İran-İsrail Çatışmasında Çin’in Konumu: İran İstediği Desteği Aldı mı?

İran-İsrail Çatışmasında Çin’in Konumu: İran İstediği Desteği Aldı mı?
“Çin’in “müdahalesizlik” söylemi ile küresel jeopolitik gerçeklikler arasındaki gerilim, günümüz konjonktüründe Çin’i bir çıkmaz sokağa sürüklemiş gibi görünmektedir.”
Yazı boyutunu buradan ayarlayabilirsiniz

İsrail’in İran’a yönelik saldırıları sonrası küresel ölçekte en çok merak edilen konu başlıklarından biri, Çin’in nasıl bir reaksiyon göstereceği üzerine olmuş ancak beklentilerin aksine, Çin’in iki ülke arasındaki savaşa ilişkin yorumu, dış politikasının ana kaynağını oluşturan “müdahaleci olmama” ilkesiyle uyumlu gerçekleşmiştir. Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Lin Jian, “Çin’in İran’ın egemenliğine, güvenliğine ve toprak bütünlüğüne yönelik her türlü ihlale ve gerginliği tırmandıran, çatışmayı genişleten eylemlere karşı çıktığını” ifade ederken “Bölgesel gerginliğin yeniden keskin bir şekilde tırmanmasının hiçbir tarafın çıkarına olmayacağını” vurgulayarak itidal çağrısı yaptı.

Ardından Çin Dışişleri Bakanı Wang Yi hem İran hem de İsrail dışişleri bakanları ile ayrı ayrı telefon görüşmeleri yaparak benzer mesajlar vermiş, en üst düzey açıklama ise 19 Haziran’da, Çin Devlet Başkanı Şi Jinping’in Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ile yaptığı telefon görüşmesi akabinde gelmiştir. Şi, Ortadoğu’daki duruma ilişkin dört maddelik bir öneri sunmuştur. Buna göre ilk olarak savaşın durdurulması için ateşkesi teşvik etmek en önemli öncelik olarak belirtilirken sivillerin güvenliğinin sağlanması ikinci öncelik olarak vurgulanmıştır. Üçüncü olarak, diyalog ve müzakerelerin başlatılmasının temel çıkış yolu olduğu ifade edilirken son olarak da uluslararası toplumun barışı destekleme çabalarından vazgeçmemesi gerektiği belirtilmiştir. Ayrıca aynı görüşmede Şi, “Çin, tüm taraflarla iletişim ve koordinasyonu güçlendirmeye, çabaları birleştirmeye, adaleti korumaya ve Ortadoğu’da barışı yeniden sağlamada yapıcı bir rol oynamaya isteklidir” ifadesiyle Çin’in pozisyonunu netleştirmiştir.

Ancak Çin’in resmî olarak ifade ettiği bu pozisyon, her ne kadar küresel güneyi konsolide etmeyi amaçlayan barışçıl dili yansıtsa da jeopolitik ve jeoekonomik açıdan Çin’in çeşitli bedeller ödemesine yol açabilir. İran’ın gerek enerji tedarikçisi gerekse enerji kaynaklarının üzerinde konumlanması ve buna bağlı olarak muhtemel bir küresel enerji krizinin yaratacağı muğlaklık, dünyanın ikinci büyük ekonomisi ve en büyük üretim gücü olan Çin’in iktisadi gelişimine olumsuz yansıyacaktır. Ayrıca Çin’in, ABD ile küresel düzlemde sürdürdüğü ticaret savaşı ve jeopolitik mücadele dikkate alındığında, İran’ın hem Hint Okyanusu’ndan gelen deniz yollarını hem de Orta Asya’yı Batı’ya bağlayan kara yollarını kesebilecek ve istikrarsızlığa neden olabilecek coğrafi konumu, Çin açısından önemli tehditler oluşturmaktadır. Dolayısıyla Çin’in “müdahalesizlik” söylemi ile küresel jeopolitik gerçeklikler arasındaki gerilim, günümüz konjonktüründe Çin’i bir çıkmaz sokağa sürüklemiş gibi görünmektedir. Çin’in neden bu şekilde bir tutum takındığını anlamak için ise Çin’in içinde bulunduğu “çıkmaz sokağı” tanımlamak, Çin-İran ikili ilişkilerinin genel yapısını irdelemek, küresel jeopolitik dengelere göz atmak ve Çin’in ulusal güvenlik önceliklerini tespit etmek gerekmektedir.  

İkili İlişkilerin Doğası Açısından Çin’in Pozisyonu

Çin ve İran, her ikisi de devrimle kurulmuş ülkeler olsalar da devrim sonrası benimsedikleri yönelimler açısından önemli farklılıklar göstermişlerdir. İran, devrim sonrası siyasi duruşunu Amerikan karşıtlığı üzerine kurgularken Çin, tam da İran Devrimi’nin yaşandığı süreçte reform ve dışa açılım politikalarını uygulamaya koymuş ve mücadelesini sistemin içinden, sistemi reddetmeden sürdürmeyi tercih etmiştir. Ancak özellikle Şi Jinping’in 2012 yılında iktidara gelmesinden itibaren artarak devam eden Amerika-Çin rekabeti, Çin ile İran’ı birbirine yakınlaştırmıştır. Bu süreçte ikili ilişkilerde üst düzey ziyaretlerin yoğunlaşması da bu argümanı destekler niteliktedir. Çin, İran’ı Ortadoğu’da Amerika’yı sınırlandırıcı bir güç olarak konumlandırırken İran için Çin, Batı yaptırımlarından kaçınmada yardımcı olan stratejik bir aktör hâline gelmiştir.

Çin ile İran arasında 2021 yılında enerji, finans, limanlar ve askerî eğitimi kapsayan 25 yıllık kapsamlı bir işbirliği anlaşması imzalanmıştır. Her yönüyle uzun vadeli ve bağlayıcı nitelikte olan bu anlaşma, dünya kamuoyunda İran’ın Doğu’ya yönelimi ve Çin ile Rusya’yla birlikte Batı karşıtı bir eksen oluşturduğu şeklinde yorumlanmıştır. Ancak imzadan günümüze kadar gelen süreç, anlaşmanın beklenen etkiyi yaratmadığını göstermektedir. Örneğin, Çabahar Limanı’ndaki işbirliği başarısız olmuş, hatta İran, Çabahar Limanı’nın yönetimini Hindistan merkezli India Ports Global Limited (IPGL) isimli firmaya 10 yıllığına kiralamıştır.

Yine geçtiğimiz aylarda Hindistan ile Pakistan arasındaki gerginlik sürecinde İran, Hindistan ile stratejik ortaklık kapsamında ikili ticaret, gümrük ve sağlık sektörlerini kapsayan bir dizi anlaşma imzalamıştır. İran, bu hamleleriyle taraf seçmekten ya da çoklu oyunlar oynamaktan kaçındığını açıkça ortaya koyarken Çin ile ilişkilerini, jeopolitik konumunun sağladığı avantajlardan biri olan Uluslararası Kuzey-Güney Ulaşım Koridoru’nu riske atmadan sürdürdüğünü de göstermiştir.

Ekonomik ve ticari ilişkilere bakıldığında, Çin hâlen İran’ın en büyük ticari ortağı konumundadır. Ancak Çin’in özellikle Körfez ülkeleri ile olan ticaret hacmi çok daha yüksek düzeylerdedir. 2022 yılında Çin ile İran arasındaki ikili ticaret 15,8 milyar dolar olarak gerçekleşmişken bu rakam 2023 yılında 14,6 milyar dolara gerilemiştir. Aynı dönemde Çin’in Ortadoğu’daki ticaret hacmi ise çok daha büyük boyutlara ulaşmıştır: 2023 yılında Çin’in Suudi Arabistan ile ikili ticaret hacmi 107,3 milyar dolar, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ile 114,2 milyar dolar olarak gerçekleşmiştir. 2024 yılı itibarıyla Çin’in Ortadoğu ile toplam ticaret hacmi 487,2 milyar dolar olarak kaydedilmiştir. Bu veriler ışığında, İran-Çin ikili ticaretinin oldukça düşük seviyelerde kaldığı görülmektedir.

Tüm bu veriler, İran-Çin ilişkilerinin doğasının bir ittifak ilişkisi olmaktan ziyade, ulusal çıkarları önceleyen pragmatist ulus-devlet ilişkisi niteliği taşıdığını ortaya koymaktadır.

Jeopolitik Dengeler Açısından Çin’in Pozisyonu

İran-İsrail çatışmasının Çin açısından önemi, jeopolitik dengeler çerçevesinde iki farklı perspektiften değerlendirilebilir. Bunlardan ilki, Akdeniz’den Körfez’e; diğeri ise Ortadoğu’dan Orta Asya’ya uzanan coğrafi düzlemlerdir. Dikkat edilirse bu iki perspektif, Çin’in büyük güçler siyaseti kapsamında uyguladığı ekonomik diplomasi yönteminin temelinde yer alan Kuşak ve Yol Girişimi’nin “kuşak” (kara yolu) ve “yol” (deniz yolu) bileşenlerini kapsamaktadır.

Tarihsel süreçte Çin’in Ortadoğu’ya yönelik geleneksel bir bölge politikası bulunmamaktadır. Çin, bölgeye yönelik politikalarını ikili ilişkiler temelinde ve büyük güçler dengesine göre şekillenen taktiksel hamleler üzerinden yürütmüştür. Ancak özellikle son on yılda dış politikasını “büyük güçler siyaseti” üzerine kurgulayan ve bu çerçevede ABD’yi doğrudan rakip olarak konumlandıran Çin, Ortadoğu’da İran’ı ABD etkisini dengeleyici bir aktör olarak değerlendirmektedir.

Çin’in Ortadoğu’ya yönelik stratejik tasarımında, İran ile Suudi Arabistan arasında barışçıl bir denge kurulması ve bağımsız bir Filistin devletinin tesis edilerek İsrail’in izole edilmesi temel çerçeveyi oluşturmaktadır. Bu çerçevenin başlıca jeopolitik önceliği ise İsrail’in ABD tarafından araçsallaştırılmasının ve bölgesel ölçekte sorun yaratma kapasitesinin zayıflatılmasıdır. Nitekim Çin, 2023 yılında İran-Suudi Arabistan normalleşme sürecinde oynadığı arabuluculuk rolünü ve Birleşmiş Milletler (BM) üzerindeki artan etkisini bağımsız bir Filistin devletinin kurulması yönünde kullanma çabaları sayesinde stratejik tasarımını başarıyla sürdürmüştür.

Ancak 7 Ekim sonrası gelişen süreçte Filistin devletinin kurulma ihtimali şimdilik zayıflamış, İsrail’e karşı bir güç dengesi oluşturabilecek aktörler ise azalmıştır. Bununla birlikte ABD, İsrail’in desteğiyle Ortadoğu’daki etkisini yeniden genişletmiş ve Çin’in bölgeye dair jeostratejik tasarımının etkisini ciddi ölçüde azaltmıştır. İran ile Suudi Arabistan arasındaki dengenin yeniden bozulduğu ve İran’ın çöküşünün ABD eliyle gerçekleştiği bir senaryoda ise ABD’nin Ortadoğu’daki stratejik etkisi daha da artacaktır. Bu durumda Körfez ülkelerinin Çin’e karşı tutum değiştirmesi, Kuşak ve Yol Girişimi’nin Körfez’den Akdeniz’e uzanan deniz ayağında ciddi engeller oluşması ve 1970’lerin başında kurulan petrodolar sisteminin yeniden canlanması gibi gelişmelerin yaşanması ihtimal dâhilinde olacaktır.

Diğer yandan Ortadoğu’dan Orta Asya’ya uzanan jeopolitik düzlemde de benzer bir senaryo ortaya çıkmaktadır. Geçtiğimiz aylarda inşası tamamlanan Çin-Kırgızistan-Özbekistan demiryolunun Celalabad üzerinden Türkmenistan’a ve oradan İran’a bağlanmasıyla Çin’den Avrupa’ya yeni bir kara yolu hattı açılması, Kuşak ve Yol Girişimi’nin kara ayağının çeşitlendirilmesi açısından stratejik öneme sahiptir. Özellikle Rusya-Ukrayna savaşı nedeniyle kısıtlanan Horgos geçidi ya da Çin ile Rusya arasında Orta Asya’da yaşanabilecek olası jeopolitik rekabetin etkileyebileceği Orta Koridor’a alternatiflerin oluşturulması, Çin’in uzun vadeli jeostratejik hedefleri arasında yer almaktadır.

Ancak İran’ın olası jeopolitik manevraları, Çin’in Avrupa ile kurduğu stratejik kara yollarının akıbeti konusunda belirleyici olabilir. Örneğin, Rusya bu durumda daha uygun fiyatlarla sunduğu enerji ve lojistik hizmetler karşılığında müzakere masasında daha fazla söz hakkı talep edebilir ki bu da Çin’in ihracat maliyetlerinde artışlara yol açabilir.

Ulusal Güvenlik Açısından Çin’in Pozisyonu

İran’ın “düşmesi” senaryosunda Çin, Ortadoğu’daki aşırılık yanlısı gruplar sorununu doğrudan bir tehdit olarak algılayacaktır. ABD’nin Ortadoğu’daki etkisinin yeniden artmasıyla bu grupları Orta Asya ülkelerine yönlendirmesi ihtimali, Çin açısından önemli bir endişe kaynağıdır. Bu durum, Çin’in ekonomik diplomasi yoluyla kurmaya çalıştığı göreli istikrarı ve nüfuz alanını bozma potansiyeli taşımaktadır.

Diğer yandan Pakistan’ın Beluçistan bölgesinde faaliyet gösteren Beluçistan Kurtuluş Cephesi (BLF) ve Beluçistan Kurtuluş Ordusu (BLA) gibi grupların, ABD ile doğrudan kara sınırının olmaması ve hem Pakistan hem de İran hükümetlerinin bu grupları kontrol altında tutma yönündeki stratejileri, sorunun büyümesini şu aşamada engellemektedir. Ancak İran’ın ABD yanlısı bir rejime dönüşmesi veya ciddi şekilde zayıflaması hâlinde Beluçistan meselesi hızla karmaşıklaşma potansiyeli taşımaktadır. Bu durum, Çin’in Kuşak ve Yol Girişimi kapsamında hayati bir rol oynayan Çin-Pakistan Ekonomik Koridoru’nu (CPEC) doğrudan etkileyebileceği gibi Çin’in Gvadar Limanı üzerinden Malakka Boğazı’na ihtiyaç duymaksızın Hint Okyanusu’na ve dolayısıyla enerji kaynaklarına erişimini hedefleyen stratejisine de doğrudan tehdit oluşturacaktır.

Sonuç

Çin’in Kuşak ve Yol Girişimi ile başlattığı ve küresel “güvenlik”, “kalkınma” ve “medeniyet” başlıkları altında üç girişimle desteklediği alternatif dünya düzeni söylemi, Ortadoğu’da ciddi bir engelle karşı karşıya kalmış görünmektedir. Ancak İran ile İsrail arasında 12 gün süren çatışmalarda da görüldüğü üzere tüm bu risklere rağmen Çin, açık şekilde taraf almamış ve müdahaleci olmayan dış politika duruşunu değiştirmemiştir. Nitekim aksi bir tutum Pekin’in uzun süredir inşa ettiği söylemi zedelemesine sebep olacaktır. Diğer yandan Çin’in bu tarz bir çatışmaya doğrudan müdahale edebilecek askerî ve diplomatik enstrümanlara tam anlamıyla sahip olmadığı da dikkate alınmalıdır.

Bunun yerine Çin, “ilkesel ve taktiksel” destekten oluşan dengeli bir strateji benimsemiştir. Öte yandan çatışmaya doğrudan dahil olmaktan kaçınılmakla birlikte, İran ekonomisinin istikrara kavuşturulması için enerji ve ticaret alanlarında Çin-İran işbirliğinin derinleştirilmesi ve İran’ın savunma kapasitesini geliştirmeye yönelik sınırlı ve ihtiyatlı silah satışlarının sürdürülmesi de taktiksel destek kapsamında değerlendirilebilir.

Ayrıca çatışma sürecinde Pakistan’ın İran’a açık destek verdiğini ilan etmesi ve Çin’in Pakistan’ın askerî donanımının büyük kısmını tedarik ediyor oluşu, buna ek olarak lojistik ve teknik destek sağlaması, İran’ın Çin’den dolaylı yollarla destek alabilme potansiyelini ortaya koymuştur.

Bu noktada altı çizilmesi gereken en önemli husus, Çin’in İran’a olası desteğinin ikili ilişkilerden doğan yakınlık ya da ideolojik bir akrabalıktan değil, stratejik saiklerden kaynaklandığıdır. Çin’in pozisyonu; enerji güvenliği, ticaret güzergâhlarının güvenliği ve Kuşak ve Yol Girişimi’nin sürdürülebilirliği gibi pragmatik nedenlere dayanan rasyonel bir duruşu yansıtmaktadır.