Körfez ülkeleri için İran tehdidi hem dış hem iç politika ekseninde şekillenen çok katmanlı bir meseledir. Körfez yönetimleri, “maksimum baskı” stratejisiyle İran’ı diplomasiye zorlamak istemekte; ancak ani bir savaşın patlak vermesinden de endişelenmektedirler. Dolayısıyla kısa vadede sert açıklamalar sürse de orta ve uzun vadede taraflar diplomatik uzlaşı arayışına yöneleceklerdir.
İran-Batı Gerilimi ve Körfez Ülkelerinde Artan Güvenlik Kaygıları
İran ile Batı, özellikle de ABD arasındaki gerilim, Körfez ülkeleri açısından uzun süredir yakından takip edilen ve kaygı yaratan bir unsur olarak öne çıkmaktadır. Son dönemde Trump’ın “askerî seçenek masada” söylemi, Suudi Arabistan başta olmak üzere Körfez İşbirliği Konseyi (KİK) üyelerindeki endişeleri tazelemiştir. Zira İran ile Washington arasındaki her gerilim dalgası enerji arzı ve bölgesel istikrar bakımından Körfez monarşilerini doğrudan etkilemektedir. Bu çerçevede Suudi Arabistan, BAE, Bahreyn, Katar, Kuveyt ve Umman’dan oluşan Körfez ülkelerinin ABD-İran arasındaki gelişmeleri kendi güvenlik ve çıkarları ekseninde değerlendirmeleri doğal karşılanmalıdır.
KİK üyeleri İran’ın nükleer silah edinme imkânının engellenmesi gerektiğini düşünmektedir. Ayrıca İran’ın balistik füze programı ve vekil aktörlere desteği, Körfez güvenlik mimarisinde ciddi bir tehdit olarak algılanmaktadır. Suudi Arabistan’ın İran’ı bölgesel nüfuz mücadelesinde en büyük rakip olarak görmesi de sözkonusu kaygıların arkasındaki önemli bir etkendir. Riyad, özellikle Yemen’deki Husi hareketinin İran tarafından desteklenmesini, kendi ulusal güvenliğine dönük bir meydan okuma saymaktadır. Krallık, petrol gelirine bağımlı ekonomisi ve Doğu Eyaleti’nde yaşadığı mezhepsel hassasiyet nedeniyle de Tahran’ın nüfuz artırıcı girişimlerinden endişe duymaktadır. Dolayısıyla Suudi Arabistan, ABD’nin “maksimum baskı” stratejisini destekleyip, İran’ın hem nükleer hem de füze ve vekil kapasitesini kısıtlayan bir anlaşma talep etmektedir. Bununla birlikte, tam kapsamlı bir savaşın bölgesel ve küresel enerji piyasasında yaratacağı sarsıntıdan çekinmektedir.
BAE de konuya benzer şekilde bakmaktadır. Abu Dabi, Dubai’nin bölgesel ticaret ve turizm merkezlerinden biri olması nedeniyle, istikrarsızlıktan uzak bir ortam arzu etmektedir. İran’ın balistik füze çalışmalarını ve Husilere sağladığı desteği kendi çıkarlarına aykırı görmektedir. Kızıldeniz ve Aden Körfezi’nde artacak bir gerilim, BAE’nin uluslararası deniz ticaretine yönelik güvenlik yaklaşımını zayıflatabilir. Bu sebeple BAE yönetiminin Washington’un İran’a yönelik yaptırım ve baskı hamlelerine olumlu yaklaşması beklenmektedir. Bununla birlikte İran ile öteden beri devam eden ticari ilişkilerinden ötürü Tahran’la ipleri tamamen koparmayı göze alamayacaktır.
Bahreyn, İran’ın ülkedeki Şii nüfusla bağ kurarak iç istikrarı tehlikeye sokmasından çekinmektedir. Manama, Tahran’ı Bahreyn’in içişlerine karışmakla suçlamaktadır. Suudi Arabistan’la yakın işbirliği içinde bulunan, ABD Beşinci Filosu’na ev sahipliği yapan Bahreyn, bu iki pozisyon gereği İran’a karşı sert bir duruş sergilemektedir. Bahreyn’de asıl endişe mezhepsel gerilimin tırmanması ve rejimin kırılgan hale gelmesidir. Dolayısıyla Bahreyn, askerî seçeneğe temkinli yaklaşsa da İran’a karşı yürütülen diplomatik ve ekonomik baskının artırılmasına olumlu bakacaktır.
Geçmiş deneyimleri ve nüfus yapısı nedeniyle çatışma riskinden çekinen; İran-Irak Savaşı döneminde tanker saldırılarından hayli olumsuz etkilenen Kuveyt, bölgedeki her tür askerî gerginliğin ticari ve toplumsal bedelinin ağır olacağını düşünecektir. Şii azınlığın bulunduğu ülkede mezhepsel dengeyi korumaya özen gösteren Kuveyt, İran’ın füze kapasitesini sınırlayacak girişimlere destek verirken, diplomasi kanallarının açık tutulmasını savunacaktır. Körfez’deki her gerilimin Kuveyt topraklarına sıçrama ihtimali, hükümeti denge politikalarına itmektedir.
2017’de Suudi Arabistan-BAE ablukası altında kalan Katar, dış politikada esnek arayışlar içerisinde olan ve bunu belli ölçüde başarabilen bir ülkedir. İran’la paylaştığı devasa doğalgaz sahası, Doha’yı Tahran’la tümüyle kopmaktan alıkoymaktadır. Aynı zamanda Katar, topraklarındaki El Udeid Hava Üssü aracılığıyla ABD ile güçlü bir savunma ilişkisi sürdürmektedir. Bu çift yönlü denge, Katar’ı daha çok diplomatik arabuluculuk girişimlerine sevk etmektedir. ABD-İran arasındaki gerilimde Doha, her iki tarafla da diyaloğu sürdürmenin Körfez’de geniş çaplı bir çatışmayı önleyeceğini düşünecektir.
Umman ise tarafsız ve arabulucu kimliğiyle tanınmaktadır. Hürmüz Boğazı’nı İran’la paylaşan Maskat yönetimi, küresel petrol akışı ve deniz ticareti bakımından istikrarın anahtar noktalarından birinde bulunmaktadır. Daha önce ABD ve İran arasındaki gizli görüşmelere ev sahipliği yapan Umman, gerilimi düşürmeye yönelik tüm çabalarda sessiz diplomasi yürütmektedir. KİK üyesi olmasına rağmen İran’la karşılıklı saygıya dayalı ilişkileri sayesinde, farklı bloklar arasında köprü rolünü üstlenmektedir.
Bu çerçevede Yemen’deki Husi hareketi, Körfez’de İran’ın vekil kullanımı endişesini en somut biçimde tetikleyen faktördür. Suudi Arabistan ve BAE, Husilerin İran’dan lojistik, silah ve eğitim desteği aldığını sürekli vurgulamaktadır. Kızıldeniz’de yaşanacak her istikrarsızlık, küresel ticaret ve enerji güzergâhını sekteye uğratabilir. ABD de Husiler üzerinden İran’ı hedef alan sert açıklamalar yaparak, Körfez ülkelerinin çizgisine yakın bir tutum sergilemektedir. Ancak Trump’ın “Husilerin tamamen yok edileceği”ne yönelik açıklamalarına rağmen Washington’un bölgede kapsamlı bir askerî müdahaleyi göze alıp almayacağı belirsizdir; zira bu ihtimal Körfez’deki kırılgan dengeleri altüst edebilecektir.
Bütün bu gelişmeler çerçevesinde, Körfez monarşilerinin tam ölçekli bir savaşa girmek istemelerini beklemek gerçekçi olmayacaktır. Zira böyle bir çatışmanın iç istikrar, enerji piyasaları ve altyapı güvenliği açısından doğuracağı olumsuz etkiler çok büyüktür. Suudi Arabistan, BAE ve Bahreyn İran’ın bölgesel nüfuzunu frenleyecek sert adımları desteklerken, Katar, Kuveyt ve Umman diplomatik kanalları sonuna dek kullanmaktan yana olacaklardır. Her ne kadar zaman zaman sert söylemlerde bulunulsa da ortak amaç İran’ın nükleer, füze ve vekil kapasitesinin kapsamlı biçimde sınırlandırılmasıdır. Çünkü Körfez ülkeleri, ABD’nin “maksimum baskı” stratejisinden sonuç alınacağına inansalar da savaş ihtimalinin toplumsal bedelinden çekinmektedirler.
Avrupa’nın İran konusundaki daha ılımlı tutumu, ABD politikalarıyla tam olarak örtüşmediğinden Körfez’de “Baskı mekanizması ne kadar geniş olacak?” sorusunu gündeme getirmektedir. Suudi Arabistan ve BAE gibi ülkeler, İran’ın yalnızca nükleer değil, füze programı ve vekil ağlarını da kapsayan bir anlaşma talep edeceklerdir. Obama döneminde yapılan ve sadece nükleer konulara odaklanan uzlaşıyı eksik bulan Körfez başkentleri, İran’ın savunma kabiliyetini de sınırlamayı hedeflemektedirler.
Sonuç olarak, Körfez ülkeleri için İran tehdidi hem dış hem iç politika ekseninde şekillenen çok katmanlı bir meseledir. Rejim güvenliği, ekonomik sürdürülebilirlik ve mezhepsel hassasiyetler, Tahran’ın bölgesel faaliyetlerini yakından izleme ihtiyacı doğurmaktadır. Körfez yönetimleri, “maksimum baskı” stratejisiyle İran’ı diplomasiye zorlamak istemekte; ancak ani bir savaşın patlak vermesinden de endişelenmektedirler. Bu nedenle hem askerî tedbirlerin hem de diyalog kapılarının aynı anda açık tutulmasını hedefleyeceklerdir. Suudi Arabistan, BAE ve Bahreyn İran’ın yayılmacı siyasetini frenlemeyi öncelik sayarken Katar, Kuveyt ve Umman çatışmadan kaçınmayı esas almaktadır. Yine de ortak payda, İran’ın nükleer silah edinmesine ve balistik füze kapasitesini genişletmesine engel olmaktır.
Körfez’de istikrarı korumak için kapsamlı bir müzakere masası ve çok yönlü baskı mekanizmaları öne çıkmaktadır. Aksi takdirde enerji altyapısının, limanların ve deniz yollarının savunmasız kalacağı; ayrıca Bahreyn gibi kırılgan monarşilerin iç istikrarının riske gireceği Körfez ülkelerinin ortak endişesidir. Dolayısıyla kısa vadede sert açıklamalar sürse de orta ve uzun vadede taraflar diplomatik uzlaşı arayışına yöneleceklerdir. Bu belirsizlik ortamında, Körfez devletleri hem ABD’nin güvenlik şemsiyesine ihtiyaç duyacak hem de İran’la olası çatışmayı önlemek için diplomatik kanalları kullanacaklardır. Bu denge, kırılgan fakat sürdürülebilir bir çerçeve sunacaktır. Bunun yanı sıra Avrupa güçleri ve uluslararası kuruluşlar da Körfez’de gerilimi azaltmak üzere diplomasiye destek verse de İran’ın bölgesel eylemleri, ABD’nin sert söylemleri ve muhtemel vekil çatışmalar birçok bilinmezi peşinden getirmektedir. Körfez’in petrol, doğalgaz ve suya dayalı altyapısı, olası bir savaş veya krizin zararlarını daha da artıracaktır. Sonuç olarak, bu dinamikler Körfez’de temkinli bir çözüm arayışını zorunlu kılmaktadır.
Doç. Dr. Muharrem Hilmi Özev, İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesidir. hilmi.ozev@istanbul.edu.tr