Haziran 2024’te Batı merkezli düşünce kuruluşlarının İran’a ilişkin ürettiği muhtelif türdeki içeriklerde, uzmanların İran’daki olağanüstü cumhurbaşkanlığı seçimleri, cumhurbaşkanı adayları ve adayların ülkenin iç ve dış politikasını nasıl değiştirebileceği konularına yoğunlaştığı görülmektedir.
Batı Merkezli Düşünce Kuruluşları ve İran: Aylık Analiz (Haziran 2024)
Almanya merkezli European Council on Foreign Relations’da 5 Haziran’da yayımlanan ve Hamidrıza Azizi ile Julien Barnes-Dacey tarafından kaleme alınan Beyond Proxies: Iran’s Deeper Strategy in Syria and Lebanon (Vekillerin Ötesinde: İran'ın Suriye ve Lübnan'daki Derin Stratejisi) başlıklı yazı, İran'ın mezkûr iki ülkedeki varlığının stratejik bağlamını incelemekte, dost ve düşmanlarına yönelik yaklaşımlarını değerlendirmekte ve son gelişmelerin yanı sıra gelecekteki olası senaryoları analiz etmektedir. Bu bağlamda yazıda bazı tespitler öne çıkmaktadır. Buna göre, İran’ın konvansiyonel gücündeki geri kalmışlık İranlı liderlerin tehdit algılarını önemli ölçüde artırmış ve ülkenin caydırıcılık kapasitesini güçlendirmenin stratejik önemine olan inançlarını pekiştirmiştir. Lübnan ve Suriye bu stratejinin merkezi odaklarıdır. Coğrafi öncelikler İran'ın stratejik odağı için yol gösterici bir güç olmuştur. İran'ın güney Lübnan'daki varlığı, Direniş Ekseni’nin çok cepheli bir savaşa girmesi durumunda Hizbullah’ı İsrail'e karşı en önemli meydan okuma olarak konumlandırmaktadır. Suriye'nin İsrail'e sınır olan Golan Tepeleri de bir diğer caydırıcılık katmanı olarak İran için büyük stratejik değer taşımaktadır. Suriye'nin doğusu ise Tahran için oldukça farklı bir amaca hizmet etmektedir. Bu bölge, İran'ı Irak üzerinden Suriye ve Lübnan'a bağlayan bir köprü görevi görmektedir. Bu bölgenin kontrolü İran’a ve İran destekli gruplara ait personel, malzeme ve silahların sınırlar arasında serbest dolaşımını kolaylaştırarak vekil grupların hızlı bir şekilde konuşlanmasını ve ikmal yapmasını sağlamaktadır. Dahası İran'ın Suriye'nin doğusundaki varlığı, İran’a ABD'nin faaliyetlerini izleme ve ABD unsurları üzerindeki baskıyı artırma imkanız sunmaktadır. İsrail ve ABD ile savaş tehdidi yoğunlaştıkça, Suriye ve Lübnan'ın İran'ın temel stratejik çıkarları kapsamındaki önemi daha da artmıştır. İranlı liderler artık her iki ülkedeki ittifaklarını, İran'ın güvenliğinin temel taşı ve giderek artan bir şekilde İsrail'e karşı birleşik bir caydırıcılık cephesi olarak görmektedir. Bu cephe, İran'ın uzun yıllar boyunca verdiği destekle, yani yerel angajman geçmişiyle inşa edilmiştir ve Avrupalıların, bölgesel dinamiklere karşı kendi etkili yanıtlarını düşünürken bunu kavramaları gerekmektedir.
Washington merkezli The Center for International Policy (CIP) tarafından yönetilen ve sunuculuğunu İran asıllı Amerikan gazeteci ve araştırmacı Negar Mortazavi’nin üstlendiği The Iran Podcast adlı podcast kanalının 06 Haziran’da yayımlanan Iran After Raisi: Nuclear Program (Reisi Sonrası İran: Nükleer Program) başlıklı bölümünde, Arms Control Association’dan Kelsey Davenport ve George Washington Üniversitesi’nden Sina Azodi İran’ın Cumhurbaşkanı Reisi'nin ölümünden sonra nükleer stratejisini değiştirip değiştirmeyeceği sorusuna cevap aramışlardır. Uzmanlar programda ayrıca ABD’nin güncel İran politikasını ve İsrail-İran gerginliğinin İran’ın nükleer programına olası etkilerini de ele almışlardır. Bu programda da bazı tespitler öne çıkmaktadır. İlk olarak uzmanlar, İran'ın nükleer stratejisinin değiştirilmesi söz konusu olduğunda nihai karar merciinin Devrim Rehberi Ayetullah Ali Hamenei olduğunu vurgulamışlardır. Hamenei, İran'ın nükleer programının hangi yöne evirileceğini belirlemek için cumhurbaşkanı, DMO komutanları ve kendi danışmanları da dâhil olmak üzere çok sayıda kişinin görüşlerine başvurmaktadır. Ayrıca İran'ın nükleer pozisyonu, İran liderlerinin tehdit algılarının doğrudan bir göstergesidir. Analiz edilen bu tehditler, nihai kertede Hamenei’nn onayıyla politikaya dönüştürülmektedir. Uzmanlara göre İran, hâlihazırda nükleer eşikteki bir devlet olmanın bazı marjinal faydalarından yararlanmakta ve doğrudan nükleer silaha ihtiyaç duymamaktadır. Bir diğer ifadeyle İran, nükleer eşiği geçme tehdidiyle caydırıcılık sağlamaktadır. İran nükleer silaha, Hizbullah’ın zayıflaması durumunda ileri savunma stratejisinin bir ayağının ciddi şekilde ççkmesi durumunda yönelebilir.
Amerikan merkezli The Atlantic Council tarafından 21 Haziran yayımlanan ve Holly Dagres tarafından kaleme alınan Don’t Be Fooled by the ‘Reformist’. Iran’s Presidential Election Won’t Bring Fundamental Change ('Reformist' Lafına Aldanmayın. İran'daki Cumhurbaşkanlığı Seçimleri Köklü bir Değişim Getirmeyecek) başlıklı yazıda şu tespitler öne çıkmıştır. Yazara göre İslam Cumhuriyeti'ndeki reformist hareket uzun zaman önce akamete uğramış ve İslam Cumhuriyeti'nin son yıllardaki gidişatı, Hamenei’nin yönetiminde reforma yer olmadığını açıkça ortaya koymuştur. Bu gidişat bir tesadüf değildi. Atılan bütün adımlar altısının doğrudan kendisi tarafından atandığı on iki üyeli Anayasayı Koruyucular Konseyi'nin yardımıyla ölümünden sonrasını düşünerek her türlü hesabı yapan Hamanei tarafından tasarlanmıştır. Rehberin vizyonu, "süper devrimciler" olarak adlandırılan yeni bir grup olan nispeten genç aşırı muhafazakarların ülkenin yönetimini ele geçirdiği bir İslam Devrimi 2.0'dır. Fakat İranlılar, İslam Cumhuriyeti'ni sona erdirmeyi amaçlayan çok sayıda başarısız protesto döngüsü, kötü yönetim, yolsuzluk ve kısmen ABD yaptırımlarının neden olduğu korkunç bir ekonomik durum ve muhalefete yönelik acımasız baskılar nedeniyle umutsuzluk içinde boğulmaktadır. Bu umutsuzluktan çıkmanın tek yolu İranlıların kaderlerini kendi ellerine almalarıdır. Kesin olan bir şey varsa o da kaderlerinin seçim sandığı tarafından belirlenmeyeceğidir.
Amerikan merkezli The Council on Foreign Relations (CFR) tarafından yayımlanan Foreign Affairs’de 25 Haziran’da Eric Brewer tarafından kaleme alınan Iran’s New Nuclear Threat (İran’ın Yeni Nükleer Tehdidi) başlıklı yazı, Tahran’ın özellikle son dönemde nükleer eşik statüsünü nasıl bir silah gibi kullandığını ele almıştır. Yazıda özetle şu bulgular öne çıkmaktadır. Tahran nükleer programını uzun zamandır uluslararası baskıyı azaltmak için bir tehdit unsuru olarak kullansa da 7 Ekim ve ardından Gazze’de yaşananlar sonrasında bu politika daha belirgin, aleni ve açık hale gelmiştir. İran’ın askeri yetkililerinin son dönemlerdeki açıklamaları İran'ın stratejisinde, nükleer silah üretme kabiliyetinin artmasını caydırıcı bir unsur olarak kullanmak şeklinde özetlenebilecek yeni ve tehlikeli bir evrim yaşandığına işaret etmektedir. İran, teknik sinyal ve retorikle nükleer eşik caydırıcılığının inandırıcılığını güçlendirmeye ve bölgedeki çatışma riskini yönetmeye çalışmaktadır. Örneğin Aralık 2023’te İran gelişmiş santrifüjlerinin konfigürasyonunu nükleer silahlar için gerekli olan yüzde 90'dan kıl payı uzakta yüzde 84 zenginleştirilmiş malzeme üretecek bir düzeneğe geri döndürerek teknik gelişmişlik sinyalini vermiştir. Tahran, UAEA denetçilerinin değişikliği göreceğini ve rapor edeceğini biliyordu. Bu durum İran’ın bu hamleyi, nükleer silah için uygun kalitede uranyum üretme olasılığının yeniden masada olduğu mesajını iletmek için yaptığını göstermektedir. Ayrıca İran siyasi ve askeri elitlerinin nükleer programı gündemden uzak tutmamaları, eşik kapasitesini bir yükten ziyade bir kazanç olarak gördüklerinin işaretidir.
Birleşik Krallık merkezli Chatham House’da 28 Haziran’da yayımlanan ve Nikolay Kozhanov tarafından kaleme alınan Iran’s Election May Change the Direction of its Relations with Russia (İran'daki Seçim İran’ın Rusya ile İlişkilerinin Yönünü Değiştirebilir) başlıklı yazıda da bazı tespitler öne çıkmıştır. Şu an itibariyle Rusya ile İran arasındaki gündemin oldukça yoğun olduğuna değinen yazar, her iki ülkenin de İran'ın nükleer programı, Suriye'deki savaş, Hazar Denizi bölgesindeki durum, Afganistan'ın siyasi ve güvenlik süreçleri, Basra Körfezi güvenliği ve daha birçok uluslararası dosyada pozisyonlarını koordine etmekte olduğunu ve bilgi alışverişinde bulunduğunu vurgulamıştır. Ancak bir sonraki cumhurbaşkanı ve ekibinin İran'ın Rusya ile ilişkilerini geliştirme konusuna Reisi ve Dışişleri Bakanı Emir-Abdullahiyan ile aynı derecede ilgi gösterip göstermeyeceği kilit bir sorudur. Cumhurbaşkanlığı yarışındaki başlıca adayların hepsi, önceliklerinin özel olarak Moskova ile ilişkileri geliştirmek değil yaptırımların hafifletilmesi suretiyle ekonominin iyileştirilmesi olduğunun sinyallerini vermişlerdir. Siyasi görüşleri ne olursa olsun tüm cumhurbaşkanı adayları bu vaadi ön plana çıkarmıştır. Önümüzdeki on yıl İran’da Devrim Rehberi’nin büyük ihtimalle değişeceği hesaba katılırsa, İranlı siyasi elitler geçiş sürecini mümkün olduğunca sorunsuz hale getirmek için ülke içinde daha istikrarlı bir sosyo-ekonomik ortam sağlamak isteyeceklerdir. Bu durumda İran, Batı ile ilişkilerinde belli bir düzeyde yumuşamaya gidebilir. Devrim Rehberi bile rejimin çıkarları gerektirdiğinde Rusya konusunda rota değiştirebilir. Hâlihazırda Devrim Rehberi’ni Rusya ile ilişkilerde yeni bir düzenleme yapmaya motive edebilecek en az iki faktör vardır: Yaptırımlar ve ülkenin kötüye giden ekonomisi. Yaptırımların kaldırılması ve Batı ile ilişkilerin güçlendirilmesi Tahran'ın Rusya ile ilişkilerini gözden geçirmesini gerektirecektir. Moskova bunun farkındadır. Reisi'nin ölümünün hemen ardından Kremlin, İran'daki cumhurbaşkanlığı yarışının sonucunu görmek istemiş ve uzun vadeli anlaşma müzakerelerini askıya almaya çalışmıştır. Sonuç olarak, Rusya-İran ilişkilerinin derhal ve derinlemesine revize edilmesi ihtimali bulunmamakla birlikte yeni cumhurbaşkanının yaptırımların kaldırılması sürecini başlatmayı başarması halinde mevcut formatın orta vadede aşınması oldukça mümkündür.