İsrail Başbakanı Netanyahu’nın taktiklerinin, mevcut koşullarda İran’da rejim değişikliğine yol açacak kadar güçlü ve örgütlü bir hareket ortaya çıkarması mümkün görünmüyor.
İsrail İran’da Rejim Değişikliği Peşinde: Peki Bunu Yapabilir mi?
13 Haziran 2025’te İsrail’in İran’a yönelik başlattığı hava saldırıları, bölgesel güvenlik dengelerinin yanı sıra İran’ın iç politik dinamikleri açısından da kritik soruları gündeme getirdi. Bu saldırılar sonrasında en çok tartışılan meselelerden biri, İran Silahlı Kuvvetleri ve Devrim Muhafızları Ordusu’nun (DMO) uğradığı kayıpların ülkede bir otorite boşluğu yaratıp yaratmayacağı ve bu boşluğun halk ayaklanmasına dönüşerek rejim değişikliğine sebebiyet verip veremeyeceğidir. İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun doğrudan İran halkına hitap ederek rejime karşı ayaklanma çağrısı yapması, bu tartışmaları alevlendirdi. Keza İran’da faaliyet gösteren Kürt silahlı grupları PAK, PJAK ve İKDP’nin de eş zamanlı olarak İran’da rejim değişikliği çağrısını öne çıkarması dikkat çekti. Bu bağlamda, İran’da rejim değişikliği gerçekleşebilir mi sorusuna yanıt verebilmek için İran’ın toplumsal, siyasal ve güvenlik yapısını dikkate almak gerekiyor.
Rejim kendini koruyabiliyor mu?
İran’da muhtemel bir halk ayaklanmasının başarı şansını değerlendirirken rejimin iç güvenlik kapasitesinin analiz edilmesi elzemdir. Tahran’ı toplumsal olaylara karşı korumakla görevli Sarallah Karargâhı ve ülke genelinde örgütlenmiş Besic milisleri gibi yapıların İsrail tarafından henüz hedef alınmamış olması, rejimin iç kontrol mekanizmalarının büyük ölçüde sağlam kaldığını gösteriyor. Sarallah Karargâhı’nın başkent merkezli yapılanması ile Besic’in mahalle düzeyindeki yaygın örgütlenmesi, rejimin toplumsal hareketleri erken aşamada fark etmesini ve hızlı şekilde bastırmasını önemli ölçüde kolaylaştırmaktadır. Toplumsal dinamiklerin kontrolünü sağlayan bu yapılar –geçmiş ayaklanma girişimlerinde oynadıkları kilit rol de göz önüne alındığında– rejimin güvenliğinin temel taşları konumundadır.
Diğer yandan, dış savunma kapasitesinde zaman zaman zafiyetler yaşasa da Tahran’ın rejimi koruma konusunda oldukça tecrübeli ve kurumsallaşmış bir yapıya sahip olduğu unutulmamalıdır. İran iç güvenlik kurumlarının toplumsal hareketleri izleme ve bastırma konularındaki birikimi, süreç içinde 1979 Devrimi sonrasında yaşanan çeşitli iç karışıklıklar ve protestolar karşısında geliştirilerek sofistike yapıya kavuştu. İstihbarat teşkilatlarının yaygın denetim ağı da rejimin iç tehditleri erken teşhis etme ve bastırma kapasitesini artırdı. Nitekim 1999, 2009, 2017 ve 2022 yıllarındaki toplumsal olaylara verilen tepkiler, rejimin kriz zamanlarında nasıl konsolide olabildiğini gösterdi.
Bu ayaklanmalar büyük sosyo-ekonomik talepler içerse de hiçbiri rejimin temellerini sarsacak düzeye ulaşamadı. Hatta bastırılmalarının ardından rejim kendi iç bütünlüğünü daha da pekiştirdi. Bu tarihsel tecrübe, mevcut krizin bir ayaklanmaya evrilmesi hâlinde rejimin nasıl bir tutum sergileyebileceğine dair önemli ipuçları sunuyor. İran’da yaşanan periyodik protestolar ve ayaklanma girişimleri, genellikle rejimi köklü biçimde tehdit edecek bir seviyeye ulaşamayarak belirli dönemlerde ortaya çıkan kronik bir sorun olarak kalmaktadır. Bu, söz konusu güvenlik yapılanmasının etkinliğinin bir göstergesidir. Dolayısıyla, mevcut süreçte İsrail saldırılarının yaratabileceği potansiyel hoşnutsuzluğun, koordineli bir rejim karşıtı harekete dönüşme olasılığı bulunmuyor.
Rejim karşıtlarının lideri var mı?
Mevcut durumda İran’da rejimi tehdit edebilecek düzeyde bir ayaklanmanın önündeki en ciddi yapısal engellerden bir diğeri, bu tarz oluşumların liderlikten yoksun olmasıdır. İran’da rejime karşı sistematik ve silahlı ya da silahsız mücadele yürüten farklı unsurların örgütlü bir liderliği bulunmuyor. Diğer bir ifadeyle, 1979 Devrimi’nde olduğu gibi kitleleri seferber edebilecek bir karizmatik liderlik, ortak bir hedef ve strateji, günümüzdeki muhalif hareketler için geçerli değil. Ayrıca büyük ölçüde yerel düzeyde kalan protestolar, birbiriyle koordinasyon içinde gelişmiyor ki bu da söz konusu hareketlerin organize bir güce dönüşüp rejimi kökten tehdit etmesini imkânsız hale getiriyor.
İran toplumu sürece nasıl bakıyor?
Sosyo-psikolojik düzlemde ise halkın geniş kesimlerinde hâkim olan parçalanma ve istikrarsızlık endişesi, İran’da rejim karşıtı geniş ölçekli hareketlerin meşruiyet alanını büyük ölçüde daraltıyor. Etnik ve mezhebî çeşitlilik gösteren İran’da, güç boşluğunun ortaya çıkması durumunda silahlı etnik grupların ayrılıkçı hareketlere girişme ihtimali, İran halkında ciddi endişeler yaratmaktadır. Özellikle Kürt, Beluç ve Arap unsurlarının silahlı yapılar üzerinden mobilize olma ihtimali, toplumun geneline yayılmış olan parçalanma endişesini daha da artırıyor. Buna, Suriye, Irak ve Libya gibi ülkelerde yaşanan kaos deneyimlerinin İran kamuoyunda yarattığı etkiyi de eklemek gerekiyor. Bu toplumsal psikoloji, mevcut rejimin problemlerine ve hoşnutsuzluklara rağmen, toplumda önemli bir kesiminin, radikal değişim alternatiflerine mesafeli yaklaşmasını beraberinde getiriyor.
Sonuç olarak, İsrail’in son saldırılarının İran içinde ciddi bir rejim zafiyeti yaratabileceği yönündeki spekülasyonların, mevcut iç güvenlik yapıları, rejimin kurumsal tecrübesi ve toplumsal psikoloji dikkate alındığında abartılı olduğunu vurgulamak gerekiyor. Mevcut koşullarda İran’da, rejim değişikliğine yol açabilecek bir halk ayaklanmasının ortaya çıkma olasılığından bahsetmek için elimizde güçlü nedenler bulunmuyor. İsrail’in dış müdahaleleri, kısa vadede rejimi zayıflatmak yerine içerideki direnci ve güvenlik tedbirlerini daha da güçlendiriyor. Dolayısıyla İsrail Başbakanı Netanyahu’nın taktiklerinin, mevcut koşullarda İran’da rejim değişikliğine yol açacak kadar güçlü ve örgütlü bir hareket ortaya çıkarması mümkün görünmüyor.