Ukrayna ile Viyana arasında İran

Ukrayna ile Viyana arasında İran
Yazı boyutunu buradan ayarlayabilirsiniz

Rusya’nın 24 Şubat’ta gözlemcileri şaşırtarak Ukrayna’da kapsamlı bir işgal hareketine girişmesi, iki ülke arasında son yıllarda süregelen ve daha çok sınır bölgesi Donbas ile ayrılıkçılar ekseninde şekillenen kriz savaşa dönüşerek küresel gündemin birinci maddesi haline geldi. Savaşın ne kadar süreceği, krizin nereye evrileceği gibi sorular an itibarıyla henüz yanıt bulmamış olsa da bugüne kadar yaşananlar konunun birçok açıdan milat kabul edilmesini gerektiriyor. Bu gelişmelerin başında ise Ukrayna ulusal kimliğinin ve milliyetçiliğinin hiç olmadığı kadar güçlenmesi; enerji fiyatlarındaki aşırı yükseliş ve gıda güvenliğindeki kırılganlıkların artması; Batı ittifakı olarak nitelendirilse de Japonya ve Güney Kore gibi doğulu ülkelerin de dahil olduğu ittifakın ciddi bir toparlanma sürecine girmesi; Almanya ve İsviçre gibi ülkelerin 2. Dünya Savaşı'ndan beri titizlikle izledikleri stratejileri bırakarak yeni döneme uygun açıklamalar yapmaları; Atlantik İttifakı’nın ataletini terk edip Rus saldırganlığını kullanarak uluslararası sahneye yeniden ve daha güçlü biçimde dönme isteği gibi gelişmeler yer alıyor.

İran’daki Rus etkisi

1979 devriminden beri özelikle de Sovyetler Birliği’nin çöktüğü 1991’den bu yana Rusya ile yakın ilişkiler geliştiren, Arap Baharı devrimlerinin Suriye’ye ulaşmasından sonra tarihsel hafızasındaki tüm olumsuz çağrışımlara rağmen askeri üslerini Rus savaş uçaklarına açacak kadar Moskova ile sıcak ilişkiler içine giren Tahran yönetimi krize hazırlıksız yakalanan ülkeler arasında. Son bir yıldır dikkatini Viyana’dan çıkacak yeni nükleer anlaşmaya teksif eden İran, anlaşmanın imza arifesinde basın üzerinden haberdar olduğu yeni Rus şartı ile şaşkınlığa uğradı. Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov, ardı ardına yaptırımlara uğrayan ülkesinin İran ile ticaretinin kesintiye uğramaması için Viyana Anlaşması kapsamında garanti alınması gerektiğini ifade etti.

İran Dışişleri Bakanlığının tepkisini çeken bu açıklama karşısında Bakanlık Sözcüsü Rusya’nın taleplerini resmi kanallardan ulaştırmasını beklediklerini; Bakan Emir Abdullahiyan da hiçbir dış faktörün müzakereleri engellemesine izin vermeyeceklerini söyledi. Ertesi gün MGK Genel Sekreteri Ali Şemhani’nin "Bazı ülkelerin olumsuz açıklamaları anlaşılabilir. Kendi ulusal çıkarlarını korumaya çalışıyorlar" mealindeki ifadesi ise güvenlik bürokrasisinin Rusya ile ne kadar yakın olduğunu bir kez daha gözler önüne serdi. Fransa Rusya’nın bu tavrını "nükleer görüşmeleri rehin alma girişimi" şeklinde nitelendirirken, imza arifesindeki anlaşma tekrar donduruldu ve taraflar "istişareler için" başkentlerine döndüler.

İran lideri Hamaney’in de "Rusya" ve "işgal" kelimelerini kullanmadan yaptığı değerlendirme, İran devletinin aslında doğrudan kendisini ilgilendirmeyen bu krizde taraf olduğunu düşündürüyor. Devletin hassas kurumlarındaki Rusya etkisi, İran’ın Viyana görüşmelerinden kapsamlı ve uzun vadeli beklenti içinde olmaması ve yakın gelecekteki potansiyel krizlerde Rus desteğine ihtiyaç duyulacak olması Tahran’ın bu siyasetinde etkili olmuşa benziyor.

"Doğuya Bakış" öncelikli

Tahran’ın neden Moskova’ya bu denli yakın durduğu hususundaki gerekçelere biraz daha yakından bakmakta fayda var. Öncelikle Reisi hükümeti kendisinden önceki birçok seçilmiş kanat temsilcisinden farklı olarak "Doğuya Bakış" politikalarını önceliyor. İran devletinin farklı katmanlarında her zaman güçlü olan bu anlayışı temsil eden grup son cumhurbaşkanlığı seçimleriyle ülkede rakipsiz konum elde etmiş durumda. Bu anlayışa göre İslam Cumhuriyeti mevcut niteliklerini koruduğu müddetçe Batı ile anlamlı uzun vadeli bir uzlaşma mümkün değil; Obama dönemindeki Nükleer Anlaşma da bunun en belirgin göstergesi.

Bu kesimlere göre, mevcut konjonktür ve özellikle enerji piyasalarındaki fırsat İran için önemli bir mali kazanca yol açabilir. Ancak Rusya ile yakın ilişkiler, özellikle Rusya’nın bu kadar sıkıştırılmış olduğu bir ortamda çok daha değerli. Ayrıca Biden yönetiminin göz yummasının da etkisiyle İran’ın resmi olmayan petrol satışı ciddi boyutlara ulaştı. Halihazırda elde edilen gelir bile son birkaç yıldır ağır yaptırımlar altında bunalan yönetime yeterli can suyunu sağlıyor. Dolayısıyla bu ortamda Rusya’yı karşısına alarak bir Nükleer Anlaşma imzalamak İran için öncelik değil. Reisi hükümeti bu çerçevede Ruhani’nin yaptığı "yanlışı" tekrarlamamak için "Doğu’ya rağmen" Batı ile büyük bir anlaşma yapmaya karşı çıkıyor. Hatırlanacak olursa Ruhani 2015 yılındaki anlaşmadan sonra Batılı şirketleri büyük projelere davet etmiş, bu durum Rusya ve Çin’in büyük tepkisini çekmişti.

Erbil saldırısı neden önemli?

Doğrudan İran toprakları üzerinden gerçekleştirilen son Erbil füze saldırısı, Suudi Arabistan ve BAE’ye yönelik saldırılarla bazı benzerlikler ve farklılıklar gösteriyor. İran’ın tehdit hissettiği ya da sesli bir mesaj vermek istemesi durumunda kullandığı araçların dikkat çekici askeri enstrümanlar olması benzer nokta. Farklılık gösteren husus ise Kasım Süleymani’nin intikamı gerekçesiyle düzenlenen Aynul Esed saldırısından sonra ilk kez bir komşu ülkeye doğrudan İran topraklarından balistik füze fırlatılmasıdır. Dolayısıyla İran yönetiminin burada farklı bir mesaj vermek istediği açık. Buna göre, hedef alınan bölgenin gerçekten de İran’ın ulusal güvenliğine ciddi bir tehdit oluşturduğu düşünülebilir. İranlı yetkililer geçen ay Kirmanşah’taki bir tesise yapılan SİHA saldırısının IKBY’den organize edildiğini ileri sürüyorlar. Dolayısıyla bu saldırı İranlıların "hangi ülkeden topraklarımıza saldırı düzenlenirse ona cevap vereceğiz" söylemiyle uyuşuyor.

Tahran yönetimi bu dikkat çekici saldırısıyla Irak içindeki hükümet kurma çabalarından duyduğu memnuniyetsizliği ve Irak’ın bazı komşularıyla geliştirmeye başladığı stratejik iş birliklerinden rahatsızlığını da ortaya koymuş olabilir. Son saldırı, Viyana Anlaşması'ndan sonra bölgesel dengelerde değişiklikler olacağı yönündeki analizlerle de uyuşuyor. Buna göre; yeni nükleer anlaşmayla özellikle enerji kaynakları üzerinden küresel güçlerle asgari de olsa uzlaşacak olan Tahran, bölgesel agresif politikalarını sürdürecek, özellikle Yemen eksenli askeri faaliyetlerini Basra Körfezi ve Akdeniz ekseninde daha farklı boyutlara taşıyacaktır. İran basınında son saldırının Türkiye ile de ilişkilendirilmesi Tahran’ın yeni dönemde Ankara’nın dengeleyici rolünün farkında olduğunu gösteriyor.

Sonuç olarak, birçok uzman savaş nedeniyle riske giren Rus kaynaklarına alternatif olarak İran doğal gazını vurgulasa da böyle bir durum yukarıda özetlenen politik etkenler nedeniyle gerçekçi değil. İran’ın Rusya ile yakınlığı Tahran’ın Moskova’ya rağmen herhangi bir adım atmasını olanaksız hale getirmiştir. Diğer yandan İran’ın yetersiz doğal gaz üretimini artırmak için on milyarlarca dolarlık altyapı yatırımına ve teknoloji transferine ihtiyaç duyduğu da biliniyor. İran’daki mevcut yönetim işbaşında iken Batılı enerji şirketlerinin İran’a uzun vadeli yatırım yapmasını beklemek pek olası değil. Dolayısıyla İran büyük olasılıkla -son 42 yıldır davrandığı gibi- ideolojik tavırlarını ekonomik çıkarlarına önceleyecek ve enerji piyasalarındaki Rus boşluğunu doldurmak için kapsamlı adımlar atmaktan kaçınacaktır.


Bu yazı ilk olarak 17.03.2022 tarihinde Anadolu Ajansı'nda yayımlanmıştır.

https://www.aa.com.tr/tr/analiz/ukrayna-ile-viyana-arasinda-iran/2537950