Tahran’da Azerbaycan Büyükelçiliğine yönelik saldırıyı, İran’ın Azerbaycan karşıtı etki odaklı faaliyetleri ile yarattığı iklimin bir sonucu olarak değerlendirmek mümkündür.
Netanyahu’nun yeniden İsrail başbakanı seçilmesi, değişen bölgesel şartlarda İran dosyası başta olmak üzere muhtelif bölgesel güvenlik konularında İsrail’in ABD’ye rağmen otonom davranışlarını yeniden gündeme getirebilir.
Yunanistan’ın Türkiye’ye karşı savunma arayışındaki yaklaşımı; bu ülkenin, İran’ın on yıllardır yürüttüğü asimetrik savunma konusundaki stratejiyi örnek alabileceğinin ilk işaretleri olarak yorumlanabilir.
Pençe-Kılıç Harekâtı; KCK/PKK konseyi ve YPG’ye varoluşsal tehdit algısını daha fazla hissettirirken aynı zamanda gelecek arayışını da yoğunlaştırmıştır.
İran’da gösteriler devam ederken bölgesel anlamda yükselen gerilimler ve bilhassa son yaşanan Albay Davud Caferi suikastı, gölge savaşlarının yeniden başladığına işaret etmektedir.
İran’ın Kürt bölgeleri, gösterilerin başladığı tarihten itibaren şiddet sarmalı ve terörizm tuzağının net biçimde kendisini gösterdiği alanlara dönüşmüştür.
PKK/PJAK’ın, “Jin, Jiyan, Azadi” sloganıyla edindiği kitleselliği Türkiye’ye ihraç etme potansiyeli; terör örgütünü, Türkiye’de kaybettiği etkinliğini “kadın özgürlük hareketi” temasıyla yeniden tesis etme hedefine yönlendirebilir.
Asimetrik ve hibrit yapılı yükselen tehditler, Ukrayna Savaşı’nın seyrini değiştirebilecek etkiye sahip olabilir.
İranlı analistlerin yazılarında ve söylemlerinde Türkiye’yi; NATO, ABD, İsrail ve Suudi Arabistan’ın yanında İran’ı bölmek isteyen bir “dış mihrak” olarak konumlandırdıkları görülmektedir.
İran’ın; Irak Kürt bölgesine yönelik saldırıları doğrudan üstlenmesi ve asimetrik saldırılarla birlikte konvansiyonel eğilimlere yönelmesi, İran güvenlik doktrininde meydana gelen mecburi değişimlere işaret etmektedir.