İran-İsrail Gölge Savaşlarının Sosyopolitik Boyutu

İran-İsrail Gölge Savaşlarının Sosyopolitik Boyutu
İran-İsrail gölge savaşları, her ne kadar gri bölgeler ağırlıklı olmak üzere askerî alanlarda gerçekleştirilse de bu savaşın temel ayaklarından biri toplumsal bazda sürdürülmektedir.
Yazı boyutunu buradan ayarlayabilirsiniz
Araştırmacı Hurşit Dingil

İran-İsrail mücadelesi, ağırlıklı olarak gri bölgeler olmak üzere askerî ve jeopolitik alanlarda sürdürülürken bir yandan da sosyopolitik seviyede ilerletilmektedir. Zira toplumların öncelenmediği salt askerî mücadeleler, istenen sonuçların başarılmasını zorlaştırmaktadır. Her ne kadar askerî olarak zaferler kazanılsa da bu zaferlerin sürdürülebilirliğini sağlamak üzere öncelikli olarak toplumlar hedef alınmaktadır. Nitekim savaşlarda toprakları fethetmenin yanında, toplumların zihin ve kalplerini etkileme kabiliyeti ön plana çıkmaktadır. Bu noktada, psikolojik harp belirleyici olmakta; toplumların tarihsel süreçteki hassasiyetleri ve karakteristikleri ile sosyopolitik boyutlar önem kazanmaktadır.

İran-İsrail mücadelesinde, mücadele aktörleri de sıklıkla psikolojik harp araçlarına başvurmakta ve bu araçların kullanımı ağırlıklı olarak askerî mücadelelerde görünmektedir. Bu ise genelde, askerî alandaki psikolojik harp mücadele aktörlerinin askerî anlamdaki güçlü ve zayıf yanlarını gündeme getirmek suretiyle üstünlüğü elde etme arayışı şeklinde gelişmektedir. Benzer bir durum, İran-İsrail gölge savaşlarında geçerli olmakta; İsrail’in İran’a karşı bir askerî zaferini daha çok İranlı muhalif gruplarla gündeme getirebildiği, İran’ın da İsrail’e karşı bir askerî zaferini İsrail muhalifi direniş ekseni aracılığıyla sürdürülebilir kılmaya çalıştığı anlaşılmaktadır. Bu temelde aktörler için olası bir zaferi ya da üstünlüğü anlamlı kılan esas unsur toplumlardır. Öyle ki toplumları esas almayan askerî zaferlerin etkileri sınırlı ve geçici kalabilmektedir.

İran-İsrail gölge savaşları, her ne kadar gri bölgeler ağırlıklı olmak üzere askerî alanlarda gerçekleştirilse de bu savaşın temel ayaklarından biri de toplumsal bazda sürdürülmektedir. Bu kapsamda, İran’da 16 Eylül 2022 itibarıyla başlayan Mehsa Emini gösterileri ve öncesindeki toplumsal hareketlenmeler de söz konusu mücadeleden bağımsız şekilde gelişmemektedir. Zira mücadele aktörlerinin sürdürdükleri gölge savaşlarında, öncelikli hedef alanları toplumlar dâhilinde belirlenmektedir. Nitekim İran, Emini gösterileri ile başlayan toplumsal hareketliliğin etnik bölücü bir seyir kazanması sürecinde dış aktörlerin dahlini ileri sürmüştür. Toplumsal hareketlenmeler doğrudan dış aktörler kaynaklı başlamasa da hareketlerin ilerleyen aşamalarında dış aktörlerin fırsatları değerlendirme eğilimleri görülebilmektedir.

İran-İsrail Gölge Savaşları: Psikolojik Harp

İsrail, toplumları hedef alan stratejilere başvurmakta ve özellikle Ahtapot Doktrini doğrultusunda İran halkını hedef alan stratejiler izlemektedir. Öyle ki psikolojik harp araçlarına başvurulmakta; mücadele aktörleri, kazanımlarını etkili ve kalıcı kılmak için öncelikli olarak toplumları hedef almaktadır. Aynı şekilde İran, bölgesel olarak direniş ekseni ile öncelikle bölgedeki toplumların zihin ve kalplerini etkilemek üzere dinin etkin şekilde kullanıldığı bir strateji izlemektedir. Direniş ekseni dâhilinde kalpleri ve zihinleri etkilemenin etkin araçları ise dinî motivasyonlar olarak konumlandırılmaktadır. Öte yandan İsrail de İran ile mücadelesinde toplumları etkilemenin etkin araçlarını, tarihsel referanslar olmak üzere seküler eğilimli, daha çok mitolojik ve antik özlemler dâhilinde şekillendirme eğilimindedir. Nitekim İslam Devrimi ile yönetimden ayrılan son İran Şahı Muhammed Rıza Pehlevi’nin oğlu Rıza Pehlevi’nin İsrail’e ziyareti de bu duruma açık bir örnek sunmaktadır.

İsrail-İran gölge savaşlarında İsrail, İran’a karşı Ahtapot Doktrini’ni uygulamakta; bu kapsamda bölgesel vekil ağlarını yöneten İran’ı doğrudan hedef almaktadır. Bu doktrin doğrultusunda İran halkı, önemli hedef önceliklerindendir. Toplumların esas alındığı doktrin ve stratejilerde, toplumsal hareketlilikler de önemli bir yerde durmaktadır. Bu bağlamda tüm ülkeye yayılan Emini gösterileri, İsrail tarafından yakından takip edilmiştir. Emini gösterileriyle birlikte başlayan toplumsal hareketlenmede, söz konusu hareketlerin lidersiz olması vurgulanmış ve bu yönde çabalar gündeme gelmiştir. Bu çabalar içinde; İran yönetimi karşısındaki muhalif grupların, Rıza Pehlevi liderliği altında bir araya gelmesi önerisi ağırlık kazanmaya başlamıştır. Nitekim bu temelde İran içindeki ve dışındaki muhalif grupları bir araya getirmek üzere lider arayışı Rıza Pehlevi mutabakatıyla somutlaştırılmaya çalışılmaktadır. Bu doğrultuda, Pehlevi’nin İsrail ziyareti kapsamında ele alınan susuzluk-kuraklık sorunu ve Holokost vurguları önemli görülmektedir. Susuzluk-kuraklık sorunu vurgusu, Emini gösterileri öncesinde çevre temalı başlayan toplumsal hareketliliğe referans teşkil etmektedir. İran’daki muhalif hareketlenmelerin başvurduğu bu temanın ziyaret esnasında gündeme getirilmesi bu açıdan dikkat çekmektedir. Pehlevi’nin bu iki vurgusu ile İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ve İstihbarat Bakanı olmak üzere İsrail’de gerçekleştirdiği temasları, Pehlevi liderliğinde İran yönetimi karşıtı bir muhalif koalisyon oluşturulması iradesine işaret etmektedir.

Pehlevi’nin bu ziyareti, şaşırtıcı bir gelişme olarak karşılanmamaktadır. Zira İbrahim Anlaşmaları sonrası ABD öncülüğünde İsrail merkezli Kiros Anlaşması projesi gündeme getirilmiştir. Kiros Anlaşması projesine göre İsrail halkı ile İran halklarının kardeşliği kadim bir geçmişe sahiptir. Bu kardeşlik ve barış; antik çağlara, Pers İmparatoru Büyük Kiros’a kadar dayanmaktadır. Zira Büyük Kiros Dönemi’nde Babil’deki esir Yahudiler serbest bırakılmış ve Kiros, Babil Yahudilerinin vadedilmiş topraklara dönüp tapınaklarını yapmasına yardım etmiştir. Bu tarihsel referanslardan hareketle İran ve İsrail halkları arasında antik dönemlerden bu yana kadim bir barış olduğu, söz konusu kadim barışın önüne mevcut İran yönetiminin geçtiği vurguları ön plana getirilmektedir. Bu temelde İran halkı ile yönetimi arasında bir ayrılık oluşturulmaya çalışıldığı anlaşılmaktadır. Bir diğer ifadeyle İran yönetimi ve halkı arasında ihtilaf oluşturmak suretiyle İran yönetimine karşı mücadele, toplumsal seviyede derinleştirilmeye çalışılmaktadır. Esasında Kiros Anlaşması, bir tür İbrahim Anlaşmaları çerçevesi sunmaktadır. Bakıldığında İran ve İsrail halklarının barış içinde yaşayabilmesi, gerçekliklerle ve pratikte tutarlı görünmezken mitolojik ve antik dönemlerden hareketle bu yönde kurgusal bir köprü inşa edilmeye çalışılmaktadır. Benzer şekilde İbrahim Anlaşmaları projesi kapsamında da Hz. İbrahim’in Müslüman, Yahudi ve Hristiyanların ortak noktası olduğu referansları doğrultusunda yeni bir bölgesel bağlam oluşturulmuştur. Buna karşın söz konusu iki bölgesel fenomenin gerçek hayattaki karşılığı ve işlerliği tartışmaya açık olsa da son gelişmelerden hareketle ABD ve İsrail, yeni bir bölgesel fenomeni gündeme getirmeye çabalamaktadır. Bu durum, kuvvetle muhtemel İran’da hükûmet karşıtı yeni bir toplumsal hareketliliğe de işaret edebilir.

İsrail, İran’a karşı psikolojik üstünlüğü elde etmek için İran halkı ile yönetimi arasında bir ayrılık oluşturarak mevcut muhalif cepheyi güçlendirme eğilimindedir. Öte yandan Pehlevi ismi ile antik Pers İmparatoru Büyük Kiros’un kurduğu hoşgörü ve barış ortamı temsil edilerek İsrail, İran yönetimine karşı mevcut toplumsal hareketliliklerdeki motivasyonu güçlendirilebilecektir. Bu noktada, Pehlevi’nin İsrail ziyareti esnasında Holokost anma törenine katılması da yine Kiros Anlaşması projesi ile anlam kazanmaktadır. Diğer taraftan, bölgesel bağlam olarak bu ziyaretin ve projenin gündeme gelmesi; Çin’in ara buluculuğunda İran-Suudi Arabistan anlaşmasının, İsrail’i endişelendiren akut güvenlik risk ve tehditlerini ortaya çıkarmasının ardından gelişmiştir. Kiros Anlaşması projesi, bu tarafıyla Çin ara buluculuğunda İran-Suudi Arabistan anlaşmasına karşı atılmış adımlardan birisi olarak kabul edilebilir. Zira söz konusu anlaşma, Başbakan Netanyahu liderliğindeki İsrail’in Suudi Arabistan’la normalleşme arayışında olduğu bir dönemde gerçekleşmiş; İsrail ve ABD tarafından, beklenmedik ve endişelendirici bir gelişme olarak değerlendirilmiştir. Ayrıca bu projenin gündeme gelmesi, İran’daki toplumsal hareketliliklerin olgunlaştırılması yönündeki yeni bir safha olarak da okunabilir.