KOEP 2.0: Yeni Bir Nükleer Anlaşmanın Koşulları

KOEP 2.0: Yeni Bir Nükleer Anlaşmanın Koşulları
Yazı boyutunu buradan ayarlayabilirsiniz

Washington ile Tahran arasındaki gerilim, 13 Mayıs’ta İran’a ait beş petrol tankerinin Venezuela’ya doğru yola çıkması ile Basra Körfezi’nden Atlantik’e doğru kaymış görünürken aynı zamanda gerilimlerin gölgesinde iki ülke arasında kapsamlı bir diplomatik çözümün koşulları da tartışılmaya devam ediyor. 21 Mayıs’ta Foreign Policy’ye verdiği röportajda ABD İran Özel Temsilcisi Brian Hook, “Trump yönetiminin 2018'de Nükleer Anlaşma'dan (KOEP) çekilmesinin üzerinden iki yıl geçtiği göz önüne alındığında yeni bir nükleer anlaşmaya daha yakın olduğunuzu düşünüyor musunuz?” sorusuna cevaben “bunu İran'ın cevaplaması gerektiğini zira Başkan Trump’ın Tahran'la masaya oturmaya her zaman hazır olduğunu” söyledi. Ayrıca “İran'ın; ekonomik baskı, diplomatik tecrit ve çıkarlarımızı savunmak için inandırıcı askerî caydırıcılık tehdidi olmadan masaya gelmeyeceğini biliyoruz.” diyen Hook, “Bu yüzden bunların üçünü de uyguluyoruz ve bu da ihtiyacımız olan anlaşmayı elde etme ihtimalimizi artırıyor.” iddiasında bulundu. Hook daha önce de 13 Mayıs’ta The Wall Street Journal’daki makalesinde ekim ayında sonlandırılması planlanan İran’a yönelik uluslararası silah ambargosunu değerlendirerek “İran'ın Nükleer Anlaşma'yı en az beş kez ihlal ettiğini, kesinlikle silah ambargosunun kaldırılma hakkını kazanmadığını ve ABD’nin şu ya da bu şekilde uygulanan ambargonun Tahran'daki şedit ve devrimci yönetime karşı yerinde kalmasını sağlayacağını” savunmuştu. İran Ulusal Güvenlik Yüksek Konseyi Sekreteri Ali Şemhani ise 2231 Sayılı çözüm kararının aşılarak İran'a karşı yasa dışı silah ambargosunun devam etmesi durumunda Nükleer Anlaşma'nın “sonsuza dek öleceğini” sosyal medya hesabından duyurdu.

“İran bir seçimle karşı karşıya: Onlar ekonominin çöküşünü izlemeye devam edebilir ve vekillerinin sefalet çekmesine neden olabilir. Biz bu politikayı sürdüreceğiz çünkü işe yarıyor ve birçok yönden acelemiz yok. İyi bir politikamız var. Tahran'ın ne zaman masaya oturmak istediğine karar vermesi gerekiyor.” diyen Hook’un sözleri, Trump yönetiminin geçen iki yıla ve yaşanan onca gerilime rağmen İran’a yönelik taleplerinden taviz vermek istemediğinin göstergesi. Hatırlanacağı gibi Donald Trump'ın Nükleer Anlaşma'dan çekilme kararından on gün kadar sonra 21 Mayıs 2018’de Dışişleri Bakanı Mike Pompeo, Heritage Vakfında yaptığı "After the Deal: A New Iran Strategy" başlıklı konuşmasında Washington yönetiminin yeni İran politikasını açıklamıştı. Tahran'a yeni bir anlaşma çağrısında da bulunan Pompeo, bunun için 12 maddelik bir koşullar listesi sunmuştu. Pompeo, bu listede sadece İran’ın nükleer çalışmalarını ve balistik füze faaliyetlerini durdurmasını istemekle kalmamış; İran'ın Yemen'deki isyancıları desteklemekten vazgeçmesi, İsrail'i tehdit etmeyi durdurması ve Suriye'den bütün güçlerini çekmesi gerektiğini de söylemişti.

Donald Trump ile Joe Biden arasında geçecek Kasım 2020 ABD Başkanlık Seçimleri İran ile ilişkilerin geleceğini şekillendireceği gibi yeni bir nükleer anlaşmanın (KOEP:2.0 olarak ifade edilebilir) da koşullarını belirleyecek. Trump’ın ikinci kez başkan seçilmesi durumunda İran gerginliğinin de devam etmesi muhtemel görünüyor. Trump’ın İran’a yönelik mevcut politikalarında ısrarcı olması hâlinde İran’ın Nükleer Anlaşma'dan tamamen çekilerek nükleer programına hız vermesi kaçınılmaz. Ancak bu durumda İran ekonomisi belirleyici olacaktır. Zira ekonomisi çökmüş bir İran’ın nükleer faaliyetlerini sürdürmesi zorlaşacağı gibi ABD ile zamana oynaması da mümkün değildir. Dolayısıyla İran’ın psikolojik mi yoksa stratejik mi davranacağını ekonomik koşullar belirleyecek. Ancak İran’ın nükleer programına hız vermesi ve nükleer silah elde edimine yaklaşması durumunda Trump yönetimi askerî seçeneğe başvurmak ve İran ile müzakere masasına oturmak seçenekleriyle karşı karşıya kalacaktır. Herhangi bir müzakerenin başarılı olması için ise sonucun her iki taraf için de "kazan-kazan" modeli olarak algılanması ve her iki tarafın iyi niyetle müzakereye istekli olması gerekmektedir. Bu aşamaya ulaşmak için AB, Rusya ve Çin'in İran nükleer krizinin çözümünde ortak çaba göstermesi gerekecektir. Ayrıca Trump’a karşı güven sorunu yaşayan İran’ı ikna etmek ve ABD’nin Nükleer Anlaşma'dan tek taraflı olarak çekilmenin tekrarlanmasını önlemek için yeni anlaşmanın ABD Senatosu tarafından onaylanan bir anlaşma biçimini alması gerekebilir.

ABD Başkanlık Seçimi'ni Joe Biden’ın kazanması durumunda ise farklı olasılıklardan bahsetmek mümkün. Dış politika açısından Biden'in “restorasyonist” yaklaşımının nasıl uygulanabileceği belirsizliğini korumakla birlikte Biden, seçim kampanyası sürecinde ilkelerini ana hatlarıyla ortaya koydu: Uluslararası anlaşmalara geri dönme, uzun süredir devam eden ittifakları canlandırma, ABD'nin Orta Doğu'daki askerî varlığını azaltma ve demokrasinin teşvik edilmesine ve savunulmasına öncelik verilmesi. Bu ilkeler ışığında 18 Mayıs Pazartesi günü, Biden’ın Dışişleri Danışmanı Tony Blinken, Biden seçildiği takdirde İran'ın nükleer durumunun nasıl ele alınacağı konusunda en ayrıntılı açıklamayı yaptı. Blinken, Biden'ın İran ile yeni ve iyileştirilmiş bir anlaşma arayacağını söyledi. Blinken “İran, mevcut Anlaşma kapsamındaki yükümlülüklerine tam olarak uymak zorunda kalacak. Eğer bunu yaparsa sonrasında Biden yönetimi de yeniden uyum içinde Anlaşma'ya dönecek. Fakat bunu daha uzun ve daha uzun bir anlaşma yapmak için bir platform olarak kullanacağız.” ifadeleriyle mevcut Anlaşma'nın Biden yönetimi tarafından da yeterli görülmediğinin sinyalini vermiş oldu. Dolayısıyla Walter Russell Mead’in ifadesiyle Biden “ikinci Obama” olmayacağını göstermiş oldu. Trump'ın Nükleer Anlaşma'dan çekilmesinin yanlış olduğunu düşünen pek çok Demokrat gibi Biden da Anlaşma'ya dönme iradesi gösterse de daha kapsamlı bir anlaşma için Trump yönetiminin tek taraflı yaptırımlarını bir kaldıraç olarak görebilir ve bu kaldıraçtan vazgeçmek istemeyebilir. Çünkü Biden’ın İran’ı yeni bir anlaşmaya ikna etmesi için bazı araçlara sahip olması gerekecektir. Her ne kadar Blinken "İran’ın sakıncalı olduğunu düşündüğümüz eylemlerini engellemeye çalışırken müttefiklerimizin bize katılma olasılığı yüksek olacak.” diyerek özellikle İran krizinin çözümünde AB ile ortak bir hareket zemini aranacağını vurgulasa da İran’ı salt diplomatik yollarla baskılamak mümkün değildir.

Sonuç olarak Tahran yönetimi, Biden’ın ABD başkanlığı olasılığına daha temkinli hazırlanmalıdır. Her ne kadar Biden İran için en iyi başkan adayı olsa da Blinken’in ifade ettiği tarzda “yeni ve iyileştirilmiş” bir anlaşma yapma isteği yeni başkanla İran arasında sorunlara neden olacaktır. Ayrıca koronavirüs salgını sonrası ABD’nin dış politikasında bazı köklü değişikler beklenebilir. ABD, Rusya ve Çin’in birbirlerine yönelik suçlamaları artırdığı bu konjonktürde aralarındaki rekabetin de artması kaçınılmazdır. Dolayısıyla ABD-Çin rekabetinin artması İran’a bazı avantajlar sağlarken, Çin’in Körfez’deki petrol talebini kontrol etmek isteyen ABD açısından da İran bir problem olarak görülebilir. ABD’nin küresel, bölgesel ve ülkesel politikalarının etkileşimi düşünüldüğünde İran ile ABD arasındaki gerilime ABD’nin büyük güç politikaları da şekil verecektir.