İsrail-Lübnan Deniz Sınırı Anlaşması’nın Siyasi Boyutu

İsrail-Lübnan Deniz Sınırı Anlaşması’nın Siyasi Boyutu
Yazı boyutunu buradan ayarlayabilirsiniz
Kıdemli Uzman Bilgehan Alagöz

Yakın dönem Orta Doğu tarihi, ABD’nin teşviki ile İsrail’in dâhil olduğu, iddialı ancak uzun süreli olmayan barış girişimlerine şahit olmuştur. Bunların başında 1979 tarihli Mısır-İsrail Barış Antlaşması gelmektedir. Dönemin ABD Başkanı Jimmy Carter’ın nezdinde Mısır Cumhurbaşkanı Enver Sedat ve İsrail Başbakanı Menahem Begin, 1978’de Camp David Anlaşması’nı; bir yıl sonra da 26 Mart 1979’da Washington’da Mısır-İsrail Barış Antlaşması’nı imzalamıştır. Mısır, İsrail'i resmen tanıyan ilk Arap ülkesi olurken bu gelişme, Sedat'ın hayatına mal olmuştur. Zira Sedat, 6 Ekim 1981’de düzenlenen bir suikast sonucunda öldürülmüştür. 

ABD’nin öncü olduğu bir başka barış girişimi de Oslo Barış Süreci’dir. 13 Eylül 1993’te dönemin ABD Başkanı Bill Clinton’ın ev sahipliğinde, İsrail Başbakanı İzak Rabin ve Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) Başkanı Yaser Arafat, el sıkışarak İsrail ile FKÖ arasındaki Oslo 1 Anlaşması’nı sembolik olarak ilan etmişlerdir. Böylelikle İsrail; FKÖ'yü, Filistinlilerin temsilcisi olarak kabul etmiş ve FKÖ de İsrail'in barış içinde yaşama hakkını tanımıştır. Ancak bu gelişme, bu kez Rabin’in hayatına mal olmuştur. 4 Kasım 1995 günü Rabin, aşırı sağcı bir ultraortodoks tarafından öldürülmüştür.

Tüm bunlar ekseninde; ABD’nin, Orta Doğu’daki en önemli müttefiki olan İsrail’in güvenliğini sağlamak niyetiyle başlattığı girişimlerin, İsrail’e ne oranda güvenlik sağladığı hususunun tartışmalı bir konu olduğunu belirtmek gerekir. Başkan Barack Obama’nın 2015’te İran ile Kapsamlı Ortak Eylem Planı (KOEP, Nükleer Anlaşma) sürecine girerken temel motivasyonlarından biri, İsrail’in güvenliğini sağlamakken halefi Donald Trump; tam aksine bu Anlaşma’nın İsrail için güvenlik sorunu yarattığını ve İran’ın Orta Doğu’da vekil güçler üzerinden daha etkin olmasını sağladığını iddia etmiş, bu sebeple 2018’de Anlaşma’dan çekilmiştir. Akabinde Trump, 15 Eylül 2020’de İsrail’in Bahreyn ve Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ile diplomatik ilişkilerini başlatan İbrahim Anlaşmaları’nın imzalanmasını sağlamıştır.

3 Kasım 2020’de ABD başkanı seçilen Joe Biden’ın ise selefi Trump’ın Orta Doğu vizyonundan keskin şekilde ayrıştığı aşikârdır. Her ne kadar İbrahim Anlaşmaları’nın başarılı bir girişim olduğunu ifade etmişse de gerçekte Biden’ın; bu Anlaşmaları, Trump ve dönemin İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu arasındaki yakın hukukun bir yansıması olarak gördüğü ve Trump’ın adının ön plana çıktığı bir barış girişiminden memnun olmadığı bilinmektedir. İşte bu motivasyonla Biden, İsrail’de Netanyahu’dan sonra başbakan olan Naftali Bennett ve Yair Lapid’in görev almasını da fırsat bilerek İsrail ve Lübnan arasında Deniz Sınırı Anlaşması yapılmasına öncü olmuş ve 11 Ekim’de iki ülke arasında anlaşmaya varıldığı ilan edilmiştir.

Henüz resmîleşmemiş olan bu Anlaşma, esasen bir enerji anlaşmasıdır. Nitekim Anlaşma’nın ortaya çıkmasına öncü olan kişi Amos J. Hochstein’dir ki kendisi ABD Dışişleri Bakanlığı Enerji Kaynakları Bürosunun başıdır ve aynı zamanda ABD’nin uluslararası enerji işleri özel temsilcisi ve koordinatörü olarak görev yapmaktadır. Ancak Anlaşma ekseninde ABD, İsrail ve İran’da ortaya çıkan yorum ve tartışmalar, Anlaşma’nın yalnızca bir enerji anlaşması olmadığına, siyasi sonuçlarının olacağına da işaret etmektedir. 

Anlaşma’ya Taraf Olanların ve Karşı Çıkanların Argümanları

Geleneksel ABD siyasetinde İsrail ile ilişkiler, partilerüstü bir konu olmuştur. Ne var ki son zamanlarda pek çok açıdan kristalize olmuş ABD iç siyaseti, İsrail ve Lübnan Deniz Sınırı Anlaşması konusunda da ciddi bir bölünme yaşamıştır. Üstelik bu ayrışma, İsrail iç siyasetinde de karşılık bulmuştur. ABD’de 8 Kasım’da Kongre ara seçimlerinin, İsrail’de de 1 Kasım’da Parlamento seçimlerinin olacağı göz önünde bulundurulduğunda Biden ve Lapid’in seçimler öncesi bu Anlaşma’yı duyurmalarının yalnızca dış politika amacı yoktur; aynı zamanda iç siyasete dönük bir hedefi de vardır. Zira her iki siyasetçi de bu Anlaşma sayesinde rakipleri karşısında ellerini kuvvetlendirecek bir başarı hikâyesi sunma şansına sahip olmuşlardır.

Anlaşma’yı destekleyenlerin argümanlarının başında; Anlaşma’nın, 1948’den bu yana resmen savaşta olan ve en son 2006’da askerî bir çatışma yaşayan Lübnan ve İsrail’i, bir anlaşma ekseninde masaya oturtması gelmektedir. İlaveten Anlaşma’nın, Lübnan hükûmetini ve ekonomisini güçlendirmeye yardımcı olacağı, böylelikle İran etkisinden çıkacağı düşüncesi, Anlaşma’yı destekleyenlerin önem verdiği bir husus olarak dikkat çekmektedir. Bu fikrin; Biden yönetiminin, Orta Doğu’da İran ve vekilleri arasındaki ilişkiyi sınırlama stratejisinde ön plana çıktığını belirtmek gerekir. Buna göre İran’ın Direniş Ekseni olarak tanımladığı Irak, Suriye ve Lübnan’ın İran’a olan ekonomik bağımlılığı azaltılırsa İran’ın buralardaki etkisi de azalacak ve böylelikle İsrail için daha güvenli bir ortam sağlanmış olacaktır. 

Bu doğrultuda Biden’ın Temmuz 2022’de yaptığı Körfez ziyaretinde, Suudi Arabistan’dan Lübnan’a mali destek talebinde bulunduğunu ve katıldığı Körfez Arap Ülkeleri İşbirliği Konseyi (KİK) toplantısının sonuç bildirisinde Lübnan ile ilgili geniş bir kısmın yer almasını sağladığını hatırlatmak doğru olacaktır. Ne var ki Biden; Suudi Arabistan’dan istediği oranda bir destek alamamış, sembolik birkaç girişimle yetinmek sorunda kalmıştır. Bu bağlamda Eylül 2022’de Birleşmiş Milletler (BM) Genel Kurulu toplantısı için New York’ta bir araya gelen ABD, Suudi Arabistan ve Fransa yetkilileri, Lübnan'ın siyasi ve ekonomik krizlerini çözmek için acilen ihtiyaç duyulan yapısal ve ekonomik reformları uygulayabilecek bir hükûmetin kurulması çağrısında bulundukları ortak bir açıklama yapmışlardır.

Deniz Sınırı Anlaşması’na, ABD ve İsrail’de destek verenlerin ön plana çıkardığı diğer bir husus da Hizbullah’ın İsrail’i resmen tanıdığı iddiasıdır. Zira bu Anlaşma her ne kadar Lübnan Devlet Başkanı Mişel Avn ile yapılmışsa da aslında arka planda ona destek veren Hizbullah söz konusudur. Bu sebeple Anlaşma’yı savunanlara göre Hizbullah artık İsrail için tehdit üreten bir güç olmaktan çıkacaktır.

Gerek Biden gerek Lapid, geniş bir medya desteğini de almak suretiyle Anlaşma’yı İsrail’in büyük kazanımı olarak kamuoyuna sunarken Anlaşma’ya karşı çıkanların argümanları da bu oranda artmaktadır. İtirazların odağında, Hizbullah’a ABD eliyle meşruiyet verilmiş olması gelmektedir. Bu görüşü savunanlara göre Hizbullah, tehditleriyle ABD’nin İsrail üzerinde baskı kurmasını ve Anlaşma’nın çıkmasını sağlamıştır. Zira 2 Temmuz 2022’de Hizbullah, İsrail'in bir gemisine üç adet insansız hava aracı göndermiş; Hasan Nasrallah 13 Temmuz’da televizyonda yayımlanan bir konuşmada, “Devletimizin istediği hakları bize vermezseniz masayı deviririz.” demek suretiyle İsrail’e açık tehditte bulunmuştur. 

Netanyahu, Hizbullah’ın tehdidi ile Anlaşma’nın sağlandığı görüşünü savunanların başında gelmektedir. Twitter hesabından yayımlanan bir video mesajında Nasrallah'ın; Lapid'i, Lübnan ile dolaylı bir gaz anlaşması imzalamadan önce Kariş Doğal Gaz Sahası’nın işletilmesi hâlinde Hizbullah'ın İsrail’e saldıracağı konusunda tehdit ettiğini söylemiştir. ABD’de ise Cumhuriyetçiler, Anlaşma’ya yönelik herhangi bir destek vermemiştir. Yalnızca bölgede uzun süredir barış ve diplomasi savunucusu olan ve aynı zamanda Lübnanlı bir Amerikalı olan Cumhuriyetçi Darrell Issa bir destek mesajı yayımlamıştır. Öte yandan 16 Ekim’de kendi sosyal medya mecrası olan Truth Social’da Trump, “Hiçbir Başkan, İsrail için benden daha fazlasını yapmadı.” şeklinde bir ifade kullanarak Biden’ın öncü olduğu İsrail-Lübnan Deniz Sınırı Anlaşması’nı, adını vermeden eleştirmiştir.

Tüm bunların dışında asıl merak edilen ise İran’ın bu Anlaşma’yı nasıl karşıladığı hususudur. Devrim Muhafızları Ordusunun (DMO) kontrolündeki Tasnim Haber Ajansı, Anlaşma ile ilgili haberi “Lübnan ile sınır çizme davasında İsrail neden kaybeden oldu?” başlığı ile vermiştir. Haber içeriğinde ise Lapid’in, “Sınır belirleme anlaşması, İsrail'in çıkarlarını güvence altına alacak.” gibi açıklamalarla Knesset seçimleri öncesi Tel Aviv'in üzerinden “kaybeden” damgasını kaldırmaya çalıştığını, Netanyahu ve temsil ettiği siyonistler ile Lapid arasında ciddi bir tartışma olduğunu, ama henüz İbrani medyasını takip eden kamuoyunun bundan yeterince haberdar olmadığını yazmıştır. İran Ulusal Güvenlik Yüksek Konseyine yakın Nournews ise “Lübnan ve siyonist rejimin mavi sınırlarına ilişkin Anlaşma, direnişin bir başka zaferidir.” başlığı ile hazırladığı haber videosunda “Hizbullah'ın kararlı tavırları ve eylemleri, bir yandan siyonistlerin Lübnan ile ortak alanları işgal etme ve yağmalama hayallerinin gerçekleşmesini engellerken diğer yandan bu rejimi, Lübnan'ın tarihî haklarını kabul etmeye zorladı.” şeklinde ifadeler kullanmıştır.

Görüldüğü üzere İran, Anlaşma’yı oldukça pozitif karşılamıştır. İran’ın, Hizbullah ile sahip olduğu sistematik ilişki düşünüldüğünde bu Anlaşma’yı, Hizbullah’ın bir zaferi olarak görmesi oldukça önemlidir. Zira Biden’ın Anlaşma’daki temel amacı, İran’ın Lübnan’daki nüfuzunu sınırlamak iken görülen o ki İran; bu Anlaşma’yı, kendi çıkarlarına hizmet eden bir gelişme olarak yorumlamaktadır. Bu durum gerek ABD’de gerek İsrail’de, Anlaşma’ya muhalif olanların argümanlarını desteklemektedir.

Biden’ın; İran’la Nükleer Anlaşma’yı, Kongre ara seçimleri sonrası canlandırmak niyetinde olduğu aşikârdır. İlaveten İsrail ve Hizbullah’ın dolaylı şekilde bir anlaşmaya varmasına öncülük etmiştir. İsrail hem Nükleer Anlaşma’ya eskisi kadar itiraz etmemektedir hem de ABD’nin yönlendirmesiyle Lübnan’la ve dolaylı olarak Hizbullah’la bir anlaşma yapmayı uygun görmüştür. Öte yandan İran, tüm bu süreçlere kendi çizgisi içinde pozitif karşılık vermektedir. Bu yeni tablo ister istemez farklı bir diplomasi sürecinin başlama ihtimali olduğunu düşündürmektedir. Zira Hizbullah, İran’ın bölgedeki en önemli vekil güçlerinden biridir ve İsrail ile bir ilişkiye başlamış olması çok ileri bir adımdır. Bunun İran’ın iradesi dışında olması ise mümkün değildir. Tüm bunlar; İran ve İsrail düşmanlığının yakın zamanda sona ermesi imkânsız olduğundan, Hizbullah’ın devrede olduğu bir süreç üzerinden aslında İran ve İsrail arasında bir çeşit arka kapı diplomasisi başlatma iradesinin devrede olduğu izlenimini yaratmaktadır.