ABD ve İran'ın caydırıcılık motivasyonları doğrudan şiddet yoğunluğunun artmasına neden olmakta; bu durum, beraberinde bölgesel bir şiddet sarmalı oluşturmaktadır.
7 Ekim Sonrası Bölgesel Şiddet Sarmalı
7 Ekim sonrası bölgede İran destekli milis güçlerin agresif aktiviteleri artmaya başlamış, bu kapsamda bölgedeki ABD üsleri hedef alınmıştır. Bu saldırılar doğrultusunda ABD kaynaklarına göre 17 Ekim’den bu yana toplam 160’tan fazla saldırı olduğu kaydedilmiştir. Bu süreçte, İran’ın direniş ekseni vekil güçleri arasında yer alan Irak’taki Haşdi Velayeti gruplar ve Yemen’deki Husiler, daha da aktif bir rol almaya başlamıştır.
Nitekim Husiler, Babülmendep Boğazı’nı 50’den fazla asimetrik saldırı ile defakto olarak geçişe kapatmıştır. Bu saldırılarda balistik füzeler, gemisavar seyir füzeleri ve kamikaze İHA’lar kullanılmıştır. Buna ek olarak devriye bot ve tekneleri vasıtasıyla ticari gemileri kaçırma ve el koyma eylemleri de gerçekleştirmiştir. Bu eylemler, küresel deniz ticaret yollarının defakto olarak değişimine neden olmuştur. Bununla beraber Irak ve Suriye ağırlıklı olmak üzere ABD’nin bölgedeki askerî üs ve yerleşkeleri, İran destekli milis gruplarca hedef alınmıştır.
Bu saldırıların meydana geldiği dönemde; 15-16 Ocak 2024 tarihlerinde, Devrim Muhafızları Ordusunun (DMO) doğrudan sorumluluğunu üstlendiği üç cepheli balistik füze ve kamikaze İHA saldırıları düzenlenmiştir. Saldırılar; Irak, Suriye ve Pakistan’daki hedeflere yönelik gerçekleştirilmiştir. Bu saldırılar, bölgedeki vekil güçler kaynaklı saldırılarla birlikte şiddet eğilimlerini daha da güçlendirmiştir. İran, tarihinde ilk kez üç cepheli bir balistik füze saldırısı gerçekleştirmiştir. Bu doğrultuda saldırıda hedef alınan cephelere yönelik muhtelif güvenlik motivasyonları bulunmaktadır. Üç farklı cephede gerçekleştirilen saldırılar, yakın zamanda gerçekleşen üç farklı güvenlik olayıyla gerekçelendirilse de saldırıların genel maksadı “caydırıcı bir İran” sergileme eğilimi ile açıklanabilir. Bu saldırıların hemen sonrasında 28 Ocak’ta Irak’taki Ketaib Hizbullah milis güçleri, ABD’nin Ürdün’deki Kule-22 Askerî Üssü’nü kamikaze İHA ile hedef almıştır. Söz konusu kamikaze İHA saldırısı ile ABD’nin bölgedeki askerî varlığına karşı bir caydırıcılık oluşturulmak istenmiştir.
7 Ekim sonrası dönemde üç ABD askerinin ölümüyle sonuçlanan bu saldırı, İran destekli milislerin düzenlediği diğer asimetrik saldırılara kıyasla oldukça farklıdır. Olay sonrası ABD, Kule-22 saldırısına misilleme olarak Irak ve Suriye’deki İran destekli milis gruplara ait 85’ten fazla askerî mevzi, üs ve yerleşkeyi hedefli hava saldırılarında vurmuştur. Saldırı, beklenen bir misilleme olarak gelişmiştir. Diğer taraftan bu misillemede, İran destekli milis güçlerin komutanlarına yönelik hedefli saldırılar da gerçekleştirilmiştir. Bu kapsamda CENTCOM, 7 Şubat 2024 tarihinde, Ürdün Kule-22 saldırısının planlamasında yer alan İran destekli milis gruplardan Ketaib Hizbullah Komutanı’nı hedefli hava saldırısıyla Bağdat’ta öldürdüğünü duyurmuştur. Öte yandan Kule-22 saldırısı sonrası ABD’nin Husileri hedef alan hava saldırıları da devam etmekte; saldırının yoğunluğu ve şiddet oranı kademeli olarak artmaktadır.
İran’ın, 7 Ekim sonrası oluşan mevcut bağlamı, kendi güvenlik ve dış politika çıkarlarına adapte etmeye çalıştığı anlaşılmaktadır. Bu kapsamda İran’ın hem bölgesel hem de ulusal güvenlik öncelikleri önemli görülmektedir. Bu öncelikler içerisinde nükleer kapasite ve bölgesel asimetrik kapasite yer almaktadır. Bir diğer ifadeyle İran, Aksa Tufanı sonrası ABD ile uzun süreli yaşadığı gerilimlerin kaynağı olan nükleer program, havacılık ve uzay programı ile bilhassa balistik füze ve S/İHA programlarından oluşan asimetrik kapasitelerini, bunun yanı sıra da bölgesel vekil güçlerini her koşulda korumak istemektedir. Bunun için de bölgesel fırsatları değerlendirmektedir. Buna ek olarak söz konusu kapasitelerin sürdürülebilirliği, ekonomik yaşam hatlarıyla da ilgilidir. Bu kapasiteler, İran’ın dış politika ve güvenlik stratejilerinin önemli unsurlarını oluşturmakta; nitekim Tahran’ın güvenliği ile eş değer görülmektedir. Bölgesel vekil güçlerin olmadığı bir İran’ı doğrudan hedef almak, daha az maliyetli sonuçlar oluşturabilir. Nitekim İran bunun farkında olarak attığı adımlarla Devrim sonrası güvenlik stratejilerini şekillendirmiştir.
Öte yandan ABD’nin bölgedeki güvenlik öncelikleri de bu kapasitelerle doğrudan ilgilidir. İran’ın söz konusu kapasiteleri, ABD’nin bölgedeki güvenlik risk ve tehdit algılamalarını şekillendirmektedir. İran, 7 Ekim sonrası bu ihtilaf alanlarını daha da vurgulayan yeni bir eğilime yönelmiştir. Bu çerçevede hem vekil güçlerin hem de İran’ın çoklu cephelerdeki eş zamanlı balistik füze ve kamikaze saldırıları bu durumla doğrudan ilişkilidir. İran bir taraftan bu kapasitelerini bölgenin normaline dönüştürmek isterken diğer taraftan da ABD’ye ve bölgesel güçlere karşı caydırıcı bir profil oluşturmaya çalışmaktadır. Nitekim yakın zamanda İran’ın hem nükleer programında hem de balistik füze ve uzay programında önemli gelişmeler yaşanmıştır. Özellikle Kaim-100 isimli UFA (uydu fırlatma aracı) ile gerçekleştirilen uzay denemesi, oldukça önemli bir gelişme olarak değerlendirilmektedir. Zira İran, bu denemeyle ilk kez kıtalar arası balistik füze yapısına görece uygun bir UFA ile 750 km irtifadaki bir yörüngeye ulaşmıştır.
İran, bu denemeyle eğer isterse kıtalar arası balistik füze elde edebileceğini ve bir diğer anlamda yeryüzünde 5.000 km ve üzeri bir menzile ulaştığını göstermeye çalışmıştır. Öyle ki Birleşik Krallık, Fransa ve Almanya başta olmak üzere Avrupa ülkeleri, bu uzay denemesini kınamış ve endişelerini görünür kılmıştır. Zira 5.000 km menzil, İran’dan Avrupa ülkelerine ulaşacak bir balistik füze menziline işaret etmektedir. Diğer taraftan İran’ın yeni nükleer reaktörler inşasına başlaması da benzer şekilde önemli gelişmelerden biridir. Bu iki gelişme, 7 Ekim sonrası dönemde İran’ın nasıl bir strateji izlediğini göstermesi açısından dikkate değerdir. İran, nükleer ve asimetrik bir güç olarak bölgesel nüfuzunu pekiştirmek istemektedir.
Bu hedeflerinde bölgesel vekil güçlerini ve asimetrik kapasitelerini, 7 Ekim sonrası oluşan jeopolitik bağlamı kullanmak suretiyle etkin bir şekilde araçsallaştırmaktadır. Bu doğrultuda İran, Devrim sonrası tutarlık gösterdiği kapasitelerle uzun vadede bölgesel kazançları gözetmektedir. Her ne kadar İran, yıllar süren yaptırım ve izolasyonlarla karşılaşsa da mevcut bölgesel ve ulusal kapasitelerini koruduğu bir senaryo, kazançlı bir sonuca neden olabilecektir. Bu anlamda İran, söz konusu tutarlık gösterdiği kapasitelerine yönelik eylemleri, güvenlik tehdit algılamaları dâhilinde ele almaktadır. Bu kapasitelerindeki tutarlığı ve istikrarı sağlamak için sıklıkla caydırıcılığa başvurmaktadır. Nitekim Ukrayna savaşı sonrasında İran’ın ABD ile dolaylı müzakereler yaptığı ve bu müzakerelerde; nükleer program, bölgesel vekil güçler ağı ve asimetrik kapasiteler gibi başlıkların yer aldığı gündeme gelmiştir.
Bu motivasyonlar, İran ve ABD’nin doğrudan ya da dolaylı şekilde dâhil olduğu bölgesel bir şiddet sarmalına yol açmaktadır. İran özellikle 7 Ekim sonrası dönemi, caydırıcılığını vurgulamak ve de mevcut kapasitelerini korumak üzere önemli bir fırsata dönüştürmeye çalışmaktadır. Hem ABD hem de İran, güvenlik öncelikleri temelinde karşılıklı caydırıcı adımlar atmaktadır. Bu adımlar, kademeli şekilde şiddet yoğunluğunu da artırmaktadır. Esasında caydırıcılığın, tarafların dengelendiği bir eşitliği oluşturması beklenirken (dolayısıyla görece sükûnetin tesis edilmesi de beklenirken) bunun aksine tarafların caydırıcılık motivasyonları, doğrudan şiddet yoğunluğunun artmasına neden olmaktadır. Bu durum, beraberinde bölgesel bir şiddet sarmalı oluşturmaktadır.