ABD-İran arasında tarafların kamuoyuna ilan edilmemiş diplomasi çabaları sürdürülürken bu süreç, otonom eğilimlere yönelen İsrail ile ciddi gerilimler oluşturarak İran-İsrail mücadelesini güvenlik seviyesinde etkilemektedir.
Güvenlik Perspektifinden ABD-İsrail-İran Gerilimleri
ABD ve İran arasında çeşitli esir takasları ve ekonomik ambargoların kaldırılmasını içeren yeni bir mini anlaşma süreci devam etmektedir. Ancak bu söz konusu anlaşma deklare edilmemiş, bu anlaşmanın gerçekleşip gerçekleşmediği de kamuoyuna açık bir şekilde duyurulmamıştır. Bu belirsiz süreçte İsrail, İran nükleer programına yönelik endişelerini sıklıkla vurgulayarak söz konusu mini anlaşmanın sonuca ulaşması durumunda, anlaşmanın hiçbir şekilde İsrail’i bağlamayacağı konusunda bir pozisyon ortaya koymuştur. Diğer taraftan yine bu tepkilere benzer şekilde İsrail “bildiğini sessiz şekilde yapacak” şeklinde argümanlarla gündeme gelmiştir. Bu noktada, İsrail’in “bildiğini sessiz şekilde yapacak” argümanı daha çok Ahtapot Doktrini’ne işaret etmektedir. Zira İran’ı hedef alan güvenlik motivasyonlu eylemlerin açıkça duyurulmaması ve üstlenilmemesi; bir diğer ifadeyle “sessizlik”, İsrail’in İran’a karşı sürdürdüğü Ahtapot Doktrini’nin temel karakteristiklerinden birini oluşturmaktadır. Bu durumdan hareketle İsrail’in yeni bir anlaşma durumunda da önceden olduğu gibi İran içi ve dışı örtülü operasyonlarını sürdürme eğiliminde olacağı değerlendirilebilir.
ABD’yle görece daha uyumlu Başbakan Naftali Bennett Dönemi’nde de belirli sınırlar dâhilinde Ahtapot Doktrini bir şekilde sürdürülmüştür. Bununla beraber ABD’nin İran ile diplomasi çabalarına karşı çıkılırken bu süreçte, ABD-İsrail arasında devam eden İsrail yargı reformu gerilimi, söz konusu deklare edilmeyen mini anlaşma bağlamında oluşan gerilimlerle derinleşmiştir. Bu tarafıyla İsrail’in herhangi olası bir nükleer anlaşmaya karşı istikrarlı tepkileri değişiklik göstermezken ABD’nin, İsrail’i demokrasi ve demokratik değerler çerçevesinde sıkıştırması yine bir şekilde İran dosyası ile bağlantılı görülmektedir. Öyle ki İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, seçimleri kazandığından beri İsrail’in dış ve güvenlik politikaları dâhilinde otonom eğilimlerini sürdüreceğini belirtmiştir. Bu otonom eğilimler arasında özellikle İran’ın nükleer programı ile bölgesel askerî kapasiteleri kaynaklı güvenlik endişelerinin en başta yer aldığını söylemek mümkündür. Her ne kadar ABD Netanyahu’yu İsrail yargı reformu ve demokratik değerler ekseninde sıkıştırsa da esasında gerilimin temel motivasyonunun, ABD’nin İran politikalarına İsrail’in koşulsuz uyum sağlamaması üzerinden şekillendiği görülmektedir.
Bu noktada, İsrail’in otonom eğilimleri arasında ABD’nin rakip ya da hasım aktörler olarak tanımladığı Çin ve Rusya’yla ilişkiler de önemli bir yerde durmaktadır. Diğer taraftan ABD-İsrail gerilimine bakıldığında, daha çok söylem seviyesinde İsrail’in Filistin’deki agresif eylemleri ile yargı reformu çerçevesinde yargının yürütmeyi denetleme gücünün ortadan kaldırılması şeklindeki argümanlar ön plana çıkmaktadır. Ancak uzun süren ve sonuç vermeyen Viyana müzakerelerinden sonra tam da İran-ABD arasında deklare edilmeyen mini bir anlaşma çabalarının yürütüldüğü bu süreçte, İsrail’deki yargı reformu karşıtı toplumsal gösterilerin artması, Netanyahu koalisyon hükûmetinin sıkıştırılması ya da bir diğer ifadeyle “sopalanması”; ABD-İsrail arasındaki gerilimde İran dosyasının önemli bir yerde durduğunu göstermektedir. Bununla beraber İsrail güvenlik bürokrasisi de Netanyahu’nun yargı reformuna karşı çıkmış, askerî ve güvenlik yetkililerinin karşıt söylemlerinin ve eylemlerinin gündeme geldiği görülmüştür. Bu noktada eski MOSSAD Başkanı Yossi Kohen’in “Netanyahu hükûmetinin bir an evvel yargı reformunu durdurması ve karşıt gruplarla uzlaşıya varma çağrısı” önemli örnekler arasındadır. Buna ek olarak İsrail ordusunun özel askerî birliklerindeki istifa mektuplarının gündeme gelmesi ayrıca hava kuvvetlerindeki pilotların da hükûmeti protesto eden söylem ve eylemleri; bu süreçte güvenlik bürokrasisinde görülen koalisyon hükûmeti karşıtı örnekleri oluşturmaktadır. Bu örnekler dikkate alındığında, İsrail’in ABD’den bağımsız otonom bir İran operasyonunda bazı sınırlarının olduğu açıkça görülmektedir. Her ne kadar ABD, Netanyahu hükûmetini sert yaptırımlarla bölgesel politikalarına uyumlu hâle getirmeye çalışsa da süreç içinde ABD ve İsrail’in müşterek olarak gerçekleştirdiği İran’ı caydırmayı hedefleyen askerî tatbikatlar ve eylemlerde belirleyici bir kesinti ya da azalma olmadığı da görülmektedir.
ABD-İsrail arasındaki demokratik değerler çerçevesinde başlatılan gerilimde, ABD nezdinde “sopaların” aktif şekilde kullanıldığı açık bir şekilde görülmekte; bu durum, söylem seviyesinde pek çok örnek sunmaktadır. Bunlardan dikkat çekici söylem ve tartışmalar; ABD’nin İsrail vatandaşlarının vizesiz girişlerini sonlandıracağı, ABD’nin İsrail’e askerî yardımlarını keseceği, İsrail’in Filistin davaları başta olmak üzere uluslararası mahkemelerde desteklenmeyeceği şeklindeki argümanlarla örneklendirilebilir. Bu süreçte pratikte görülen somut bir eğilim de İsrail ordusunun ve güvenlik bürokrasisinin daha çok ABD’den yana bir pozisyon almasıdır. Bu eğilimle ilgili net bir oran vermek zor olsa da sıklık kazanan söylemler ve eylemler, bu çıkarıma neden olmaktadır. Netanyahu’nun otonom eğilimlerine güvenlik bürokrasisi nezdinde desteğin olmaması, farklı siyasi ve askerî sonuçlara da yol açabilir. Ancak bundan önceki İsrail içindeki gerilimlerde de görüldüğü üzere İsrail’in, İran’a karşı güvenlikçi eylemlerinde ciddi bir değişim eğilimi ortaya çıkmamıştır. İsrail güvenlik bürokrasisinin art arda gerçekleşen seçimler sürecinde bile İran’ı hedef alan güvenlikçi eylemlerine, Suriye hatta İran içinde devam ettiği görülmüştür. İsrail içinde toplumsal gösteriler artarak devam ederken İsrail’in Suriye’deki çeşitli İran hedeflerine yönelik hava saldırısı düzenlemesi, yine İsrail dış istihbarat servisi MOSSAD’ın KKTC ve kısmen Azerbaycan’da İsrail’i hedef alan İran operasyonlarına karşı koyması; bu süreçte görülen gelişmeler arasındadır. Bu tarafıyla İsrail, iç problemlere rağmen caydırıcılığını korumaya çalışmaktadır. Tüm bunlarla İsrail’in güvenlikçi bir toplum ve bundan hareketle aktör olduğunu unutmamak gerekmektedir. Ancak ABD ile ilişkilerin bozulması, İsrail’in ABD’nin bölgesel politikalarına koşulsuz uyum sağlamaması; İsrail hükûmetinde kuvvetle muhtemel değişimlere neden olabilecek belirleyici bir etkendir.
İran da İsrail’in iç sorunlarla meşgul olduğu bu süreci bir fırsat ve avantaj olarak değerlendirmektedir. Nitekim İran özellikle direniş ekseni özelinde İsrail içi ve sınırları olmak üzere aktivitelerini artırmıştır. Özellikle Lübnan sınırlarında başlayan Hizbullah’ın artan eylemleri, diğer taraftan İsrail içinde bir süredir devam eden dolaylı şekillerde üstlenilen muhtelif patlamalar, aynı şekilde Suriye’de İsrail’e sınır Golan Tepeleri öncelikli aktiviteler; direniş ekseninin eş zamanlı çok cepheli bir stratejiye başvurduğuna işaret etmektedir. Bu aktiviteler bir süredir devam etmekte; söz konusu eğilim, çok cepheli yıpratma savaşı olarak adlandırılmaktadır. Bu kapsamda İran, İsrail’in iç sorunlarla meşgul olduğu bu dönemi, direniş ekseni dâhilindeki cepheleri birleştirmek suretiyle İsrail’i kuşatıcı ya da yıpratıcı bir etki oluşturma arayışındadır. Bununla birlikte İran’ın balistik füze programında da ilerlemeler gerçekleşmektedir. Nitekim 10 Temmuz 2023 tarihinde ABD Ulusal İstihbarat Direktörlüğü tarafından yayımlanan güncel değerlendirme raporunda, İran’ın başta Simurg Uydu Fırlatma Aracı (UFA) olmak üzere yeni uzay denemeleri yapmaya hazırlandığı; bu denemelerin kıtalararası balistik füze geliştirme maksatlı olduğu belirtilmiş, bir anlamda İran’a uyarıda bulunulmuştur. Raporda Simurg UFA’nın, kıtalararası balistik füzeye teknik anlamda dönüşmesinin kolay olduğu vurgulanmıştır. Yakın zamanda İran’da Simurg ya da Zülcenah UFA’larının geliştirilmiş bir versiyonunun test edilmesi beklenmekteyken söz konusu değerlendirme yayımlanmış, İran ile deklare edilmeyen anlaşma çabaları sürecinde nükleer dışı agresif kapasiteler üzerinden caydırıcı bir mesaj verilmiştir. Söz konusu istihbarat değerlendirme raporunda, İran’ın nükleer çabalarını artırdığı ancak İran’ın gelinen nükleer kapasite itibarıyla nükleer silah yapma iradesinin bulunmadığı ya da böyle bir yöneliminin olmadığı da belirtilmiştir.