İran, 7 Ekim 2023’ten bu yana kaçınmak için çeşitli manevralar yaptığı kapsamlı bir savaşa sürüklenmenin eşiğinde bulunuyor.
Aksa Tufanından Bir Yıl Sonra İran Nerede Duruyor?
Aksa Tufanı Operasyonunun ardından yapılan ilk değerlendirmelerde birçok uzmana göre İran krize doğrudan müdahil olmamasına rağmen bu krizden en çok yarar sağlayan ülkelerden biriydi. İsrail’in Aksa Tufanı Operasyonu sonucu hem siyasi hem askerî bakımdan büyük bir darbe almış olması ve 7 Ekim 2023’ten sonra yaşanan gelişmelere bağlı olarak Tahran’ın rahatsız olduğu İsrail ile bazı Arap ülkeleri arasında devam eden normalleşme sürecinin kesintiye uğraması İran’ın stratejik kazanımları olarak sıralanıyordu. Ancak son bir yılda yaşanan gelişmeler tabloyu önemli ölçüde İran ve “direniş cephesi” aleyhine değiştirdi.
7 Ekim 2023’ten bu yana aralarında üst düzey komutanların da olduğu otuzdan fazla Devrim Muhafızları Ordusu üyesi Lübnan ve Suriye’de İsrail’in gerçekleştirdiği saldırılarda hayatını kaybetti. İsrail’in 1 Nisan 2024’te İran’ın Şam Büyükelçilik kompleksinde bulunan konsolosluk binasını hedef almasıyla daha önce vekil güçleri üzerinden devam eden çatışmalar ilk kez İran topraklarına taşındı. İsmail Heniyye suikastı İran’ın kritik istihbarat ve güvenlik kurumlarının İsrail’in nüfuzuna karşı kırılgan olduğunu ortaya koydu.
Dahası İsrail’e coğrafi yakınlığı, sahip olduğu askerî kapasite ve Tahran’a olan ideolojik bağlılığı nedeniyle İran’ın İsrail’e karşı caydırıcılık stratejisi ve bölgesel nüfuzunun temel taşı olan Hizbullah, İsrail’in saldırıları sonucu telafisi zor kayıplar yaşadı ve yaşamaya devam ediyor. Halihazırda İran, 7 Ekim’den bu yana kaçınmak için çeşitli manevralar yaptığı kapsamlı bir savaşa sürüklenmenin eşiğinde bulunuyor.
Hizbullah ve İran’ın İleri Savunma Doktrini
Vekil güçler İran İslam Cumhuriyeti’nin güvenliğinin tesisinde temel bir role sahip. Diğer bir ifadeyle İran’ın savunma stratejisi; eğitim, donatım ve silahlanmalarına milyarlarca dolar harcadığı vekil güçler aracılığıyla caydırıcılık oluşturmaya ve olası çatışmaları da İran toprakları dışında tutmaya dayanmaktadır. İran’ın askerî stratejisinde ileri savunma doktrini olarak adlandırılan bu konseptte özellikle Hizbullah, Velayet-i Fakih’e olan ideolojik bağlılığı, İsrail’e coğrafi yakınlığı ve sahip olduğu askerî kapasite nedeniyle merkezî bir role sahip. Öncelikle mezhepsel ve ideolojik bağlar nedeniyle Hizbullah, Tahran açısından vekil güçler arasındaki en güvenilir müttefik. Dahası Hizbullah’ın güney Lübnan üzerindeki kontrolü İran’a stratejik derinlik kazandırarak İsrail’e doğrudan erişim imkânı tanımaktadır. Ayrıca Hizbullah’ın sahip olduğu ileri sürülen füze cephaneliği İsrail’in İran’a karşı doğrudan bir askerî eylemde bulunmasını önleyen caydırıcı bir unsur olmuştur. Bu nedenle son aylarda özellikle Hizbullah’ın aldığı üst üste darbeler, vekil güçlerin önemli rol üstlendiği İran’ın savunma stratejisinde kapsamlı bir gözden geçirme ihtiyacını ortaya çıkarmıştır. Nitekim son haftalarda İsrail ile artan gerilime bağlı olarak İran’ın “yeni bir güvenlik doktrinine ihtiyacı olduğu” yönündeki tartışmalar artmıştır. Büyük bölümü müesses nizama yakın isimlerden oluşan İranlı siyasi elitler, son bir yılda değişen bölgesel dinamikler göz önünde bulundurularak İran’ın etkin bir caydırıcılığa sahip olması için nükleer silah edinimi dahil gerekli tedbirlerin alınmasını savunmaktadır. Hizbullah’ın diğer bir özelliği de gerek tarihsel arka planı gerekse askerî eğitim ve donanımı açısından direniş cephesi içerisinde yer alan gruplar arasındaki en popüler ve vurucu silahlı grup olmasıdır. Dolayısıyla Hizbullah’ın maruz kaldığı saldırılar, direniş cephesi unsurları nezdinde İran’ın “müttefiklerini” koruma taahhüdüyle ilgili ciddi soru işaretlerine yol açmıştır.
İran’ın Yeni Denge Arayışı
Daha önce örtülü operasyonlar, hedefli hava saldırıları ve vekil güçlerin kullanılmasıyla karakterize edilen “gölge savaşları,” İsrail’in 1 Nisan 2024’te İran’ın Şam Büyükelçiliği kompleksinde bulunan konsolosluk binasını hedef almasıyla iki ülke arasında doğrudan bir çatışmaya dönüştü. İran, ulusal egemenliğinin açık ihlali olarak nitelendirdiği bu saldırının ardından misilleme olarak 13 Nisan’da çok sayıda insansız hava aracı ve balistik füzeyle ilk kez İsrail’i doğrudan hedef aldı. DMO Genel Komutanı Hüseyin Selami, bu saldırıdan sonra yaptığı açıklamada, ülkesinin bundan sonra İsrail’den İran’ın çıkarlarına, vatandaşlarına ve varlıklarına gelecek herhangi bir saldırıya karşı doğrudan misilleme yaparak karşılık verecekleri yeni bir denklem benimsediklerini duyurdu. Ancak İsmail Heniyye suikastı, İran’ın 13 Nisan’da gerçekleştirdiği Sadık Vaat-1 operasyonunun İsrail’i caydırmadığını gösterdi.
Heniyye suikastının ardından başta Devrim Rehberi Ali Hamenei olmak üzere İranlı yetkililerden kesin “intikam” açıklamaları gelmesine rağmen Tahran’da suikastın İran’ı büyük bir savaşa sürüklemek için İsrail tarafından kurgulanan bir tuzak olduğu görüşü ağır bastığı için olası misilleme ileri bir tarihe ertelendi. İç kamuoyundan gelen misilleme yapılması yönündeki baskılar, İran’ın Gazze’de devam eden ateşkes görüşmelerine zarar vermemek için misillemeyi ertelediği söylemleriyle savuşturuldu. Hatta Cumhurbaşkanı Mesud Pezeşkiyan, 23 Eylül’de BM Genel Kuruluna katılmak üzere gittiği New York’ta ABD basınına yaptığı açıklamada, “İsrail’in benzer bir taahhütte bulunması durumunda İran’ın gerilimi azaltmaya hazır olduğunu” söyledi. Ancak ilerleyen günlerde İsrail’in İran’ın vekil güçlerine yönelik saldırılarını giderek şiddetlendirmesi ve 27 Eylül’de Hizbullah lideri Hasan Nasrallah ve DMO Kudüs Gücü Operasyonundan Sorumlu Komutan Yardımcısı Nilfuruşan’ın İsrail tarafından düzenlenen saldırılarda hayatını kaybetmesi, Tahran yönetimi açısından bir dönüm noktası oldu. Zira Tahran’ın perspektifinden İsrail’in eylemlerini daha fazla yanıtsız bırakmak hem içeride hem direniş ekseni nezdinde İran’a olan güveni zedeleyeceği gibi İsrail’i, Lübnan’dan sonra Suriye, ardından Irak ve en sonunda da İran’a yönelmeye teşvik edebilirdi. Nihayet İran 1 Ekim’de İsrail’e yönelik aslında beklenen ancak zamanlaması bakımından sürpriz olarak nitelendirilebilecek füze saldırısı düzenledi. Tahran yönetimi uzun bir bekleyişten sonra 13 Nisan’daki Sadık Vaat-1’e göre daha sofistike bir saldırı düzenleyerek İsrail’in İran ve vekil güçlere yönelik artan saldırılarını durdurmayı amaçladı. Ancak İsrail’in Hizbullah’a yönelik saldırılarını artırarak devam ettiği ve İran’a yönelik de misilleme hazırlığı içerisinde olduğu dikkate alındığında, Sadık Vaat-2 saldırısının istenen sonuca ulaştığı söylenemez. Hatta Tahran yönetiminin bu saldırıyla birlikte büyük bir risk aldığı söylenebilir. İsrail’in ABD’den temin ettiği ek hava savunma sistemleri ve İsrail’in misilleme hazırlığına ilişkin uluslararası basına sızan istihbarat bilgileri, Tel Aviv yönetiminin beklenenin üzerinde büyük bir saldırı planladığına işaret ediyor. İsrail’in güçlü bir misillemede bulunması iki ülke arasında potansiyel olarak daha geniş bir çatışmaya dönüşebilecek bir misilleme döngüsü başlatabileceği gibi, İranlı karar vericilerin artan tehdit algısı, Tahran’ı nükleer silah edinmeye de sevk edebilir. Her iki senaryo da İran’ın 7 Ekim 2023’ten bu yana “stratejik sabır” politikası çerçevesinde özenle kaçındığı kapsamlı bir savaşa sürüklenmeye her zamankinden çok daha yakın olduğu anlamına geliyor.