de Dera’da hükûmet karşıtı gösterilerle başlayan Suriye olayları (iç savaşı) onuncu yılına girerken görünen o ki normalleşmenin daha uzun zaman alacağı ve farklı çatışma dinamiklerinin bulunduğu bir ülke var karşımızda. Bu iç savaş süresince 5,6 milyondan fazla insan Suriye'den kaçarak başta Türkiye, Ürdün ve Lübnan olmak üzere birçok faklı ülkeye sığındı. Milyonlarca insan ise ülke içinde yer değiştirdi. Suriye iç savaşı, tarihin en kötü insani krizlerinden birini yarattı.

Suriye’de rejim karşıtı gösteriler, Tunus’ta başlayıp hızla bölgeye yayılan Arap Baharı'nın etkisiyle Mart 2011'de başladı. Ancak barışçıl protestoların tansiyonu rejimin sert müdahalelerinden sonra hızla tırmandı. Rejimin muhalefeti ezmek için orantısız güç kullanmasıyla birlikte Esed’in istifasını talep eden protestolar da ülke çapında yayıldı. Kısa sürede huzursuzluk arttı ve baskı şiddetlendi. Muhalifler önce kendilerini savunmak ve daha sonra rejim güçlerinden kurtulmak için silahlandı. Esed, "dış destekli terörizm" olarak isimlendirdiği ayaklanmaları ezme sözü verdi. Şiddet hızla arttı ve ülke iç savaşa sürüklendi.

Oysaki 2000 yılında ölen babası Hafız Esed’in yerine geçen Beşar Esed bir “Şam Baharı” beklentisi doğurmuştu. Hafız'ın güç sahibi olan en büyük oğlu Bassel'di. Ancak Bassel'in 1994 yılında bir trafik kazasında ölmesi, kardeşi Beşar'ı öne çıkardı. Beşar Esed 2000 yılında babasının ölümünden sonra cumhurbaşkanlığını devraldığında gençliği, ülkeyi modernize etme ve yolsuzlukla mücadele etme arzusu büyük bir umut kaynağıydı. Ancak Suriye’ye beklenen “bahar” hiç gelmedi. O dönemde birçok kişi Beşar'ın doğal bir “reformcu” olduğunu söylese de süreç onun aynı zamanda kendi vatandaşlarını öldürmekten çekinmeyen biri olduğunu da gösterdi.

Barışçıl gösterilerle başlayan Suriye olayları 2012’de başkent Şam’a ve ülkenin ikinci büyük kenti Halep’e kadar sıçradı. BM Haziran 2013'e kadar yaşanan çatışmalarda 90.000 kişinin öldüğünü açıkladı. Ağustos 2015'e kadar bu rakam 250.000'e yükseldi. İç savaşa sürüklenen ülke bölgesel ve küresel aktörlerin de müdahil olmasıyla vekalet savaşlarının yaşandığı bir kaos alanına dönüştü. Bundan en çok etkilenen ise sivil halk oldu. Bugün gelinen noktada resmî olmayan rakamlara göre ölen sivil sayısı bir milyonun üzerindedir.

Değişen Türkiye-Suriye İlişkileri

2000’lerde iki ülkenin geçmişte yaşadığı Hatay, su, terör sorunları ve 1998 yılındaki Öcalan krizi hatırlandığında çok büyük bir değişim yaşandığı görülmekteydi. İki ülke arasındaki su ve PKK sorununun nispeten çözülmesi, Irak işgali sonrası Irak’ın toprak bütünlüğü ve Kürt meselesi ekseninde bölgede oluşan ortak tehdit algısı, Türkiye-İsrail ilişkilerinde yaşanan değişim, Türk dış politikasında AK Parti hükûmetiyle yaşan dönüşüm ve Orta Doğu özelinde bu değişimin sembolü 1 Mart 2003 Tezkeresi'nin TBMM’de reddedilmesinin yarattığı güven; iki ülke arasındaki ilişkilerin yükselen bir seyir izlemesinin ana nedenleriydi. Türkiye-Suriye ilişkileri 2003 sonrası dönemde bölgesel koşullarda ve güç dengelerinde meydana gelen değişikliklerin etkisiyle şekillenen iş birliği düzeyinden kısa sürede yüksek düzeyli stratejik iş birliğine dönüştü. Irak işgali, Amerikan baskıları ve Lübnan kriziyle iki ülke arasındaki ilişkiler hızla gelişti.

Ancak 15 Mart 2011'de başlayan rejim karşıtı gösterilerin ardından Esed'i önce halkın taleplerini karşılayacak reformlar yapmaya çağıran Türkiye, ülkedeki can kayıplarının artması üzerine tepkisini de sertleştirdi. Birkaç ay içinde başlayan göçmen akını ise Türkiye'nin politikalarını değiştiren faktör oldu. Sonrasında Rusya'nın Eylül 2015’te Esed rejimine destek olmak için Suriye çatışma denklemine girmesi Ankara'nın Suriye politikasını yeni bir aşamaya taşıdı. ABD ise Suriye meselesine doğrudan müdahil olmak istemedi. Bu durum Moskova'yı Suriye krizi konusunda daha fazla söz sahibi yaparken ABD'nin DEAŞ’la mücadele gerekçesiyle PYD/YPG'ye verdiği desteği artırması Türkiye'yi de ABD'den ziyade Rusya'ya yaklaştırdı. ABD ile yaşanan diğer sorunlar da buna katkı sağladı. Zaman içinde Türkiye’nin Suriye’ye bakışı “göç ve terör” kaygısına dönüştü.

Türk Ordusu, Türkiye'nin sınır dışındaki tek toprağı sayılan ve içinde Türk askerlerinin bulunduğu Süleyman Şah Türbesi'ni, etrafındaki topraklar DEAŞ'ın kontrolüne geçtiği için türbeyi daha güvenli bir bölgeye taşımak istedi ve 22 Şubat 2015'te Şah Fırat Operasyonu kapsamında Suriye'ye girdi. Türkiye’nin 24 Ağustos 2016'da başlayan ikinci operasyonu Fırat Kalkanı'nın gerekçesi ise sınır güvenliğiydi. Bu operasyon 2011 yılından bu yana derinleşerek devam eden Suriye krizinin Türkiye açısından yeni bir boyut kazandığının göstergesiydi. Zira Türkiye, PYD/YPG'nin Fırat Nehri'nin batısına geçmesini bir kırmızı çizgi olarak deklare etmiş olmasına rağmen PYD/YPG’nin Afrin'den doğuya, Fırat Nehri'nden de Menbiç'i alarak batıya doğru genişleme çabası ve Türkiye-Suriye sınır hattında bir kuşak oluşturma girişimi Türkiye'nin harekete geçmesini zorunlu kıldı. Türkiye'nin Suriye'deki üçüncü operasyonu 2018’de başlattığı Zeytin Dalı Harekâtı'ydı. Türkiye'nin Suriye'nin kuzeyine yönelik 9 Ekim 2019 Çarşamba günü başlattığı Barış Pınarı Harekâtı ise dördüncü operasyon oldu. Son olarak Türkiye, 27 Şubat 2020’de İdlib'de Türk askerilerine yönelik saldırı sonrası bölgede istikrarın hâkim olması ve insani dramın önlenmesi amacına dönük olarak Bahar Kalkanı Harekâtı'nı başlattı.

İran ve Rusya’nın Müdahil Olması

Arap Baharı olarak adlandırılan halk hareketleri ile Suriye’de hükûmet karşıtı gösteriler patlak verdiğinde Suriye ile “stratejik” ilişkilerine dayanarak İran, Suriye rejimine kayıtsız şartsız destek verdi. Yıllardır bölgede statükoya karşı çıkan ve bu nedenle “İslamî uyanış” olarak isimlendirdiği Arap Baharı'nı destekleyen Tahran yönetimi, söz konusu Suriye olunca statükonun sürdürülmesinden yana oldu. İran’ın bölgesel rakiplerinin ve düşmanlarının hep birlikte bölgedeki müttefiki Esed yönetimine cephe alması, İran’ın stratejik çıkarlarına tehdit olarak görülmeye başlandı, hatta asıl hedefin İslam Cumhuriyeti olduğu endişesine de yol açtı. Esed’in kontrolü kaybetmeye başladığı 2012 yılından itibaren Lübnan Hizbullahı’nı rejime destek olmak üzere Suriye’ye çağıran İran, ayrıca Şii milisleri de bu iç savaşta etkili bir şekilde kullandı. İran, Suriye iç savaşının başladığı 2011 yılından itibaren müttefiki Esed’in iktidarını koruyabilmesi için her türlü çabayı gösterdi. Suriye sorununu kendi güvenlik meselesi olarak gördü.

Suriye’de şiddetin giderek artması ve bu süreçte askerî müdahale tartışmalarının başlaması ile birlikte başta İran olmak üzere Rusya ve Çin müdahale karşıtı politikalarla öne çıktı. Suriye'de 2011'de başlayan iç savaşın gidişatını Esed rejimi lehine çeviren en önemli dönüm noktası ise Rusya'nın askerî müdahalesiydi. Terör örgütü DEAŞ ile mücadele gerekçesiyle 30 Eylül 2015'te Suriye'de hava saldırıları düzenlemeye başlayan Rusya, rejime verdiği desteği zaman içinde genişletti. Rus Özel Kuvvetleri ve paralı askerlerin de yardımıyla Esed rejimi, kaybettiği alanların büyük kısmını geri aldı. Suriye muhalefeti gittikçe zayıfladı ve İdlib gibi dar bir alana sıkıştı.

İdlib’de Neler Oluyor?

Suriye sorununda asgari müşterekler temelinde 2017 yılının ilk aylarında başlayan Astana Süreci ve 2018 Soçi Mutabakatı ülkede adım adım barışı inşa etme amacı güderken sahada tarafların birbirlerini test ettiği bir müzakere süreci olmaktan da kurtulamadı. Nitekim İdlib bu manadaki kilit anlaşmazlık noktası oldu. 2020’de de İdlib sorun olmaya devam etti. Zira Esed rejimine bölgeyi ele geçirmeye yönelik saldırılarını şubat ayının sonuna kadar durdurması için çağrı yapan Türkiye, rejim güçlerinin Soçi Mutabakatı tarafından belirlenen sınırlara çekilmesini istedi. Türkiye, Avrupa kamuoyunun dikkatini muhtemel yeni bir göç dalgası yaratacak olan İdlib sorununa çekebilmek için de sınırlarını açtığını duyurdu. 3,7 milyon mülteciye ev sahipliği yapan Türkiye’nin yeni bir göç dalgasının yükünü taşıması imkânsızdı.

Millî Savunma Bakanı Hulusi Akar, İdlib’de rejim güçlerinin hava saldırısıyla 27 Şubat’ta 34 askerin şehit düşmesi sonrası Türkiye’nin Esed’e 29 Şubat gece yarısı için verdiği süreyi öne çektiğini ve harekâtı 27 Şubat gecesi başlattığını açıkladı. Akar harekâtın adını da "Bahar Kalkanı" olarak duyurdu. Bu harekât kapsamında bölgede etkinliğini artıran Türk Silahlı Kuvvetleri rejim güçlerine yönelik havadan ve karadan operasyonlar düzenledi. Esed rejimine büyük kayıplar verdiren Türkiye 5 Mart’ta Rusya ile bir ateşkes anlaşması imzalayarak operasyonlarını durdurdu. Ancak kırılgan bir ateşkesin ardından İdlib sorunu çözüm beklemeye devam ediyor. BM'ye göre İdlib ve Batı Halep eyaletlerinde şiddetin artması yaklaşık bir milyon Suriyeliyi evlerinden kaçmaya zorladı. BM Suriye Ülke Direktörü Kieren Barnes konuyla ilgili “Sorun sadece acil yardıma muhtaç olan insan sayısı değil onların sürekli hareket ediyor olması” yorumunda bulundu.

Suriye iç savaşı onuncu yılına girerken bu ülke de Afganistan ve Irak örneklerinde olduğu gibi kısa sürede istikrara kavuşacak gibi görünmüyor. Ayrıca Suriye'yi 2010 öncesine geri döndürmek için Dünya Bankasına göre 200 milyar dolar, BM’ye göre yaklaşık 400 milyar dolar gerekecek. Savaş yorgunu Suriye halkının şu dönemde en çok ihtiyacı olan şey ise “barış”. Onun da yakın bir gelecekte olacağına dair bir ümit yok. Suriye hem içeride hem bölgesinde bir sorun olmaya devam edecek gibi görünüyor.