Yaklaşan ABD Başkanlık Seçimleri ve ABD-İran İlişkilerinin Geleceği

Yaklaşan ABD Başkanlık Seçimleri ve ABD-İran İlişkilerinin Geleceği
Yazı boyutunu buradan ayarlayabilirsiniz

ABD'de Demokratların başkan aday adayı Bağımsız Vermont Senatörü Bernie Sanders, ön seçimlerde üst üste aldığı yenilgiler sonrası Joseph R. Biden Jr. ile arasındaki farkın açılması nedeniyle 8 Nisan Çarşamba günü başkanlık adayı yarışından çekildiğini duyurdu. Kararını kampanya direktörleriyle yaptığı telekonferans sırasında açıklayan Sanders, 50 yaşın altındaki Demokrat seçmenlerin ezici desteğine dikkat çekerek hareketinin “geleceği” zaten kazandığını savundu. Bir yılı aşkın süren seçim kampanyasının ardından Sanders’in çekilmesiyle Joe Biden henüz resmîleşmese de Demokrat Parti'nin 2020 Başkan adayı olarak öne çıktı. Bu aynı zamanda Demokratların 2016'da yaptığı gibi daha radikal politika önerileri olan bir aday yerine ılımlı adayı tercih ettikleri anlamına geliyor.

Tüm dünyanın koronavirüs salgınıyla mücadele ettiği bir dönemde 77 yaşındaki Joe Biden ile 73 yaşındaki Donald Trump arasında gerçekleşecek olan Kasım 2020 ABD Başkanlık Seçimleri heyecansız bir yarışa sahne olacağa benziyor. Ancak sonucu sürpriz olabilir. Zira geçtiğimiz ay yapılan bazı anketler Biden'in başkanlık yarışında Trump'tan daha popüler olduğunu gösterdi. Ancak ABD Başkanlık seçim sistemi federal devlet anlayışına dayandığından kazanmak için popüler oylardan daha fazlası gerekiyor. Zira Demokratların; Pennsylvania, Wisconsin, Florida, Michigan ve Arizona gibi 2016 Seçimleri'nde küçük oy farklarıyla Cumhuriyetçilere kaptırdığı önemli eyaletleri alması gerekecek. Virginia Üniversitesi Siyaset Merkezi Direktörü Larry Sabato, "Demokratlar ülke genelinde oyların çoğunluğunu alsa bile Trump'ın popüler oyları kazanmadan arka arkaya seçimleri kazanan ABD tarihinin ilk cumhurbaşkanı olabileceğini" iddia ediyor.

ABD’de son üç hafta içinde 16 milyon kişi işsizlik yardımı başvurusunda bulundu. Birçok ekonomist, bu ayın sonuna kadar 20 milyon kişinin işsizlik başvurusunda bulunacağını öngörüyor. Kriz dönemlerinin ABD seçmeninin oy verme tercihlerini radikal bir şekilde değiştirdiği düşünülecek olursa Donald Trump’ın mevcut krizi yönetme becerisi de seçim sonucunda belirleyici olacaktır. Hatırlanacağı gibi ekonominin kötüye gittiği 1992'de Amerikalılar, George Bush'un refahı eski hâline getirme kapasitesine güvenoyu vermemişti. Benzer şekilde Jimmy Carter da ekonomi ve dış politika zorlukları arasında ikinci kez seçimi kazanamamıştı. Ancak 1980'den bu yana hiçbir başkanlık yarışı, bugünlerde olduğu gibi başkanın krizi yönetme becerisiyle ilgili gerçek bir referanduma dönüşmemişti. Kısa süre önce yayımlanan bir CNN anketi, Amerikalıların yüzde elli beşinin, Trump'ın koronavirüsle mücadele yöntemini onaylamadığını ve federal hükûmetin salgınla mücadelede başarılı olamadığını düşündüğünü gösterdi.

Joe Biden’in başkanlık yarışında şansının yüksek olması nedeniyle böyle bir sonucun ABD dış politikasında yaratacağı değişimlerin ve ABD-İran ilişkilerinin seyrini nasıl etkileyeceğinin üzerinde durulması gerekmektedir. Pek çok açıklamasında başkan yardımcılığı yaptığı Obama Dönemi'ne atıfta bulunan Biden’in o dönemin dış politika ilke ve önceliklerini revize ederek benimseyeceğini söylemek mümkün. Fakat son dört yılda yaşanan konjonktürel değişimler ve Trump yönetiminin izlediği politikalar Biden yönetimini zorlayacaktır. Bu durum ABD’nin Orta Doğu politikaları ve İran ile ilişkileri bağlamında da geçerlidir. Biden’in de ifade ettiği gibi Trump yönetimi; ABD’nin Kuzey Kore'den İran'a, Suriye'den Afganistan'a ve Venezuela'ya kadar ulusal güvenlik sorunlarıyla baş etmekte başarısız bir tablo çizmiştir.

Foreign Affairs’te yayımlanan “Why America Must Lead Again: Rescuing U.S. Foreign Policy After Trump” başlıklı makalesinde İran meselesi ile ilgili de önemli açıklamalarda bulunan Joe Biden ABD’nin müzakere ettiği bir anlaşmadan çekilmesinin güvenirliğine gölge düşürdüğünü, bu durumun ise İran'dan Kuzey Kore'ye, Rusya'dan Suudi Arabistan'a kadar nükleer silahların yayılması, yeni bir nükleer silahlanma yarışı ve hatta nükleer silahların kullanılması olasılığını artırdığını ifade etmiştir. Ayrıca, Obama-Biden yönetiminin müzakere ettiği tarihî İran Nükleer Anlaşması'nın, İran'ın nükleer silah elde edinimini engellediğini ileri süren Biden, Trump yönetiminin, anlaşmayı bir kenara bırakarak İran'ı nükleer programını yeniden başlatmaya ve daha kışkırtıcı olmaya ittiğini ve bölgede savaş riskini tırmandırdığını savunmuştur. İran yönetiminin Orta Doğu'da istikrarsızlaştırıcı davranışlarda bulunduğunu, ülkesinde gösterileri acımasızca bastırdığını ve Amerikalıları adaletsizce hapsettiğini söyleyen Biden, İran'ın çıkarlarımıza yönelik tehdidine karşı koymanın akıllıca bir yolu var diyerek Trump’ın anlaşmadan çekilerek yanlış yolu tercih ettiğini iddia etmiştir. İran'ın Kudüs Gücü Komutanı Kasım Süleymani’nin yakın zamanda öldürülmesi ile tehlikeli bir aktörün ortadan kaldırıldığını fakat aynı zamanda bölgede giderek artan bir şiddet döngüsü olasılığının da artırdığını savunan Biden, “Tahran anlaşmaya sıkı sıkıya uymak zorunda. Eğer öyle yaparlarsa ben de anlaşmaya geri döneceğim.” ifadelerini kullanmıştır.

Diplomaside güvenirliğin gerekliliğine vurgu yapan Biden’in başkan olduğu takdirde Nükleer Anlaşma'ya bazı revizyonlarla geri dönme ihtimalinin yüksek olduğu söylenebilir. Ancak böyle bir karar iki yönlü engelle karşılaşabilir. Birincisi eğer Biden yönetimi yeni anlaşmada balistik füzeler, 10 yıllık süre sınırının kaldırılması ya da bölgesel faaliyetlerin durdurulması gibi bazı revizyonlar isterse İran bu teklifleri kabul edilemez bulabilir. Bu durum Biden yönetimi için de diplomasinin dışındaki seçenekleri gündeme getirecektir. Nihai noktada askerî seçenekler bile gündeme gelebilir. Zira Biden İran’ın nükleer silah elde etmesini engellemek için askerî güç kullanımıyla ilgili bir soruya; “Evet. İran'ın nükleer silah edinmesini önlemek için gereken her şeyi yapardım, masadaki hiçbir seçeneği göz ardı etmem.” yanıtını vermişti.

İkinci olarak ABD içinde bazı kurumsal yapılar Nükleer Anlaşma'ya dönmekle ilgili direnç gösterebilir. Zira Tahran'daki yönetimin; Suriye, İran, Lübnan, Yemen ve Gazze'deki faaliyetlerini durdurmasında ısrar edilmesi gerektiğini savunanların ve bunları görmezden gelen Biden’e yönelik eleştirilerde bulunanların sayısı az değildir. Ayrıca Nükleer Anlaşma'nın İran'ı bölgedeki istikrarsızlaştırıcı faaliyetlerini genişletmesi için serbest bıraktığı ve yüz binlerce insanın katledilmesine sebep olduğu, yönetimin dondurulmuş varlıklarının serbest bırakılmasıyla milyarlarca dolara erişim sağladığı ve bunun teokratik yönetimi güçlendirdiği yönünde kanaatler bulunmaktadır. ABD’de bazı kesimler Biden’in koronavirüsle mücadele nedeniyle İran’a yönelik yaptırımların hafifletilmesi çağrısına da karşı çıkmaktadır. "İran'ın IMF’den 5 milyar dolar yardım isterken Irak’ta Amerikan hedeflerine yönelik saldırıları hızlandırma kararı Tahran'ın gerçek önceliklerine işaret ediyor." diyen yayınlar ABD medyasında fazlasıyla yer bulmaktadır.

Biden’in dış politika söz konusu olduğunda mantıksız fikirleri destekleme konusunda uzun bir geçmişe sahip olduğu yönünde iddialar da mevcut. Irak işgalini coşkuyla destekleyen Biden’in işler kötüye gittiğinde çözümü ülkenin etnik ve mezhepsel hatlar arasında yumuşak bir şekilde bölünmesinde gördüğü, dönemin Irak Başbakanı Nuri el-Maliki'nin ABD kuvvetlerinin ülkede kalması için anlaşmayı uzatmaya çalışacağına dair başkan yardımcılığına bahse girmeyi teklif ettiği, bu gerçekleşmeyince de Başkan Barack Obama'nın aceleyle Irak'tan çekilme kararını desteklediği iddia edilmektedir. Ayrıca Cumhuriyetçilerin de sık sık gönderme yaptığı Obama Dönemi Savunma Bakanı Robert Gates’in anılarında Biden'in “dürüst adam” olmasına rağmen “son yirmi yılda neredeyse her büyük dış politika ve ulusal güvenlik meselesinde yanlış davrandığını” yazması dikkate değerdir.

1979’da İran'da Şah devrildiğinde bunun İran'da insan hakları sürecinde ilerlemeye doğru atılmış bir adım olduğunu savunan Biden’in, başkan olması durumunda İran’a yönelik politikalarını etkileyecek pek çok iç ve dış faktör var. Özellikle son aylarda Irak merkezli artan ABD-İran geriliminin başkanlık seçimlerine kadar sürecek seyri önemlidir. Irak’ta Adnan el-Zurfi örneğinde olduğu gibi İran’ın karşı çıktığı bir başbakanın kalıcı olamayacağını gören ABD yönetimi Mustafa el-Kazimi ismiyle “kazan-kazan” politikasıyla İran ile uzlaşma yolunu tercih etmişti. Elbette Irak'ın iç dengeleri de bunda etkilidir. Ancak Irak’ın, İran ile ABD arasında bir güç mücadelesi ve hesaplaşma alanına dönüştüğü gerçeği de ortadadır. Bu açıdan siyasi arenada uzlaşı yakalayan iki ülkenin kısa vadede diğer alanlarda nasıl hareket edeceği, ABD üslerine yönelik İran destekli Şii milislerin saldırılarının devam edip etmeyeceği ve ABD’nin bu saldırılara yönelik olası yanıtları başkan olması durumunda Biden’in de ajandasını oluşturacaktır. Yeni başkan yeni İran dış politikasını da bu ajandayla belirleyecektir.