İran-İsrail Gerilimi: Denizlerdeki Gölge Savaşları
İsrail kaynaklı habere göre İsrailli bir şirkete ait olan yük gemisi, Tanzanya’dan Hindistan’a doğru giderken Umman Körfezi yakınlarında füze saldırısına uğradı. Geminin İran tarafından vurulduğunu iddia eden bu haber, uluslararası medya kuruluşlarınca servis edildi ve bir anda bölgede tansiyonun yükselmesine neden oldu. Haberde söz konusu geminin İran tarafından vurulması öne çıkartılırken herhangi bir can kaybının olmadığı ancak füze saldırısının, gemide maddi hasar oluşturduğu bildirildi. İsrail Savunma Bakanı Benny Gantz, şubat ayında İsrail’e ait bir kargo gemisine yine Umman Körfezi’nde gerçekleşen saldırıdan dolayı İran’ı suçlamış ve İran Dışişleri Bakanlığı söz konusu iddiaları yalanlanmıştı. Diğer taraftan, İran’ın gerçekleştirdiği iddia edilen bu saldırılar tek taraflı değildir. Nitekim son zamanlarda İsrail’in, en az 12 İran tankerine silah sevkiyatı ve Suriye’deki İran destekli milislere petrol taşıma iddialarıyla saldırı yaptığı biliniyor. The Wall Street Journal’ın haberine göre İsrail özellikle 2019 sonlarından bu yana Kızıldeniz, Doğu Akdeniz ve diğer bölgelerde Suriye’ye doğru giden İran bandıralı ya da İran petrolü taşıyan tankerleri, deniz mayınları da dâhil olmak üzere donanma silahları kullanarak hedef aldı.
Denizlerde devam eden bu tür gerilimi tırmandırıcı eylemler; İsrail Çevre Koruma Bakanı’nın, İsrail’in 160 kilometre boyunca uzanan kıyı şeridinin katran tabakasıyla kaplanmasından İran’ı sorumlu tutmasının ve ayrıca bu olayı “çevre terörü” olarak nitelendirmesinin hemen ardından artış göstermeye başlamıştı. Bu olaylar, İsrail ile İran arasında devam eden çatışmaların askerî alanlardan sivil alanlara kaydığının bir göstergesi olarak düşünülebilir. Bununla birlikte saldırıların karakteristik özelliklerine bakıldığında karşılıklı olarak hedeflenen gemilerin batırılmadığı sadece bu gemilere sınırlı hasar verildiği görülüyor. Aynı zamanda tarafların bu eylemleri örtülü olarak gerçekleştirdiği ve sorumluluk üstlenmediği biliniyor. Yine zamanlama olarak da iki ülkede seçimlerin olduğu bir dönemde gerilimi tırmandırıcı bu eylemlerde bir artış yaşandığı gözlemleniyor.
İran ve İsrail arasında devam eden gerilimin seçim döneminde artış göstermesi, eylemlerin misilleme olmaktan öte siyasi motivasyonlar taşıdığını akıllara getirebilir. İki ülkenin de siyasi dinamiklerinde güvenlik merkezli bir yapının etkin olduğu düşünüldüğünde bu argüman güçlenmektedir. İsrail’in son zamanlarda benimsediği bir strateji olan “Ahtapot Doktrini” dâhilinde sürdürülen “savaşlar arasında” yaklaşımı, öncelikli olarak İran’ın kritik askerî tesislerini hedef alarak nükleer ve akıllı mühimmat yeteneklerini sakatlamak üzerine kuruluydu. Öyle ki Suriye’deki hava saldırıları, İran’da meydana gelen suikastlar, kritik önemi haiz tesislerde meydana gelen yangınlar/patlamalar, elektrik kesintileri ve siber saldırılar; bu stratejinin bir sonucu olarak kabul edilmektedir. Bu saldırıların Suriye, Lübnan ve İran başta olmak üzere birçok ülkede gerçekleştiği görülmekte olup saldırıların odağında yer alan hedeflerin karşı tarafın askerî kapasitesine doğrudan ya da dolaylı katkı sağladığı anlaşılmaktadır. Nitekim hassas güdümlü akıllı mühimmatların yapılması için gereken bileşenler ya da parçalar, hedef alınan tesislerin üretim çıktıları arasında yer alıyordu. Ancak denizlerde yürütülen ve sivil alanların dâhil olduğu gölge savaşları, belirlenen stratejiye aykırı bir durum arz ediyor. Dolayısıyla seçim odaklı siyasi kazanç, bu değişimin belirleyici bir faktörü olmuş olabilir. Öte yandan askerî faaliyetlerin sivil alanlarda örtülü bir şekilde yürütüldüğü de bilinmektedir. Bu noktada “çift kullanım” (dual use) kavramı ön plana çıkmaktadır. Aynı zamanda hem askerî amaçlı hem de sivil alanlarda faaliyet gösteren çift kullanım maksadı bulunan alanlar, saldırıların hedefinde yer almış olabilir. İran’ın hedef aldığı İsrail gemilerinin de başta askerî motivasyonlar olmak üzere benzer amaçlarla vurulmuş olma ihtimali bulunmakla birlikte seçimlerin yaklaştığı bir dönemde yapılan bu saldırılar özellikle İran’daki şahin kanadın desteklediği misilleme girişimleri olarak da değerlendirilebilir. Tüm bu eylemlere bakıldığında çift kullanımlı bileşenler ya da parçalar, seçim odaklı siyasi kazançlar ve misilleme motivasyonu saldırılardaki belirleyici faktörleri oluşturmaktadır.
Teorik çerçeve bir yana bırakılacak olursa açıkçası bu iki ülke her ne kadar reddetse de bu türden saldırıların beklenmeyen sonuçlar doğurma riski bulunmaktadır. Bu tür yıpratma ya da boy gösterme saldırılarının beklenmedik insan kayıplarına ya da geri çevrilmesi imkânsız sonuçlara neden olma potansiyelinin göz ardı edilmemesi gerekmektedir. Beklenmedik bu tür sonuçların ortaya çıkması zaten son derece hassas bir dönemden geçen bölgede, istikrarsızlığı daha da derinleştirme riski taşımaktadır.