Çok Kutupluluk İran’ın Çıkarlarına Hizmet Etmeyebilir

Çok Kutupluluk İran’ın Çıkarlarına Hizmet Etmeyebilir
Devrimci bir güdüyle çok kutupluluğu idealize ederek kavramsallaştırdığı yenidünya düzeni içinde İran’ın yarım asır önce belirlediği dış politikadaki sabiteleri ‒mutlak bağımsızlık, istisnacılık ve direniş‒ dış politika manevra alanını kısıtlamaktadır. Bu ilkeler bir arada ele alındığında, İran’ın izolasyonu sistemin doğası ne olursa olsun kırılmayacaktır.
Yazı boyutunu buradan ayarlayabilirsiniz

Uluslararası güvenlik meselelerinin ele alındığı önemli bir platform olan Münih Güvenlik Konferansı bu yıl 14-16 Şubat tarihleri arasında gerçekleşti. Dünya çapında pek çok devlet insanı ve güvenlik uzmanının bir araya geldiği konferanstan çarpıcı görüntüler ve haberler medyaya yansıdı. Konferansın ana gündeminde ikinci Trump dönemi, ABD-Çin rekabeti, NATO ve transatlantik güvenlik, Rusya-Ukrayna Savaşı gibi konular yer aldı. Konferansta ABD Başkan Yardımcısı JD Vance, Avrupa Birliği Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen, NATO Genel Sekreteri Mark Rutte ve Çin Dışişleri Bakanı Vang Yi gibi birçok önemli ismin konuşmalarına yer verildi. Münih Güvenlik Konferansı Başkanı Christoph Heushen’in kapanış konuşmasında gözyaşlarına hâkim olamaması ise en çok tartışılan anlardan biri oldu. Bu dramatik anla birlikte 61. Münih Güvenlik Konferansı ABD-Batı ittifakındaki bozulma, Batı’nın özellikle savunma alanındaki zayıflıkları ve ABD’nin dünya meselelerinde öncü rol üstlenme konusundaki isteksizliğini bir kez daha gözler önüne serdi.

Konferanstan yansıyan bu haberler ve görüntüler İran’ı mutlu edecek cinsten. Zira tüm bu başlıklar, İranlı üst düzey yöneticilerin kendileri için umut kaynağı olarak gördüğü uluslararası sistemdeki “çok kutuplulaşma” (multipolarization) sürecine işaret ediyor. Yaklaşık son 10 yıldır moda haline gelen bu kavramla uzmanlar, uluslararası sistemdeki temel bazı değişimleri açıklamaya çalışıyor. Uluslararası sistemin henüz tam anlamıyla çok kutuplu olduğunu iddia edemesek de bu yılki Münih Güvenlik Raporu’nda da belirtildiği üzere, hâlihazırda “çok kutuplulaşma” sürecinin şekillendirdiği bir dünyada yaşadığımız hususu genel geçer kabul haline geldi.

Çok kutuplulaşma kavramı ‒İranlı elitlerin son dönemdeki söylemlerine baktığımızda‒ Amerika ve Avrupa’nın uluslararası gelişmeleri kontrol etme kabiliyetlerinde ve gücünde azalma, gücün kademeli olarak Batı’dan Doğu’ya kayması, Siyonist rejimin bölgesel düzeni ve güvenliği bozma kabiliyetinin önemli ölçüde kırılması anlamına geliyor. İranlı siyasetçiler çok kutuplu düzenin sınırlarının henüz netleşmediğinin farkında olsalar da onlar için bu düzen, birkaç sebepten İran’ın geleceği için umut vaat ediyor. İran öncelikle istikrarsızlığın kaynağı olarak gördüğü Washington’u sınırlayabilecek daha fazla aktörün bulunduğu bir dünyanın daha barışçıl ve istikrarlı bir dünya olacağına inanıyor. İran’ın çok kutuplu bir geleceğe iyimser bakmasının bir diğer nedeni de tek kutuplu ve liberal uluslararası düzenden eşit şekilde faydalanamadığı düşüncesi. Bu yüzden fırsatların ve gücün daha eşit dağıtılacağına inandığı çok kutuplu bir alternatif sistemin kendisine fayda sağlayacağına dair olumlu bir görüşe sahip.

İranlı yönetici elitler bu süreci “yenidünya düzeni” olarak tanımlıyorlar. Uluslararası ilişkilerde İran’ın politikasını ise “ne sadece Doğu ne de sadece Batı” söylemiyle ortaya koyuyorlar. “Doğu ile ilişkilerin aktif bir şekilde güçlendirildiği” parolasıyla “dengeli bir politika” çerçevesi çiziyorlar. İran, aynı zamanda, Batı ile özellikle de Avrupa ülkeleri ile “ilkeler, değerler ve uluslararası normlar temelinde” ilişkileri sürdürmeyi öngörüyor. Pratik açıdan İran’ın çok kutuplu bu dünyaya hazırlık aşamasında attığı dış politika adımlarına şu örnekler verilebilir:

  • Çin ve Rusya ile ikili ilişkileri stratejik ortaklık seviyesine yükseltmek için Şangay İşbirliği Örgütü’ne (ŞİÖ) ve BRICS’e üye olmak.
  • “İyi komşuluk” çerçevesinde Suudi Arabistan başta olmak üzere Arap ülkeleriyle ilişkileri geliştirmeye yönelik adım atmak. Tahran bu çerçevede Bahreyn, Mısır, Kuveyt, Umman, BAE ve diğer ülkelerle diplomatik bağlarını ve ekonomik nüfuzunu yeniden tesis etmek amacıyla daha pragmatik bir dış politikaya yönelmiştir.

Söz konusu dış politika adımları, İran’ın birçok aktör gibi uluslararası sistemdeki değişimlere göre kendini konumlandırmaya çalıştığının bir göstergesi niteliğindedir. Ancak 2025 yılında İran’ın bölgesel ve uluslararası sistemdeki güncel konumunu değerlendirdiğimizde, çok kutuplulaşma sürecinin İran’ın beklediği düzeyde çıkarlarına hizmet etmeyeceği söylenebilir.

İran’ın Körfez ve Arap ülkelerine yönelik açılımı dikkate değer ve olumlu bir adım olsa da özellikle bu uzlaşının gidişatına şüphe ve ihtiyatla yaklaşılmalıdır. Körfez uzmanları, İran’ın ekonomik, politik ve yapısal sorunlar nedeniyle içinde bulunduğu kapasite yetersizliğinin, Körfez Arap Ülkeleri İşbirliği Konseyi (KİK) üyelerinin sahip olduğu büyük sermaye ve kabiliyeti karşılayamayacağını düşünmektedirler. İran’ın Körfez yatırımlarını kaldıracak altyapısı olmadığı gibi, karşılığında sunacakları da sınırlıdır. Basra Körfezi’nin iki kutbunu oluşturan KİK ile İran’ın vizyon, ekonomik politika ve jeopolitik tasavvurunun kökten farkı olduğunu savunan uzmanlara göre İran paradigma değişikliğine gitmedikçe söz konusu kutuplar arasındaki uzlaşı diplomatik alandan öteye geçemeyecektir.

İran’ın Doğu’ya bakış politikasını incelediğimizde de durum farklı değildir. Devrim’den sonra sistemin en güçlü devleti olan ABD ile süregiden bir jeopolitik çatışma içinde bulunan İran, “Doğu” ile de tam manasıyla anlamlı bir entegrasyon geliştirememiştir. Aksine çok kutuplu sisteme geçiş sürecinde kendisi için yeni bir bağımlılık modeli yaratmıştır. İran, ABD yaptırımlarının arttığı dönemde taktiksel olarak Doğu’ya (Rusya ve Çin başta olmak üzere) yanaşma eğilimi gösterse de Washington’la ilişkilerini her zaman için ön planda tutan Asyalı büyük güçler için sistem dışında kalan bir ülkedir. Bu nedenle bölge ülkelerinin İran ile stratejik düzeyde ilişki kurmaları şimdiye kadar mümkün olmamıştır. Bu argüman Rusya ve Çin’in kritik konularda İran’dan yana tavır almadıkları güncel örneklerle desteklenebilir. En kritik örnek, İranlı komutanların Esed rejiminin 2024 yılının sonunda düşmesinden sonra yaptığı açıklamalar olmuştur. Bu açıklamalara da yansıdığı üzere Rusya’nın Suriye’de İran’ın aleyhine hareket ettiği bilinmektedir. Bir başka örnek olarak Rusya’nın 2021-2022 yıllarında yürütülen Viyana görüşmelerinin tıkanmasına sebep olan garanti talebi gösterilebilir. Öte yandan İran’ın 2021 yılında Çin ile imzaladığı kapsamlı işbirliği anlaşmasının gelinen noktada istenilen neticeyi vermediği söylenebilir. Zira sistem çok kutupluluk sürecinde bile olsa, ABD birçok açıdan sistemdeki en güçlü devlet konumunu korumaya devam etmektedir. Örneğin Çin’deki petrol rafinerileri Trump’ın Beyaz Saray’a dönmesiyle birlikte İran’dan yapılan ithalata daha fazla kısıtlama getirilmesinin arz kaynaklarına erişimi engelleyebileceği endişesiyle Ocak 2025 itibarıyla Orta Doğu ve diğer bölgelerden ham petrol alımlarını artırmaya başlamıştır. Kısaca, İran’ın çok kutuplu sistemde Çin ve Rusya’nın büyük stratejik vizyonunun periferisinde kalması muhtemeldir.

İran’ın sistemde “olası” kutup olarak belirmesi veya kutuplar arasında/içinde etkin yer edinmesi için ticaretten savunmaya, teknolojiden diplomasiye kapasite inşasına odaklanması gerekmektedir. Zira devrimci bir güdüyle çok kutupluluğu idealize ederek kavramsallaştırdığı “yenidünya düzeni” içinde İran’ın yarım asır önce belirlediği dış politikadaki sabiteleri ‒mutlak bağımsızlık, istisnacılık ve direniş‒ dış politika manevra alanını kısıtlamaktadır. Bu ilkeler bir arada ele alındığında, İran’ın izolasyonu sistemin doğası ne olursa olsun kırılmayacaktır. Bu doğrultuda çok kutupluluk İran’ı gelecekte kırılgan ve zayıf bir konumda bırakmaya devam edecektir.