Tahran yönetimi hem Pakistan hem de Hindistan ile olan ilişkilerini zedelemeden dengeyi sürdürme stratejisini benimsemektedir. Özellikle ekonomik açıdan izole olduğu bir dönemde, bu iki ülkeyle olan bağlarını koruma çabası, İran dış politikasının temel önceliklerinden biri haline gelmiştir. Bu çerçevede, İran bir yandan Pakistan’la güvenlik ve ekonomi temelli iş birliklerini sürdürmeye devam ederken, diğer yandan Hindistan’la enerji ve ticaret alanında ilişkilerini güçlendirme yönündeki beklentisini canlı tutmaktadır.
Pakistan-Hindistan Geriliminde İran’ın Denge Politikası
Pakistan ile Hindistan arasındaki gerilimin son günlerde tehlikeli boyutlara ulaşmasıyla birlikte gözler, yalnızca bu iki ülkeye değil, sürece etki edebilecek küresel ve bölgesel aktörlere de çevrilmiştir. Bu bağlamda, Pakistan’la yaklaşık 900 km’lik bir sınırı paylaşan ve zaman zaman bu sınırda gerginlikler yaşayan İran da dikkatle izlenen ülkeler arasında yer almaktadır.
İran’ın, Hindistan ile Pakistan arasındaki gerilimlerde genellikle denge politikası izlediği bilinmektedir. İslam Devrimi öncesinde Pakistan yanlısı bir tutum sergileyen Tahran yönetimi, devrim sonrasında da bu eğilimi 1990’lı yıllara kadar sürdürmüştür. Ancak ilerleyen dönemde Hindistan ile ekonomik ilişkileri geliştirme amacıyla daha dengeli bir pozisyon benimsemiştir.
Öte yandan İran, sürecin başından itibaren Keşmir meselesine ilişkin belirgin bir tutum sergilemektedir. Bugün Pakistan-Hindistan hattında tansiyonun yeniden yükselmesiyle birlikte, Tahran’ın hem genel olarak bu konudaki yaklaşımını hem de son restleşmeye dair tutumunu analiz etmek; hem İkinci Dünya Savaşı sonrasında uluslararası toplumun karşı karşıya kaldığı en karmaşık meselelerden biri olan Keşmir sorununun anlaşılması hem de İran’ın bu tür krizlere nasıl yaklaştığının değerlendirilmesi açısından önem taşımaktadır.
İran’ın Keşmir Politikasının Arka Planı
İran’ın Keşmir konusundaki tutumu, 1979 İslam Devrimi öncesi ve sonrası olmak üzere iki temel evreye ayrılabilir. Devrim öncesinde Muhammed Rıza Şah yönetimindeki İran, Soğuk Savaş’ın bloklaşmaları ve CENTO üyeliği kapsamında Pakistan ile yakın ilişki kurmuş ve Keşmir konusunda Pakistan lehine bir tutum sergilemiştir. Bu dönemde Tahran, Keşmir meselesinde İslamabad’a ABD-Pakistan-İran ittifakı bağlamında örtülü destek vermiştir.
1979’daki İslam Devrimi ile birlikte dış politikasında köklü değişimler yaşayan İran, Keşmir meselesinde 90’lı yıllara kadar İslami bir perspektiften Pakistan lehine tavır almayı sürdürmüştür. 1990’lara gelindiğinde Tahran, Hindistan ile ekonomik ilişkilerini gözeten bir denge siyaseti benimsemeye başlamıştır.
Söz konusu denge siyaseti, Soğuk Savaş sonrası dönemde de devam etmiş ve buna bağlı olarak İran’ın Keşmir konusundaki söylemlerini daha ölçülü hale getirmiştir. Özellikle 2019 yılında Hindistan’ın Keşmir’in özel statüsünü sona erdirmesi, İran’da tepkiyle karşılansa da bu tepkiler oldukça sınırlı düzeyde kalmıştır. İran yönetimi, zaman zaman Hindistan’ın bölgedeki Müslümanların haklarını ihlal ettiğini belirten açıklamalar yapsa da söz konusu açıklamalar genelde Devrim Rehberi Ali Hamenei’den gelmiş ve hükümet tarafından çok sık dillendirilmemiştir. Seçilmiş hükümetlerin bu noktadaki tutumunu, Hindistan ile geliştirilen ekonomik ilişkilerin zarar görmemesi yaklaşımı belirlemiştir. 2000’lere gelindiğinde ise bağlam önemli ölçüde değişmiştir.
İran’ın 2000 Sonrası Pakistan ve Hindistan ile İlişkileri
2000’li yılların başlarından itibaren İran ve Pakistan arasındaki ilişkilerde belirleyici unsur, ekonomik iş birliğinden ziyade sınır bölgelerinde yaşanan gerilimler olmuştur. Tahran, özellikle Sistan-Beluçistan eyaletinde faaliyet gösteren ve Pakistan topraklarından destek aldığı iddia edilen Ceyşü’l-Adl gibi silahlı gruplar nedeniyle sürekli İslamabad yönetimi ile karşı karşıya gelmektedir. İran, Pakistan tarafından bu grupların faaliyetlerine göz yumulduğunu iddia ederek İslamabad’dan daha sıkı tedbirler almasını istemektedir. Öte yandan Pakistan, İran’ı Pakistan Beluçistan’ındaki ayrılıkçı milisleri desteklemekle suçlamaktadır. Özellikle Beluçistan Kurtuluş Ordusu’nun saldırılarının ardından militanların İran’a sığındığı yönündeki iddialar, Pakistan’ın iç kamuoyunda sıkça dillendirilmektedir.
İki ülke arasında son yılların bir diğer gerilim konusu, Pakistanlı Şiilerin Zeynebiyyun Tugayı’na üye olarak devşirilmesi meselesidir. Bu tugay, İran Devrim Muhafızları Ordusu tarafından eğitilen ve Suriye’de Esed rejimini desteklemek amacıyla savaşan Pakistanlı Şii militanlardan oluşuyordu. İran, bu grubu bölgesel Şii milis stratejisinin bir parçası olarak konumlandırarak Suriye ve Irak’taki çatışmalarda aktif olarak kullanmış ve bu, İran’ın Pakistan’daki mezhepsel çatışmaları körüklediği yönünde ciddi tepkilere neden olmuştur. 2020-2022 yılları arasında Pakistan istihbaratı, sınır bölgelerinde Zeynebiyyun Tugayı’na militan tedarik edildiği iddia edilen noktalara operasyonlar düzenlemiş ve 2024 yılında resmen terör örgütü ilan edilen grubun faaliyetlerini yasaklanmıştır. Bu adım, İslamabad’ın İran destekli gruplara karşı daha sert ve kararlı bir duruş sergilemeye başladığının göstergesidir.
Bu yıllarda İran-Hindistan ilişkilerinde de önemli gelişmeler yaşanmıştır. Bu dönemde iki ülke ilişkilerini şekillendiren en önemli faktör, ABD’nin İran’a uyguladığı yaptırımlardır. İran ve Hindistan arasındaki ilişkiler, 2015 yılında P5+1 ülkeleri (ABD, Çin, Rusya, Birleşik Krallık ve Fransa, artı Almanya) ile imzalanan nükleer anlaşmanın ardından önemli bir ivme kazanmıştır. 2016-2017 mali yılında ham petrol ithalatı %115’ten fazla artarak günlük yaklaşık 500.000 varile yükselmiştir. Bu süreçte İran, Hindistan’ın üçüncü en büyük petrol tedarikçisi haline gelmiş ve iki ülke arasındaki ticaret hacmi kısa surede 12 milyar dolar seviyesine ulaşmıştır. Ancak, Trump yönetiminin 2018’de anlaşmadan çekilmesi ve İran’a yeniden yaptırımlar uygulamasıyla iki ülke arasındaki ticaret büyük darbe almış; 2018-2019 döneminde Hindistan’ın İran’dan ham petrol ithalatı %90 oranında azalırken, 2019’un sonuna gelindiğinde bu oran neredeyse sıfıra inmiştir.
İran-Hindistan ilişkilerinde de gerilemeye neden olan bu gelişmeler, tarafların stratejik ortaklık kurma çabalarının somut bir örneği olan İran’daki Çabahar Limanı gibi projelerin akıbetini de belirsiz hale getirmiştir. Hindistan bu projeyle, Çabahar Limanı’nı geliştirip Pakistan’ı bypass edecek bir ticaret koridoru oluşturarak Orta Asya pazarlarına doğrudan erişim sağlamayı amaçlamaktaydı. Projeyi ABD yaptırımlarına karşı ekonomik bir nefes borusu olarak gören İran ise Hindistan’ı da başat bölgesel ticaret ortaklarından bir olarak konumlandırıyordu. Ancak Trump yönetiminin yaptırımları, bu projeyi durma noktasına getirdiği gibi Hindistan’ın projeden çekileceği yönündeki tartışmaları da gündeme taşımıştır. İran bu riske rağmen projeyi kısmen geliştirmeye devam edip Hindistan’ı bölgede stratejik bir partner olarak tutma çabasını sürdürmektedir.
Sonuç olarak, İran’ın her iki ülke ile olan ilişkilerinin bağlam ve kapsamı birbirinden farklıdır. Pakistan ile ekonomik ilişkiler arka planda kalırken, Hindistan ile ABD’ye rağmen stratejik ortaklık çabaları devam etmektedir. Gelinen noktada Tahran’ın her iki ülkeyi de yakından ilgilendiren Keşmir meselesine ilişkin daha pragmatik bir yerde durduğunu not etmek gerekir. Nitekim bu denge stratejisi, İran’ın güncel Hindistan-Pakistan geriliminde de kendini göstermektedir.
İran’ın Son Olaylardaki Tutumu: Dengeli Diplomasi ve Arabuluculuk Arayışı
İran, son Hindistan-Pakistan geriliminde bir denge politikası yürütse de terazinin zaman zaman Hindistan lehine ağır bastığını söylemek yanlış olmaz. İran’ın mevcut bölgesel stratejisi, ABD ile nükleer müzakerelerin sonucuna ve Hindistan’la ekonomik ilişkilerin yeniden canlanma potansiyeline bağlı olarak şekillenecektir. Buradan hareketle İran’ın Pakistan’ı göz ardı ettiği söylenemese de Hindistan’ı açık şekilde öncelediği sonucuna varılabilir.
İran, 22 Nisan’daki Pahalgam saldırılarını sert bir dille kınayarak bunu “korkunç bir terör eylemi” olarak nitelendirmiş ve bölgesel barışa tehdit oluşturduğunu belirtmiştir. Ancak İran’ın 7 Mayıs’ta Hindistan’ın “misilleme” olduğunu iddia ederek Pakistan’a karşı gerçekleştirdiği Sindoor Operasyonu’na yönelik bir kınamada bulunmaması, İran’ın Hindistan ile ilişkilerini zedelemekten çekindiğini ortaya koymaktadır. Bunun yerine İran, her iki ülkeye de itidal çağrısında bulunarak gerilimin daha fazla tırmanmaması gerektiğini vurgulamakla yetinmiştir. İran Dışişleri Bakanı Abbas Arakçi de çatışmaların sürdüğü bir dönemde Pakistan ve Hindistan’a gerçekleştirdiği ziyaretlerde arabuluculuk teklifinde bulunmuştur.
İran’ın Hindistan’a yönelik yaklaşımını belirleyen en önemli faktör, ABD-İran nükleer anlaşmasının yeniden canlandırılması ümididir. 2015 yılında imzalanan nükleer anlaşmanın ardından Hindistan, İran’dan ham petrol ithalatını ciddi oranda artırmış, hatta Çabahar Limanı projesiyle İran’a önemli miktarda yatırım yapmayı vadetmişti. Anlaşmanın ardından Hindistan’ın İran’dan petrol ithalatı günlük 500.000 varil seviyesine kadar çıkmıştır. Ancak yukarıda da bahsedildiği üzere Trump yönetiminin 2018’de anlaşmadan çekilmesi ve yaptırımları yeniden devreye sokması, İran-Hindistan ekonomik ilişkilerini büyük ölçüde sekteye uğramıştır. Mevcut durumda ise İran, nükleer müzakerelerin olumlu sonuçlanması halinde Hindistan ile ticari ilişkilerini yeniden canlandırmayı ve Çabahar Limanı projesini ve yatırımları yeniden gündeme getirmeyi ummaktadır.
Sonuç olarak, Tahran yönetimi hem Pakistan hem de Hindistan ile olan ilişkilerini zedelemeden dengeyi sürdürme stratejisini benimsemektedir. Özellikle ekonomik açıdan izole olduğu bir dönemde, bu iki ülkeyle olan bağlarını koruma çabası, İran dış politikasının temel önceliklerinden biri haline gelmiştir.
Bu çerçevede, İran bir yandan Pakistan’la güvenlik ve ekonomi temelli iş birliklerini sürdürmeye devam ederken, diğer yandan Hindistan’la enerji ve ticaret alanında ilişkilerini güçlendirme yönündeki beklentisini canlı tutmaktadır. Tahran’ın bu tutumu, olası bir ABD-İran anlaşmasının ardından Hindistan’la ekonomik ilişkileri daha da derinleştirme arzusuyla doğrudan ilişkilidir.