İran’ın Suriye’ye sunabileceği maddi ve stratejik imkânların sınırlılığı göz önüne alındığında, Şam’daki yeni yönetimin ülke iç güvenliğini ve devlet bütünlüğünü tam olarak tesis etmeden Tahran’la ilişkilerini derinleştirme arzusunu taşımayacağı açıktır.
Barrack, ABD’nin, İsrail ile Arap devletlerini aynı güvenlik-ekonomi mimarisinde hizaladığına, Suriye’yi İran’dan kopartarak yeniden bölgeye entegre etmeye başladığına ve Lübnan dahil olmak üzere bölgedeki modernizasyon ve devletleşme sürecini başlattığın
İran-İsrail çatışmasının hemen ardından kurulan ve en üst düzey güvenlik bürokratlarını bir araya getiren Savunma Konseyi, bazı çevrelerce ülkenin sürekli teyakkuz halinde bulunmasını sağlayacak “daimi bir savaş odası” olarak tanımlanmaktadır.
İsrail Başbakanı Netanyahu’nın taktiklerinin, mevcut koşullarda İran’da rejim değişikliğine yol açacak kadar güçlü ve örgütlü bir hareket ortaya çıkarması mümkün görünmüyor.
İsrail, hava kuvvetlerinin teknolojik üstünlüğü, hassas güdümlü mühimmat envanteri ve gelişmiş istihbarat/izleme sistemleri sayesinde İran’ın nükleer ve füze altyapısına büyük zarar verirken; İran ise kitlesel dron ve füze saldırılarıyla doğrudan misillem
İran, milli güvenliğini doğrudan ilgilendiren kritik bir eşikte bulunuyor ve mevcut koşullar altında İranlı yetkililerin, salt askerî reaksiyondan çok stratejik bir düşünceyle hareket etmesi gerekiyor.
İran, bu operasyonu, uzun süredir İsrail karşısında uğradığı istihbarat ve güvenlik zafiyetlerine karşı bir dengeleme hamlesi ve prestij onarımı fırsatı olarak değerlendirmiştir.
Tahran yönetimi hem Pakistan hem de Hindistan ile olan ilişkilerini zedelemeden dengeyi sürdürme stratejisini benimsemektedir. Özellikle ekonomik açıdan izole olduğu bir dönemde, bu iki ülkeyle olan bağlarını koruma çabası, İran dış politikasının temel ön