ABD ve İsrail Saldırıları İran'ı Nükleer Silaha İter mi?

ABD ve İsrail Saldırıları İran'ı Nükleer Silaha İter mi?
Saldırılar sonrasında İran, saldırı öncesine göre nükleer silaha erişim kapasitesine teknik olarak uzak olsa da irade olarak daha yakın olduğu söylenebilir.
Yazı boyutunu buradan ayarlayabilirsiniz

Saldırı öncesi İran nükleer programının teknik ve politik analizi

İran İslam Cumhuriyeti, on yıllardır yürüttüğü nükleer faaliyetler sayesinde uluslararası alanda “nükleer eşik devleti” olarak kabul edilmektedir. Ortadoğu’daki diğer NPT (Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi Anlaşması) üyesi devletlerle karşılaştırıldığında, İran’ın nükleer alandaki yetenekleri kayda değerdir.

“Nükleer eşik devleti” terimi, bir devletin önemli düzeyde nükleer teknolojiye sahip olmasına rağmen, nükleer silah üretmeyi tercih etmemesi durumunu tanımlamak için kullanılmaktadır. Bu çerçevede görüş ayrılıkları bulunsa da yerli zenginleştirme ve yeniden işleme (ENR) teknolojilerine sahip olmak, nükleer eşik devleti olmanın temel ölçütlerinden biri olarak kabul edilmektedir.

 

Tablo 1: Nükleer eşik statüsünü ölçmek için kullanılan bazı değişkenler.

ENR (Nükleer yakıt çevrimi) Teknolojisi (Zenginleştirme ve yeniden işleme yetenekleri)

ENR Tesis Sayısı

ENR Tesislerinin Tarihçesi (Tesislerin ne kadar süreyle aktif olduğu)

ENR Tesislerinin Büyüklüğü ve Kapsamı (Nitelik ve nicelik)

ENR Tesislerinin Amacı (Sivil veya askerî)

ENR Faaliyet ve Tesislerinde Dış Yardımın Varlığı (Yerli veya yabancı)

İnsan Kaynakları (Ülkede yetişmiş metalurjist, kimya mühendisleri, nükleer mühendisler, fizikçiler, kimyagerler vb.)

Ulusal Madencilik Faaliyeti

Yerli Uranyum Rezervleri

 

İran, yerli uranyum yakıt çevrimi kapasitesine sahip nükleer programının yanı sıra, giderek daha sofistike hâle gelen büyük bir balistik füze ve uzay programına da sahiptir. 2014 tarihli ABD İstihbarat Raporu’na göre İran, nihayetinde nükleer silah üretebilecek bilimsel, teknik ve endüstriyel kapasiteye sahip bir ülke olarak değerlendirilmektedir.

İran’ın nükleer yakıt çevrimi teknolojisini geliştirmesine rağmen “eşikte” kalmayı tercih etmesinin başlıca nedeni, ulusal güvenlik kaygılarıdır. İkinci bir neden olarak ise fayda-maliyet analizi öne çıkmaktadır. Görünen odur ki İran, resmî olarak nükleer güç olmanın doğuracağı büyük ekonomik, askerî ve politik maliyetleri üstlenmeden, gelecekte kısa sürede nükleer silah inşa etme seçeneğini temkinli biçimde muhafaza etmeye çalışmıştır.

Kısaca ifade etmek gerekirse, İranlı siyasi liderler nükleer silah üretme kapasitesini ulusal bir gurur kaynağı, ülkenin bağımsızlığının ve teknolojik ilerlemesinin bir simgesi olarak sunmuş; daha da önemlisi, söz konusu programa rejimin bekası açısından hayati bir değer atfetmişlerdir. İran, nükleer eşik statüsünü kullanarak, nükleer silah edinme ihtimali üzerinden büyük ölçekli askerî saldırıları caydırmaya çalışmıştır. Geçmişte hem ABD’nin hem de İsrail’in, İran’ın nükleer duruşunun ters etki (counterproductive) yaratacağı yönündeki kaygılarla bazı askerî planlarını durdurdukları bilinmektedir.

Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı’nın (UAEA) 31 Mayıs 2025 tarihli raporuna göre, İran’ın siyasi karar alması hâlinde, mevcut yüksek oranda zenginleştirilmiş uranyum stoklarıyla Fordo uranyum zenginleştirme tesisinde yaklaşık üç hafta içinde dokuz nükleer silah üretilebileceği değerlendirilmiştir. İran’ın Fordo ve Natanz nükleer tesislerinde ilk ayda 11, ikinci ayın sonunda 15, üçüncü ayın sonunda 19, dördüncü ayın sonunda 21 ve beşinci ayın sonunda 22 nükleer silaha yetecek miktarda silah kalitesinde uranyum üretebileceği öngörülmektedir.

Bu büyük miktardaki bölünebilir malzemenin (fisil madde) nükleer bir patlayıcı cihaza dönüştürülmesi (silahlaştırma) için gereken sürenin bir yıldan kısa olduğu tahmin edilmektedir. Bununla birlikte, Batılı ve İsrailli istihbarat kurumlarının son değerlendirmelerine göre, söz konusu silahlaştırma süreci ve bir nükleer cephanelik inşası için İran’ın, siyasi kararın alınması hâlinde, yaklaşık iki yıllık bir süreye ihtiyaç duyacağı öngörülmektedir.

Kırılma noktası: UAEA’nın İran raporu

İki kritik gelişme, 2002 yılında patlak veren İran nükleer krizine ilişkin olarak, yaklaşık yirmi yıldır çatışma eşiğinde sürdürülen dengenin 2025 yılı itibarıyla yeni bir aşamaya girdiğine işaret etmektedir. Bunlardan ilki, Donald Trump’ın Beyaz Saray’a dönüşüdür. İkinci ve daha belirleyici olan ise, bölgesel gelişmelerin dayattığı yeni jeopolitik dinamiklerdir.

İsrail’in geçmişte, Hizbullah’ın verebileceği ciddi zararlar nedeniyle bölgesel bir savaştan çekinerek İran’ın nükleer tesislerine yönelik doğrudan saldırıdan kaçınmasına neden olan denge artık geçerliliğini yitirmiştir. “Aksa Tufanı” operasyonundan bu yana yaşanan gelişmeler –özellikle İran ve Hizbullah’ın askerî ve istihbarat alanlarında yaşadığı başarısızlıklar– İran’ın Ortadoğu’daki “üstünlük” algısını büyük ölçüde zayıflatmıştır. Bu bölgesel değişikliklerin ardından, İranlı siyasi elitlerden gelen ve İran’ın nükleer stratejisini değiştirebileceği, hatta nükleer silah üretimi yolunda ilerleyebileceği yönündeki açıklamalar, İsrail-İran gerilimini gözle görülür biçimde artırmıştır. Nitekim geçtiğimiz yıl, iki ülke arasında doğrudan karşılıklı saldırılar yaşanmıştır.

Bu dengenin kırılma noktası ise, UAEA’nın yirmi yıl aradan sonra ilk kez, NPT yükümlülüklerini yerine getirmediğini belirterek İran’ı açık biçimde kınaması olmuştur. Söz konusu kınama, İsrail’in İran’a saldırısından yalnızca bir gün önce gerçekleşmiş ve krizin tırmanmasında belirleyici bir rol oynamıştır. UAEA’nın 31 Mayıs 2025 tarihli raporunda, İran’ın nükleer programının “barışçıl” olduğuna dair yeterli güvence veremediği ifade edilmiştir. Bu rapor ve ardından gelen kınama kararı, İsrail açısından İran’ın “mutlak olarak” nükleer silaha yöneldiği yönündeki iddialarına güçlü bir uluslararası zemin kazandırmıştır.

İran’da hedef alınan nükleer tesisler ve hasar tespit

İsrail’in 13 Haziran’da başlattığı askerî saldırılar çerçevesinde Natanz Nükleer Kompleksi, Arak (Hondab) Ağır Su Nükleer Tesisi, Fordo Nükleer Yakıt Zenginleştirme Tesisi, İsfahan Nükleer Teknoloji Merkezi, Tahran Nükleer Araştırma Merkezi ve Parçin Askerî Kompleksi hedef alınmıştır. Ayrıca ABD, 22 Haziran Pazar günü sabahın erken saatlerinde ağır bombardıman uçaklarıyla Natanz, Fordo ve İsfahan Nükleer Tesislerini hedef almıştır. Bu tesisler, plütonyum ve uranyum metali üretimi, uranyum dönüştürme ve silahlaştırma (weaponization) gibi kritik faaliyetler yürüttüğü ya da yürütebileceği iddiasıyla, nükleer risk açısından yüksek öneme sahip tesisler olarak değerlendirilmektedir.

13 Haziran’dan bu yana söz konusu nükleer tesisler birçok kez hedef alınmış olup, ilk değerlendirmelere göre saldırılar İran’ın nükleer kapasitesine kayda değer ölçüde zarar vermiştir. Amerikan istihbarat birimlerinin analizlerine göre, İsrail’in nükleer tesislere yönelik ilk saldırıları, İran’ın uranyum zenginleştirme faaliyetlerini ve stoklarını silah seviyesine ulaştırma kabiliyetini yaklaşık altı ay geriye götürmüştür. Öte yandan, bazı Amerikalı yetkililerin, saldırı öncesinde, “başarılı” bir operasyonun İran’ın nükleer programını "beş" yıl kadar geriye taşıyabileceği yönünde değerlendirmelerde bulundukları görülmektedir. Bununla birlikte, nükleer tesislerdeki hasarın kesin tespiti için zamana ihtiyaç duyulduğu da belirtilmektedir. Ancak CNN Haber Ajansı'nın ABD istihbaratından bilgi alan yedi kişiye dayandırdığı 24 Haziran tarihli haberine göre ABD'nin İran'ın üç nükleer tesisine düzenlediği askeri saldırılar, ülkenin nükleer programının temel bileşenlerini yok etmemiş ve muhtemelen en iyi ihtimalle sadece "birkaç ay" geriye götürmüştür.

İsrail’in saldırıları ve hasar tespiti

İran, 13 Haziran günü Natanz Nükleer Kompleksi’ndeki “yer üstü” yapıların saldırıya uğradığını doğrulamıştır. UAEA tarafından yapılan ön değerlendirmelere göre, saldırılar santrifüj salonlarında ve zenginleştirme boru hatlarında ciddi hasara yol açmıştır. Özellikle, İran’ın %60 oranında zenginleştirilmiş uranyum ürettiği Natanz Pilot Yakıt Zenginleştirme Tesisi’nin yer üstü bölümünün imha edildiği belirtilmiştir.

UAEA, Pilot Yakıt Zenginleştirme Tesisi ile Ana Yakıt Zenginleştirme Tesisi’nin bir kısmını barındıran yer altı salonlarında doğrudan bir fiziksel hasar tespit edilmediğini belirtmiştir. Ancak tesisteki elektrik altyapısının –alt istasyon, ana güç kaynağı binası, acil durum güç kaynağı ve yedek jeneratörler dâhil olmak üzere– saldırı sonucu tahrip olduğu bildirilmiştir. Ajans, 13 Haziran saldırılarının ardından elde edilen yüksek çözünürlüklü uydu görüntüleri üzerinden yaptığı analizlerde, yer altı zenginleştirme salonlarını da etkileyen unsurların tespit edildiğini açıklamıştır. Bu durum, Natanz Nükleer Kompleksi’nin yer altı tesisleri de dâhil olmak üzere tüm yapısını etkilemiş olabilir. Tesis içinde sınırlı bir nükleer sızıntı rapor edilmiş, ancak saha dışında radyasyon seviyelerinin normal seyrettiği belirtilmiştir. İç sızıntının ise kontrol altında tutulabildiği ifade edilmiştir.

UAEA ayrıca, inşası süren Arak (Hondab) Ağır Su Araştırma Reaktörü’nün vurulduğunu, ancak reaktörün faal olmaması ve nükleer madde içermemesi nedeniyle herhangi bir radyolojik etkiye rastlanmadığını bildirmiştir. Arak Nükleer Kompleksi, temel olarak ağır su reaktörü ile bitişiğindeki ağır su üretim tesisinden oluşmaktadır. 19 Haziran 2025 itibarıyla, UAEA İsrail’in ağır su üretim tesisine yönelik herhangi bir saldırı gerçekleştirdiğine dair bilgi paylaşmamıştır.

Ajans, İran’daki iki santrifüj üretim tesisi olan TESA Kerec Atölyesi ve Tahran Araştırma Merkezi’nin de vurulduğunu açıklamıştır. Tahran’daki tesiste gelişmiş santrifüj rotorlarının üretildiği ve test edildiği bir binanın hedef alındığı, Kerec’de ise çeşitli santrifüj bileşenlerinin üretildiği iki binanın tahrip edildiği kaydedilmiştir.

İsfahan Nükleer Sahası’nda bulunan Uranyum Dönüştürme Tesisi ve Yakıt Plakası Üretim Tesisi de dâhil olmak üzere dört kritik yapının hasar gördüğü, UAEA tarafından doğrulanmıştır. Öte yandan, Fordo ve Parçin tesislerine yönelik saldırılar hakkında Ajans henüz resmî bir değerlendirme yayımlamamıştır.

ABD’nin saldırıları ve hasar tespiti

UAEA Genel Direktörü Rafael Mariano Grossi, 22 Haziran Pazar günü yaptığı açıklamada, ABD’nin gece boyunca gerçekleştirdiği hava saldırılarının ardından İran’ın Fordo, Natanz ve İsfahan’daki nükleer tesislerinin vurulduğunu doğrulamıştır. Grossi, UAEA’nın elindeki bilgilerin analizine dayanarak, İsrail’in 13 Haziran’dan itibaren İran’ın nükleer tesislerini hedef almaya başlamasından bu yana birkaç kez vurulmuş olan geniş İsfahan sahasında, son saldırılarla birlikte kapsamlı ek hasar meydana geldiğini belirtmiştir. Açıklamasında, “Bu sabah erken saatlerde düzenlenen son saldırılar, İsfahan’daki diğer binalara da zarar verdi. Ayrıca, bölgedeki yeraltı tünellerine girişlerin de etkilendiğini tespit ettik,” ifadelerini kullanmıştır.

Bir dağın derinliklerine inşa edilmiş olan Fordo uranyum zenginleştirme tesisindeki hasarın boyutu ise, tesisin yer altındaki konumu ve saldırılarda kullanılan mühimmatın niteliği göz önüne alındığında, henüz kesin olarak belirlenememektedir. Grossi bu bağlamda, “Fordo’nun da doğrudan etkilendiği açık, ancak uranyum zenginleştirme salonlarındaki hasarın derecesi kesin olarak tespit edilemiyor,” açıklamasında bulunmuştur.

İran’ın daha önceki İsrail saldırılarında büyük hasar gören Natanz’daki uranyum zenginleştirme tesisinin de son saldırılarda nüfuz edici mühimmatlarla hedef alındığı bildirilmektedir. Ancak Grossi, Natanz’daki hasara ilişkin ayrıntılı bir değerlendirmede bulunmamıştır.

Öte yandan UAEA Genel Direktörü, İranlı makamların UAEA’ya, üç nükleer tesise yapılan son saldırıların ardından tesis dışındaki radyasyon seviyelerinde herhangi bir artış gözlenmediği bilgisini verdiklerini de açıklamıştır.

Saldırı sonrası İran nükleer programının teknik ve politik analizi

İsrail’in ve ABD’nin, İran’ın nükleer silah elde etmesini engelleme amacıyla uygulamaya koyacağı saldırıların ters etki yaratarak İran’ı nükleer silah üretmeye itebileceği yönündeki çıkarım, geçmişten bu yana dile getirilen temel iddialardan biridir. 13 Haziran’da başlayan saldırılarla birlikte bu iddianın artık somut biçimde test edileceği bir aşamaya girilmiştir.

İsrail ve ABD’nin saldırılarının İran’ın nükleer doktrinini değiştirip değiştirmeyeceği iki temel faktöre bağlıdır: (1) bu operasyonların İran’ın nükleer kapasitesine verdiği gerçek zarar düzeyi ve (2) Devrim Rehberi Ayetullah Ali Hamenei’nin bu saldırıları nasıl yorumladığı.

İsrail’in askerî saldırılarının İran’ın nükleer silah üretmesini teknik olarak imkânsız hâle getirecek bir düzeye ulaşıp ulaşmadığı hâlâ belirsizliğini korumaktadır. Ancak ABD’li yetkililerin geçmiş açıklamaları ve nükleer uzmanların değerlendirmeleri, İran’ın nükleer altyapısına yönelik başarılı bir saldırı serisinin dahi Tahran’ın nükleer bomba geliştirme kapasitesini tamamen ortadan kaldırmayacağı, yalnızca geciktireceği yönündedir.

İran’ın nükleer programı, coğrafi olarak dağınık ve tahkim edilmiş uranyum zenginleştirme tesislerinden, maden ocakları ve araştırma merkezlerinden oluşan geniş bir ağdan meydana gelmektedir. Bu tesislerin tamamının imha edilmesi teknik olarak neredeyse imkânsızdır. Ayrıca İran’ın nükleer teknoloji alanında onlarca yıl boyunca edindiği bilgi birikimi ve insan sermayesi, konvansiyonel saldırılarla ortadan kaldırılamaz. Bu nedenle, yürütülen hava saldırıları İran’ın nükleer programını yalnızca geçici olarak sekteye uğratabilir.

İran Devrim Rehberi Ayetullah Ali Hamenei’nin, rejimin bekasının ciddi tehdit altında olduğunu düşünmeye başlaması hâlinde, nükleer silah edinme yönünde stratejik bir karar alma olasılığı yüksek olarak değerlendirilmektedir. Hamenei’nin bu yönde bir değerlendirmeye varması için, yalnızca İsrail tarafından gerçekleştirilen saldırıların yoğunluğunu analiz etmesi bile yeterli olabilir. Zira söz konusu saldırılar, yalnızca İran’ın nükleer kapasitesini hedef almakla kalmamış; aynı zamanda rejim değişikliğini teşvik etmeye yönelik bir düzeye ulaşmış görünmektedir.

İsrail’deki siyasi ve güvenlik elitleri nezdinde İran, uzun süredir varoluşsal bir tehdit olarak algılanmaktadır. Bu çerçevede İsrail, yalnızca İran’ın nükleer programını engellemeyi amaçlayan bir güvenlik doktrini değil, aynı zamanda İslam Cumhuriyeti rejimini dönüştürmeye yönelik açık bir söylem de geliştirmiştir. Bu bağlamda, 13 Haziran’da başlatılan saldırılar, İran yönetici elitleri açısından İsrail’i varoluşsal bir tehdit olarak değerlendirme eğilimini pekiştirebilecek bir dönüm noktası niteliğindedir. Bu gelişme, İran’ın rejim güvenliğini sağlamak amacıyla nükleer silah geliştirme yönünde karar alma ihtimalini artırabilir. Nitekim İran parlamentosu, UAEA ile işbirliğini askıya alan bir yasa tasarısını 25 Haziran Çarşamba günü onayladı.

Mevcut veriler, saldırıların İran’ın temel nükleer tesislerine ciddi zarar verdiğini ve İran’ın “nükleer eşik süresini” teknik olarak uzattığını göstermektedir. Diğer bir ifadeyle, saldırılar sonrasında İran, saldırı öncesine göre nükleer silaha erişim kapasitesine teknik olarak uzak olsa da irade olarak daha yakın olduğu söylenebilir.  Bu çerçevede, askerî saldırıların İran’ın nükleer silah edinme yönündeki siyasi iradesini tetikleyebileceği ve böylece ülkenin nükleer eşiği fiilen aşma ihtimalinin yükseldiği değerlendirilebilir.