Sincar’daki Aşırı Militarizasyon Karşısında Iraklı Ezidilerin Varlık Krizi

Sincar’daki Aşırı Militarizasyon Karşısında Iraklı Ezidilerin Varlık Krizi
Yazı boyutunu buradan ayarlayabilirsiniz

Irak Silahlı Kuvvetlerinin bölgenin kontrolünü yeniden ele geçirmesinin ardından geçen dört yılda Sincar’ın yerli halkının %77’sinin bölgeye geri dönmediği tahmin ediliyor. Hâlihazırda Sincar’da konutlar, çiftlikler ve altyapı tahrip olmuş ve savaştan kalan patlayıcı maddelerin ve el yapımı patlayıcıların oluşturduğu kirlilik devam etmektedir. Ezidilerin geri dönüş ikilemi, DEAŞ öncülüğünde Irak’a gerçekleştirilen saldırı ve Ağustos 2014’te Ezidilere yönelik soykırım ile görünürlük kazanan var olma krizine dayanmaktadır. Söz konusu var olma krizi sadece Ezidilerin tecrübesi ile sınırlı değildir. Bu durum; Sünni ve Şii Araplar, Türkmenler ve Hristiyan toplulukların bir arada yaşadığı Ninova’daki toplumsal uyumu da zedelemekte ve söz konusu halklar da yıkıcı sonuçları olacak bir hizipleşmeden endişe duymaktadır.

Center for Civilians in Conflict’in sahada yürüttüğü çalışmalara dayanarak hazırladığı 2020 yılı raporunda pek çok Ezidi, Sünni Arap komşularının büyük bir bölümünü ve bir dereceye kadar da Sünni Kürt komşularını 2014’te DEAŞ saflarına katılmakla suçluyor ve onlarla tekrar aynı yerde yaşamaktan endişe duyuyor. Buna karşın ülke içinde yerinden edilmiş birçok Sünni Arap ise bölgede sayıları giderek artan Ezidi silahlı grupların olası intikamından dolayı bölgeye dönmekten korkuyor.

Ezidi sorunu, Irak’ın ağırlıklı olarak “Şii İslam’ın iktidarı” düşüncesinin hâkim olduğu ancak bu bağlamda konumuz olmayan, daha geniş bir kimlik meselesi üzerinde düşünmemize olanak sağlıyor. Bir taraftan Ezidiler, aşırılık yanlısı bir Sünni grubun saldırısına uğrarken diğer taraftan yönetim, Kürt ve Şii siyasi gruplara nazaran Ezidilerin yaşam koşullarını iyileştirmede başarısız oldu.

2014’te yaşanan soykırımdan ailesiyle birlikte kaçıp şu anda Duhok’taki Khanqe Kampı’nda kalan ve güvenlik gerekçesiyle anonim kalmayı tercih eden Ezidi bir aktivist İran Araştırmaları Merkezine (İRAM) yaptığı açıklamada, “Bunun olacağını çok önceden anlamıştım.” dedi. Bununla birlikte “DEAŞ öncülüğündeki soykırım, siyasi partiler tarafından gerçekleştirilen ekonomik ve siyasi tekelleşme ve aktivistlerin hapis cezasına çarptırılması ve sindirilmesi ile tabandan bağımsız herhangi bir girişimin sınırlandırılması gibi yıllarca süregelen olayların birikiminin doğal sonucuydu.” diye ekledi.

Ezidilerin çoğunlukta olduğu Sincar bölgesinde güvenlik koşullarında çeşitli değişimler meydana geldi ve bu da zaman içinde demografik değişikliklere neden oldu. Söz konusu değişimler şu şekilde özetlenebilir: 2003’teki ABD işgali ve KDP’ye bağlı Peşmergelerin kontrolü ele geçirmesi, PKK ile bağlantılı YPG’nin, DEAŞ ile savaş döneminde nüfuz kazanması ve Haşdi Şabi ile birlikte Irak federal güçlerinin bölgeye yeniden girişi.

Bazı Ezidi ailelerin peyderpey memleketlerine dönmeyi düşündükleri dönemde ise olaylar tekrar tırmanışa geçti. Hâlihazırda yeni oluşturulan Ezidi silahlı grupları, KDP’ye bağlı Peşmergeler ve PKK ile bağlantılı YPG güçlerine ek olarak son dönemde Sincar’da Haşdi Şabi’ye bağlı İran destekli birçok grubun konuşlandırıldığına tanık oluyoruz ki bu da Kasım 2020’de Erbil ve Bağdat arasında imzalanan son Sincar Anlaşması’nı baltalayan bir hareketti. “Tarihî” anlaşma olarak nitelendirilen ve BM, ABD, Türkiye ve Irak Kürt Bölgesel Yönetimi (IKBY) tarafından memnuniyetle karşılanan Sincar Anlaşması’yla; bölgenin güvenliğinden federal yönetime bağlı yerel polislerin sorumlu olması, yerel güvenlik güçlerine IKBY tarafından bölge sakinlerinden 2.500 kişilik atama yapılması, tüm silahlı grupların bölgeden çıkarılması ve Bağdat, Erbil ve Ninova arasında ortak bir idari komitenin tesis edilmesi öngörülüyordu. Ancak Anlaşma baltalandı ve muhtemelen hiç uygulanmadı.

Ezidi aktivist ve aynı zamanda Ezidi soykırımını ele alan bir kitabın yazarı olan Shahab Ahmed, Ezidileri dışlamış olmasına rağmen “birleşmeyi, Erbil ve Bağdat arasında rekabet hâlindeki ikili yönetimi sona erdirmeyi ve soykırıma karışan suçluların yargılanmasını” güvence altına aldığı takdirde Sincar Anlaşması’nın uzlaşma için iyi bir başlangıç olduğunu öne sürmektedir. Ancak Ahmed, Irak hükûmetinin yerlerinden edilmiş Ezidilerin Sincar’a dönüşüne olanak sağlamaya yönelik çabasının olmayışı nedeniyle Ezidilerin yaşadığı hayal kırıklığını vurgulayarak “Çoğu insan, evlerini tekrar inşa etmeye yetecek maddi gücü olmadığı için geri dönemiyor. Hükûmet, bölgeye dönen ailelerin ulaşım masraflarını dahi karşılamadı. Ayrıca kontrol noktalarında saatlerce bekletildiler.” dedi.

Bazı kesimler ise Sincar Anlaşması’na karamsar bakıyor. 2017’de Musul’un kurtuluşu sırasında yaralanan ve kapsamlı bir şekilde Sincar’ı takip eden savaş muhabiri Chakdar Atrushi, “Önemli bir Anlaşma olmasına rağmen hiçbir hükmü uygulanmadı.” diyor. Ayrıca Atrushi, “Bağdat ve Erbil, Sincar’da eşit derecede söz hakkına sahip değil. Bölge tam anlamıyla Devrim Muhafızları Ordusu (DMO) ve buna bağlı Kudüs Gücü ve İranlı Besic üyelerinin yanı sıra PKK ve Haşdi Şabi’nin kontrolü altında.” diye ekliyor.

On yıllar olmasa da önümüzdeki yıllar içerisinde Sincar’ın geleceğini belirleyebilecek tüm bu jeopolitik gerginliklerin ortasında Ezidilerin dönüş sorununa nasıl bir çözüm getirilebilir? Ezidilerin bu konudaki söylemi ağırlıklı olarak DEAŞ’ın Sincar’ı işgalinin ardından şekillenen kötü hatıraların üzerine komşularıyla toplumsal güveni nasıl tekrar inşa edebilecekleri yönünde. Buna karşın sahadaki gerçeklik; çelişkili bakış açılarıyla İran ve Türkiye açısından Sincar’ı çarpık bir coğrafya olarak aksettiriyor.

13 Mart 2021 tarihinde Clubhouse’da düzenlenen “Ezidilerin yarası iyileşecek mi? Ezidiler yeniden komşularına güvenebilecekler mi?” başlıklı çevrim içi etkinlikte Ezidilerin var olma krizi ele alındı. Söz konusu etkinlik, Newlines Institute for Strategy and Policy’den Rasha al-Aqeedi ve Yazda Organization’dan Murad Ismael tarafından düzenlendi.

Oturumda iki konu üzerine görüşler belirtildi: Dinin aşırılıkçı yorumunun ıslahı ve suçların toplumsal olarak kabulü yoluyla Ezidilerin umudunun nasıl yeniden inşa edileceği. İlki ile ilgili olarak Sincar’a yakın bölgelerde DEAŞ’tan kalan izlerin, Ezidilerin toplum olarak yeniden sivil bir yaşam inşa etme girişimlerini zorlaştırdığı öne sürüldü. Ezidiler açısından DEAŞ soykırımı karşısında komşularının sessizliğini unutmak kolay değil. Diğer bir husus olarak DEAŞ’ın yalnızca bir grup yabancı savaşçıdan ibaret olduğu iddiası, Ezidilere yönelik yerel ve toplumsal ihanetin sorunlu bir inkârı olduğunu düşündürüyor.

Murad Ismael öncelikle kendi içindeki aşırılıkçı ideolojiyi bertaraf etmeden ve adalet, eşitlik ve hukuk devleti ilkelerine dayanan yeni bir toplumsal sözleşme oluşturmadan adaletin yerine getirilemeyeceğine dikkat çekti. Ayrıca çoğulcu ve kapsayıcı bir Irak vatandaşlığının güçlendirilmesinin, Irak Devleti’nin tüm Iraklı azınlıkları gelecekteki saldırılara karşı korumak için benimseyebileceği en değerli yaklaşım olacağı ileri sürüldü.

Oturumda yer alan diğer katılımcılar, sahadaki endişe verici akımların Ezidilerin var olma krizini sürekli gölgelediğini vurguladı. Irak’taki dinî liderlerin Ezidi soykırımına gereken ilgiyi göstermediği de öne sürüldü.

Veto yetkisi ile yeni yasaları yürürlüğe girmeden önce gözden geçirme, onaylama ve reddetme yetkisine sahip olacak olan Şii, Sünni ve Kürt hukukçuların Federal Mahkeme Komitesine dâhil edilmesine yönelik yakın zamanda yeni bir Federal Mahkeme Yasası çıkarıldı. Yasa’da önerilen komite, 15 üyenin üçte ikisinin onayı olmadan herhangi bir yasanın geçirilmesine izin vermiyor. Söz konusu Federal Mahkeme Yasası; aktivistler, siyasetçiler ve yazarlar tarafından protesto edilmesinin yanı sıra Ezidilerin, Hristiyanların ve Sabiilerin parlamentodaki temsilcileri tarafından da boykot edildi. Bu Yasa, Irak’ın siyasi sistemini daha da etno-mezhep odaklı hâle getirecektir. Kaldı ki bu da Irak’taki tüm Ezidilerin haklarını koruyabilecek çoğulcu ve sivil bir demokrasinin kurulmasındaki başarısızlıkların arkasında yer alan temel nedenlerden biridir.

Irak’ta demokratik, medeni ve hukuki yollarla reform gerçekleştirmek yalnızca Ezidilerin karşılaştığı bir zorluk değil. Bu aynı zamanda diğer mezhep ve dinlere mensup olan farklı kültürel ve coğrafi arka plana sahip tüm Iraklıların başarmaya çalıştığı, en önemli örneğini de Ekim 2019’da başlayıp aylarca süren hükûmet karşıtı protestoların oluşturduğu bir mücadele alanıdır.

Adalet açısından Ezidilerin kaybı tüm Irak için bir kayıptır. Ezidi kimliğinin var olma krizi, bünyesindeki tüm toplulukların haklarını eşit şekilde koruması gereken kolektif Irak kimliğinin çeşitliliği açısından da tehdit oluşturmaktadır.