ABD’nin Suudi Arabistan-İsrail Gündemi

ABD’nin Suudi Arabistan-İsrail Gündemi
Görsel @iramcenter - AA Images
Çin’in girişimiyle başlayan İran-Suudi Arabistan uzlaşısı ABD’nin çıkarlarına aykırıdır. Bunu sabote etmenin en kolay yolu ise İsrail-Suudi Arabistan normalleşmesini gündeme getirmektir.
Yazı boyutunu buradan ayarlayabilirsiniz
Kıdemli Uzman Bilgehan Alagöz

ABD Başkanı Joe Biden, ironik bir şekilde kişisel ilişkilerinin sorunlu olduğu Binyamin Netanyahu’nun yeniden İsrail başbakanı olduğu ve iç siyasi gündemde hayli sorunlar yaşadığı dönemde İsrail-Suudi Arabistan ilişkilerini normalleştirme girişimini başlattı. 5 Haziran’da, ABD’deki en önemli İsrail lobi grubu olan AIPAC’te ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken’ın yaptığı konuşmada; ABD'nin, İsrail ile Suudi Arabistan arasında resmî diplomatik ilişkilere aracılık etmeye kararlı olduğu vurgulandı. 27 Temmuz’da ise New York Times gazetesinde Thomas Friedman, Biden'ın İsrail-Suudi Arabistan anlaşması için çalıştığını ve bir yol haritası hazırladığını kaleme aldı. Buna göre Suudi Arabistan'a NATO benzeri güvenlik garantileri verilecek ve sivil bir nükleer program başlatması için gerekli yardımlar sağlanacaktır. Friedman, yazısında ayrıca Biden’ın planı kapsamında, İsrail yerleşimlerinin durdurulması ve İsrail'in işgal altındaki Batı Şeria'yı asla ilhak etmeyeceğinin taahhüdü gibi bazı tavizlerin de söz konusu olacağına dikkat çekti.

Suudi yetkililer henüz bu haberleri teyit eden bir açıklama yapmadı. Ancak görünen o ki ABD ve Suudi Arabistan arasında İsrail’i odak noktası yapan bazı önemli görüşmeler gerçekleşmektedir. Bu noktada, ABD’yi Suudi Arabistan ve İsrail merkezli politika üretmeye iten sebepler ve Suudi Arabistan’ın İsrail ile ilişkileri normalleştirme yönünde bir motivasyonunun olup olmadığı önem kazanmaktadır.

ABD’nin Suudi Arabistan-İsrail Gündeminin İran Bağlantısı

ABD’nin küresel siyasette en önemli gündemini, Rusya-Ukrayna Savaşı ve Çin’in uluslararası siyasette artan rolünün sınırlandırılması hususu oluşturmaktadır. Bunu takip eden diğer bir konu başlığı da İran’dır. Mart ayında Çin’in ara buluculuğunda gerçekleşen Suudi Arabistan-İran uzlaşısı, İran-Rusya askerî ilişkileri ve İran’ın nükleer eşik statüsünden sıyrılıp nükleer silah üretme kapasitesinin sınırlarına yaklaşmış olması, ABD açısından büyük bir tehdit olarak algılanmaktadır.

ABD’ye göre İran bağlantılı bu gelişmelerin hepsi, bölgedeki en önemli müttefiki İsrail’in güvenliğini doğrudan tehdit etmektedir. İlaveten bir süredir İranlı yetkililer reddetse de İran’ın Rusya’ya silah tedarik ettiği ve bunların Ukrayna’ya karşı kullanıldığı uluslararası kamuoyunun gündemindedir. Hâl böyle olunca 2015 tarihli Kapsamlı Ortak Eylem Planı (KOEP, Nükleer Anlaşma) kapsamında İran’ın balistik füze ve teknoloji transferlerine yönelik kısıtlamaların 18 Ekim 2023 itibarıyla sona erecek olması, ABD üzerinde baskı yaratmaktadır. Her ne kadar KOEP fiilen işlerliğini kaybetmiş bir anlaşma olsa da hukuken hâlâ bağlayıcılığı olan bir metindir ve İran’ın balistik füze ve teknoloji transferinin önündeki yasak kalktığında Rusya’ya bunları vermesi için hiçbir engel kalmayacaktır.

Tüm bu sebeplerle İran’la diplomatik zeminin korunması, ABD’nin önceliği hâline gelmiştir. KOEP’in yeniden canlandırılması mümkün gözükmese bile Biden yönetimi, İran’ın geri dönülmez bir yola girmemesini sağlama konusunda kararlıdır. İşte bu sebeplerle İran ve ABD, 10 Ağustos’ta resmî bir anlaşma yapmadan İran'a ait Güney Kore'deki 6 milyar dolar değerinde varlık üstündeki kısıtlamanın kaldırılarak Katar Merkez Bankasındaki bir hesaba yatırılması karşılığında beş İran asıllı Amerikalının Tahran'daki bir otelde ev hapsine alınması hususunda anlaştı. Her ne kadar anlaşmanın içeriğinde olmasa da basına sızan kimi haberlere göre ABD, İran’ı nükleer faaliyetleri yavaşlatma ve Rusya’ya balistik füze satışı yapmama konusunda ikna etti. Bu haberin dolaşmasından rahatsızlık duyan İran tarafı, Millî Güvenlik Yüksek Konseyine yakın Nournews’in sosyal medya hesabında 16 Ağustos’ta bir açıklama yayımladı ve çıkan haberleri yalanladı.

Peki, tüm bunların ABD’nin İsrail-Suudi Arabistan normalleşmesini gündeme getirmesiyle bağlantısı nedir? Biden yönetiminin Netanyahu ile sağlıklı bir ilişkisi olmadığı aşikârdır. Ancak İsrail’in güvenliği, ABD’de partiler üstü bir konudur ve bu durum; Biden yönetimini, bir yandan İran’la bir anlaşma sürecine iterken diğer yandan da İran’ın İsrail’e güvenlik tehdidi oluşturmayacak bir şekilde çevrelenmesi stratejisine yöneltmektedir. Zira İran’ın, elde edeceği parayı bölgedeki milislere ve silahlanmaya ayırma ihtimali yüksektir. Bu noktada ABD, Suudi Arabistan’a bir çeşit İran’ın jandarmalığı rolünü vermek istemektedir. Ancak bu yoldaki en önemli engel, yakın zamanda Çin’in ara buluculuğunda başlayan İran-Suudi Arabistan uzlaşısıdır. Hem Çin’in bölgede siyaset belirleyici bir rol kazanması hem de İran’ın İsrail’e karşı elinin kuvvetlenmesi açısından bu gelişme ABD menfaatlerine aykırıdır. İşte bu gerekçeyle İran-Suudi Arabistan uzlaşısını sabote etmek amacıyla Suudi Arabistan-İsrail normalleşme girişimleri başlamıştır.

Suudi Arabistan’ın Önceliği

Netanyahu hükûmetinin, İbrahim Anlaşmaları’nı genişletip Suudi Arabistan’ı da dâhil etmeye hevesli olduğu aşikârdır. Ancak aynı isteğin, Suudi Arabistan tarafında olduğunu söylemek güçtür. Her ne kadar Suudi Veliaht Prens Muhammed bin Selman’ın geçtiğimiz yıllarda İsrail ile ilişkiler konusunda olumlu bazı açıklamaları olmuşsa da Suudi Arabistan mesafeli tutumunu korumaktadır. Söz gelimi, 2023 Mart ayında Suudi Arabistan, ev sahipliği yaptığı bir Birleşmiş Milletler (BM) etkinliğine İsrail Dışişleri Bakanı’nın girmesine izin vermedi. İlaveten Suudi Arabistan, İsrail’e karşı tutumunun bir süre daha değişmeyeceğinin en somut adımı olarak 12 Ağustos’ta Kudüs'te başkonsolos olarak da görev yapmak üzere Filistin toprakları için yerleşik olmayan bir büyükelçi atadı. İsrail Dışişleri Bakanı Eli Cohen’in 13 Ağustos’ta yaptığı açıklamada böyle bir girişime asla izin verilmeyeceğini beyan etmesi; İsrail’in, Suudi Arabistan’ın son kararından memnun olmadığını açıkça gösterdi.

Tüm bu gelişmeler, Suudi Arabistan’ın şu an için önceliği İran uzlaşısına verdiğini göstermektedir. İran Dışişleri Bakanı Hüseyin Emir Abdullahiyan’ın 17 Ağustos’ta Riyad’a gitmesi, bu trendin en somut göstergelerindendir. Öte yandan, Suudi Arabistan’ın İran ile uzlaşıya uzun vadeli bir yaklaşımı olmadığını ve güvensizliğinin devam ettiğini belirtmek gerekir. Ancak bu sadece İran’a karşı duyulan bir güvensizlik değildir. ABD’nin özellikle Biden döneminde Suudi Arabistan’ın güvenlik taleplerini karşılamaması da bu kapsamdadır. Dolayısıyla Suudi Arabistan, İsrail’le normalleşme sürecine girme karşılığında ABD’den büyük bir kazanım elde etmeyi gerekli görmektedir. Nitekim Suudi Arabistan, ABD’den nükleer yardım ve gelişmiş silahlara erişimin kolaylaştırılmasını talep etmektedir. Ancak görünen o ki İsrail, bölgede başka bir nükleer güç istememektedir. Dolayısıyla Suudi Arabistan’ın bu taleplerini, ABD nezdinde boşa çıkarmaya çalışmaktadır. Ayrıca Filistin konusunda, Suudi Arabistan’ın talebi olan iki devletli bir anlaşmaya da İsrail’in mevcut yönetimi olumsuz bakmaktadır. Dolayısıyla yakın zamanda Suudi Arabistan’ın İbrahim Anlaşmaları’na dâhil olmasını beklemek çok gerçekçi değildir. ABD’nin, bunu bilmesine rağmen gündemde tutmasının sebebi ise Suudi Arabistan-İran uzlaşısını ve Çin’in bu süreçteki rolünü sabote etmek istemesidir.