Soçi Mutabakatı Nelere Gebe?

Soçi Mutabakatı Nelere Gebe?
Yazı boyutunu buradan ayarlayabilirsiniz

7 Eylül’de gerçekleşen Tahran zirvesinde, Türkiye, Rusya ve İran liderleri Suriye meselesini özellikle de son “Gerilimi Azaltma Bölgesi” olan İdlib’i ele almıştı. Zirvede Ankara’nın İdlib’de kalıcı ateşkes ilan edilmesi yönündeki önerisi Moskova ve Tahran’ın muhalefetiyle karşılaşmıştı. Bu tarihin ve bölgedeki sivil halkın on gün süren endişeli bekleyişinin ardından Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Rusya Devlet Başkanı Putin, 17 Eylül’de Soçi’de Ruhani’nin yer almadığı bir zirve gerçekleştirdi. Zirvede varılan mutabakat uyarınca Rusya, Esed rejiminin İdlib’e bir askerî operasyon düzenlemesini önlemeyi ve 15 Ekim 2018’e kadar rejim ve muhalif güçler arasındaki temas bölgesinde ağır silahlardan arındırılmış 15-20 kilometrelik bir tampon bölge oluşturmayı taahhüt etmiştir. Her ne kadar bu yolla, Esed güçlerinin ya da destekçilerinin İdlib’e kısa vadede bir operasyon düzenlemesinin önüne geçilmişse de mutabakatın çerçevesi net olmadığı gibi kısa sürede uygulanmasının önünde de pek çok güçlük bulunmaktadır.

İdlib Neden Önemli?

Rejim muhaliflerinin son kalesi konumundaki İdlib bölgesi hem Ankara hem de Moskova için stratejik önemdedir. Dahası Türkiye, İdlib’i millî güvenlik sınırlarının bir uzantısı olarak görmektedir. Türkiye’ye göre İdlib’in kaybedilmesi Zeytin Dalı ve Fırat Kalkanı operasyonlarıyla elde edilen kazanımları tehlikeye atma ve Suriye’nin kuzeyinde PKK eliyle bir Kürt devletinin kuruluşuna zemin hazırlanma riski barındırmaktadır. Bunlara ilaveten İdlib’e yapılacak geniş çaplı bir müdahale hâlihazırda 3 milyondan fazla Suriyeli mülteciye ev sahipliği yapan Türkiye’ye yüz binlerce yeni mültecinin akın etmesine neden olabilir. Diğer yandan Rusya açısından ise İdlib’in geri alınması, Suriye’deki “ayaklanmanın” bitmesi anlamına gelecektir. Erdoğan’ın İdlib’e müdahale edilmesi durumunda ülkesinin Astana Süreci’nden çekileceği yönündeki tehdidi, Rusya’nın bu noktadaki tutumunu değiştiren etkenlerden biri olmuştur. Ayrıca Rusya, Ankara’nın onayı olmaksızın İdlib’e yapılacak bir müdahalenin Türkiye’yi Moskova’dan uzaklaştırarak tekrar Batı’ya yakınlaştırmasından endişe duymaktadır. Putin, Esed ile muhalifler arasındaki siyasi süreçte Erdoğan’ın desteğine ihtiyaç duymaktadır ve Ruslar Türkiye’nin katkısı olmaksızın Suriye’de kabul edilebilir bir siyasi çözüme ulaşmanın zor olacağını düşünmektedir. Aynı zamanda Rusya bu mutabakatla Türkiye’den İdlib’de radikal gruplarla mücadele etme ve muhalifleri Hmeymim Hava Üssü’nden uzaklaştırma garantisi almış ve bu sayede muhtemelen İdlib’den havalanan insansız hava araçlarının saldırılarının önüne geçmiştir.

Ufuktaki Sorunlar

Soçi mutabakatı kuşkusuz Esed ve destekçilerinin İdlib’e geniş çaplı bir operasyon başlatarak binlerce sivili zorunlu göçe zorlamasını engellemiştir. Ne var ki anlaşma pratikte pek çok sorunla karşı karşıyadır. Mutabakatın muhaliflerin kontrolü altındaki bölgede hayata geçirilmesi konusunda sorumluluğu üstlenen Türkiye’nin önünde bu bağlamda ciddi engeller bulunmaktadır. İdlib’de 12 gözlem noktası bulunan Ankara’nın ılımlı muhalifler üzerinde bir hayli nüfuz sahibi olduğu aşikarsa da radikal gruplar konusunda nasıl bir çözüm geliştireceği belirsizdir.

İdlib’in %60’ını ve ağır silahlardan arındırılması öngörülen bölgenin %70’ini kontrolünde bulunduran Heyet-i Tahrirü’ş-Şam (HTŞ, eski el-Nusra), Soçi mutabakatın hayata geçirilmesinin önündeki en büyük engeldir. Bölgede sahip olduğu önemli güç nedeniyle HTŞ’nin tutumu Türkiye ve Rusya’nın İdlib planını doğrudan etkileyebilir. Kuvvetle muhtemel, mutabakat HTŞ üyeleri arasında görüş ayrılıkları çıkmasına ve bunun sonucunda örgütün zayıflamasına neden olacaktır. Şimdiye dek mutabakata yönelik pozisyonunu açıklamayan örgüt, yöneticilerin pozisyonlarını netleştirme sürecinde gruplaşma yaşayabilir. Örgüt içinde mutabakatı kabul eden kesim İdlib’deki ılımlı muhalif gruplara katılacak, karşı çıkanlar ise ya İdlib’den çıkmak zorunda kalacak ya da Türkiye destekli ılımlı muhaliflerle çatışmaya hazırlanacaklardır.

Her ne kadar diğer radikal gruplar da Soçi mutabakatına karşı olsalar da sayılarının azlığı ve bölgedeki sınırlı etkileri nedeniyle anlaşmanın uygulanmasına engel olamayacaklardır. Bu gruplar, mutabakata ilişkin pozisyonlarını büyük ölçüde HTŞ’nin tavrına göre belirleyeceklerdir.

Tampon bölge konusuna ilişkin ayrıntılar da dikkat çekici bir anlaşmazlık konusudur ve bu konudaki görüş farklılıklarının giderilmemesi Soçi mutabakatını tehlikeye atabilir. Erdoğan ve Putin, tampon bölgenin kesin sınırlarının belirlenmesini iki ülke temsilcilerinden oluşan heyetlere havale etmişledir. İlk etaptaki kabule göre bölgenin yarısı Esed rejiminin, diğer yarısı ise muhaliflerin denetimine bırakılacaktı. Daha sonra ise bu 15-20 kilometrelik tampon bölgenin yalnızca muhaliflerin denetimindeki topraklarda oluşturulacağına ilişkin raporlar yayımlanmıştır. Dahası Esed rejimine bağlı kaynaklar, tampon bölgenin ağır silahlardan arındırıldığından emin olmak için Rus askerlerinin muhaliflerin kontrolündeki bölgeleri denetleyebileceğini yazmıştır.

Soçi mutabakatına getirilen bu yeni yorumlar, Cephe-yi Tahrir-i Millî ve Ceyş’ül-İzze gibi mutabakatı ilk başta olumlu karşılayan ılımlı muhaliflerin dahi sonraki aşamalarda muhalefet sergilemesine neden olmuştur. Muhalifler, temas hattından kendileri 7-8 kilometre uzaklaşacağı gibi Esed ve destekçilerinin de kesinlikle aynı ölçüde uzaklaşması gerektiğini vurgulamaktadırlar. Muhalif unsurlar ayrıca kendi kontrollerindeki bölgede Rusların denetim yapmasını kabul etmemekte ve bunu kırmızı çizgi olarak görmektedirler.

Mutabakatın hayata geçirilmesin önündeki diğer zorluklardan bazıları da şunlardır: Radikal militanların sivil bölgelerden çıkarılması; cihatçı militanların sivillerin arasında barınıyor olması ve ılımlı İslamcı grupların cihatçı milislere karşı savaşta takınacağı tavır.

İran’ın Tavrı Neden Değişti?

İran İslam Cumhuriyeti, Tahran zirvesinde Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın diplomasiye fırsat verilmesine yönelik uğraşına rağmen muhaliflerin İdlib’den çıkarılması için askerî müdahale yapılması gerektiğini vurgulamıştı. Zirvenin ardından da Esed güçlerinin ve İran’a bağlı milislerin İdlib’e müdahale için bölge yakınlarına intikali devam etmiş ve Esed rejimi hava saldırılarının şiddetini artırmıştı. Ancak Soçi zirvesinden bir gün önce ve Rusların İdlib’e yönelik bir askerî operasyon düzenleme niyetlerinin olmadığını açıklamasından sonra İran Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü, İran’ın İdlib meselesinin sivillere zarar gelmeden çözülmesinden yana olduğunu açıkladı. Soçi zirvesinin ve mutabakatının, Esed rejiminin bekası için milyarlarca dolar harcayan ve binlerce kayıp veren İran olmaksızın gerçekleşmesi İran’da müttefikler ve özellikle de Rusya tarafından dışlanma endişesine neden olmuştur. Tahran, Soçi zirvesi konusundaki tepki ve endişesine rağmen mutabakatı kabul etmek durumunda kalmıştır. Tahran yönetiminin idlib konusundaki tavrının değişmesinde birkaç etken rol oynamış olabilir:

1. Türkiye İdlib’e yapılacak kapsamlı bir operasyonu engellemekte kararlıdır ve İran’ın Amerikan yaptırımlarının baskısı altında olduğu ve bu nedenle Türkiye’ye şiddetle ihtiyaç duyduğu mevcut durumda İdlib operasyonu iki ülke ilişkilerine darbe vurabilir. Ayrıca Türkiye, İdlib sınırına silahlı kuvvetlerini göndermek ve İdlib’deki gözlem noktalarına ağır silahlar sevk etmek suretiyle Esed ve müttefikleri tarafından yapılacak olası saldırıya karşılık verme kararlılığını ortaya koymuştur.

2. İdlib operasyonuna dünya çapında tepkiler gelmiş ve Batılı ülkeler Esed’e kimyasal silah kullanması hâlinde füzelerle karşılık vereceği tehdidinde bulunmuştur.

3. İran, İdlib operasyonunun kolay olmayacağı gerçeğini kavramıştır. Zira, İdlib’de yaklaşık 70.000 muhalif milis vardır ve bu sayıda milisle mücadele etmek fazlasıyla maliyetli olacaktır. Özellikle de Esed’in bu milislerle mücadele edecek gücü ve kapasitesi yoktur.

4. İran ve Esed rejimi Soçi mutabakatının uygulanabilir olmadığını ve nihai kertede Rusya’yı askerî operasyonun gerekliliğine ikna edebileceklerini düşünmektedir.

Esed’in Dışişleri Bakanı Velid Muallim 2 Ekim’de yaptığı açıklamada Türkiye’nin mutabakata ilişkin taahhütlerini yerine getirebileceğini ancak son tahlilde rejimin nihai amacının barışçıl veyahut diğer yollarla İdlib’i geri almak olduğunu belirtmiştir. Son dönemlerde de Esed ve İran’ın anlaşmayı sabote etmeye çalıştığı görülmüştür. 25 Eylül’de de Suriye İnsan Hakları Gözlemcileri, İran ve Esed rejimi ile DEAŞ arasındaki anlaşmayı ifşa etmiştir. Bu anlaşma uyarınca, 400 DEAŞ’lı terörist 23 Eylül Pazar günü Ebu Kemal’den İdlib yakınlarına intikal etmiştir. Bu haberin doğru olması durumunda, buradaki muhtemel amaç Soçi mutabakatını baltalamak olmalıdır ve önümüzdeki süreçte DEAŞ mensupları ile Türkiye himayesindeki ılımlı muhaliflerin karşı karşıya gelme ihtimali vardır. Bunların da ötesinde Esed ve destekçileri hâlihazırda İdlib’e girmek için bütün etkinlik araçlarını kullanmaya gayret etmektedir. Rejimin bu araçları Doğu Guta ve Dera’da bölge halkını ruhen çökertmek pahasına muhalifleri mağlup etmeyi başarmıştı ve İdlib üzerinde de aynı plan yapılmaktadır.

Sonuç

Soçi mutabakatı, her ne kadar bölgedeki 3,5 milyondan fazla Suriyeliyi ölüm ve zorunlu göç tehlikesinden kurtarsa da görüldüğü kadarıyla geçici bir anlaşma olarak kalacaktır ve İdlib’in kaderi, bölgesel ve küresel güçlerin yakın zamanda gerçekleşmesi öngörülmeyen mutabakatına bağlıdır. Meselenin bölgesel ve uluslararası boyutları bir yana Soçi mutabakatının karşısında birçok sorun vardır ve mutabakatın hayata geçirilmesi kolay olmayacaktır. Ilımlı muhalifler, ağır silahlardan arındırılacak 15-20 km’lik bölgenin bütünüyle kendi kontrollerindeki topraklarda oluşturulmasını kabul etseler dahi Rusların bu bölgeyi denetlemesini asla kabul etmeyeceklerdir. Radikal gruplar ise çok yüksek olasılıkla bu anlaşmayı kabul etmeyecektir ve sonunda bu gruplarla Türkiye ve ılımlı muhaliflerin çatışması olasıdır.

Soçi mutabakatı, Türkiye ve Rusya’nın İran olmadan daha iyi iş birliği yapabildiğini ispatlamıştır. Bu gerçeği kavrayan İran’ın mutabakatı sabote etmek için girişimlerde bulunması zayıf bir ihtimal değildir.

Bu anlaşmanın başarısızlıkla sonuçlanması ve Esed rejiminin, Rusya ve İran’la iş birliği içerisinde İdlib’e geniş çaplı müdahalede bulunması durumunda Ankara, Moskova ve Tahran ilişkilerinin bozulması ve Türkiye’nin yeniden tedrici olarak ABD ve NATO bloğuna yaklaşması ihtimal dâhilindedir. Türkiye bu durumda da İdlib’deki silahlı unsurlar arasındaki nüfuzunu ve bölgeye mühimmat gönderme imkanını kullanarak bu bölgeye geniş çaplı bir askerî operasyon yapılmasını engelleme kapasitesine sahiptir.

Her ne kadar İdlib halkı, bu mutabakat sayesinde biraz rahatlamış olsa da yeni bir zorunlu göç endişesi yaşamaktadır ve son koruyucu olarak ümidini Türkiye’ye bağlamıştır. Hangi şekilde şekillenirse şekillensin İdlib’in akıbeti Suriye krizinin çözümü anlamına gelmeyecektir ve ülkede istikrar ve güvenliğin sağlanmasının önünde uzun bir yol vardır.